Carpe diem. Herkesin hayatta en az bir kez duyduğu ‘anı yaşa’ sözüdür. Peki duysak da gerçekten anlıyor muyuz? Hadi anladık diyelim, uyguluyor muyuz? Bence hayır ve buna cesaretimiz var mı? Olabilir ama denemedik, o zaman deneyelim ne kadar katı olursa olsun yaşamımız kendimiz için bir şey yapalım, düşünmeyi öğrenelim, kendimize özgü olalım, anı yaşayalım.

936full-dead-poets-society-screenshotKatı bir erkek yatılı okulu, Welton Akademi’de bir grup öğrenci ve okula yeni gelmiş geleneksel tarza uymayan bir edebiyat öğretmeninin başından geçiyor olaylar. Öğrencilerin çevrelerinde onların kararlarını umursamayan kendi istediklerini, kendi hayallerini onlara yaptıran aileleri var, katı bir okulları var. Birden biri çıkıp onlara kendiniz düşünün, kendi seçimlerinizi yapın diyor. Önce şaşırsalar da kendileri de bunu yapmak istediklerini fark ediyorlar. Hayatlarında ilk kez özgür olmayı seçiyorlar. Mr. Keating, edebiyat öğretmenimiz, kendilerine güvenmelerine yardım ediyor, onlara yol gösteriyor. Ama yol doğru mu siz karar vereceksiniz, siz yolunuzu seçeceksiniz. Peki neyi niye seçiyorlar asıl bu, değerlendirilmesi önemli olan kısım… Aşkı bulmak için mi? Kendini kanıtlamak için mi? Hayatlarında bir kez olsun kendileri olabilmek için mi?

 

Gelenek. ..Onur… Disiplin… Mükemmellik… Hayatlarının 4 temel direği bunlar ama başakları tarafından diretiliyorlar. İsyan çıkarın demiyor film, düşünün ve kendinize uygun olanı seçin, onun için savaşın diyor. Sonuna kadar gidin, kendi yolunuzu bulun diyor. Eğer isterseniz, Mr. Keating demekten sıkılırsanız  bana ‘Oh captain, my captain’ diyebilirsiniz ile başlıyor, ‘Carpe diem çocuklar’la’ devam ediyor, onlara bir umut ışığı veriyor.

Şunu söyleyebilirim ki Robin Williams, Mr. Keating olarak çok iyi bir iş çıkarmış. Tabii ki diğer oyuncular da çok iyi bir iş çıkarmışlar, yaşıyorsunuz o anları, seçimlerin neden olduğunu kavrıyorsunuz. Film 1989  yapımı olduğu için bir çok oyuncunun gençlik halleri çıkıyor karşımıza, Robin Williams, Robert Sean Leonard (House dizisinin Wilson’ı), Ethan Hawke… Ayrıca film Peter Weir yönetmenliğinde çekilip En İyi Özgün Senaryo Akademi Ödülü’ne layık görülmüştür.  İzlenmeye değen filmlerden, en az bir en çok, siz karar verin…

dead-poets-society kitap 500

 

Ormana gittim çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Hayatın iliğini emerek yaşamak istiyordum. Hayat olmayan her şeyi geride bırakıp ölüm anım geldiğinde, aslında yaşamadığımı öğrenmek istemiyordum.

 

 

Leave a Reply

2 comments

  1. Ferdağ Kokudal

    İnsanların kendi olduğu bir dünyayı motive eden her aracı özümseyin, bilinir kılmak için daima rehberlik edin, teşekkürler Ece Begüm.

  2. Nazlı Hilal Kaya

    Öncelikle çok sağlam bir film üzerine yazmayı seçtiğin bu cesareti gösterdiğin için teşekkür ederim.
    Eklemek istediğim bir kaç bir şey var. Dead poets society’de vurgulanan başka bir nokta ise sanat ve özgürlük bence. Özgürlük ve sanat birbirinden ayrılamaz. Özgür düşünce sanatı meydana getirdiği gibi, sanatın varlığı da özgür olmayı getirir. Filmde altı çizilen önemli mesajlardan biri de bu. Şiir. Edebiyat. Tiyatro. Müzik. Bunlar kısıtlanarak olmaz. Kısıtlanmamalı ve aslında kısıtlanamaz. O meşhur kitap yırtma sahnesinin varlığı. Tiyatroyu seçen fakat kısıtlanan bir karakterin intiharı. Bunlar hep senin de dediğin gibi “anı yaşa” mesajıyla beraber verilen sanatın önemini, sanat ve özgürlüğün birbirinden ayrılamayışını bize tekrar hatırlatan şeyler. Şiir kitaptan öğrenilemez. Bu nedenle Mr. Keating kitabın ilk sayfalarını yırtar, şiir özgür insanlarla özgür bir ortamda üretilebilir ancak, bu nedenle o öğrenciler onlara öğretilen her şeyin aksine o mağaraya giderler ve sanatla buluşurlar.
    Demek istediğim böyle bir filmden bahsederken filmdeki “sanat” ile ilgili verilen o önemli mesajları da atlamamak lazım.
    Tekrardan yazın için teşekkürler.
    “Captain My Captain”