– Bu öğünün adı Mukozuke; mevsimsel saşimi denizkestanesi, midye ve mürekkep balığı.
+ Ne güzel bir sunum, doktor.
– Kaiseki; tadı ve yemekteki estetiği onurlandıran bir Japon sanatıdır.
+ Neredeyse yerken suçluluk hissedeceğim.
– Yerken suçluluk hissettiğim hiçbir şey yoktur.
Öyle pek fazla yabancı dizi izlemeyen, izleyince de her anı soluk soluğa geçsin isteyenlere en baştaki önerilerimden olur bu dizi: Hannibal. 45 dakikayı bile bulmayan zaman diliminin nasıl geçtiği anlaşılmayan, hatta klasik olarak söylenegelen ‘günde şu kadar bölüm izledim’ rekorlarına kendini katabilecek diziler arasında yer aldığı kesin.
Aslına bakacak olursak; dizinin başrolü olan Hannibal Lecter karakteri, çok kişinin hayatında Kuzuların Sessizliği (Silence of the Lambs), Hannibal, Kırmızı Ejderha (Red Dragon) ile yerini almıştı. Bunlarda Hannibal Lecter rolünde Anthony Hopkins’i görmüştük ve bu rolde bizi Hopkins oldukça tatmin etmişti. Fakat ben inanıyorum ki; diziden bu serinin bağımlıları bile çok farklı bir lezzet alacaklar.
Gelelim dizi olan, yazımın konusunu oluşturan Hannibal’a. Bu diziyi izlemeye başladığımda üniversite sınavı senemdi, ne olabilir ki diyerek ilk bölüm için bilgisayarımın tuşuna bastım. O “Ne olabilir ki?” cümlesini hiç dememeyi tercih ederdim; çünkü kendimi 5. bölümde durdurabildim. İlk bölüm itibariyle zaten sizi güçlü bir rüzgârla çeken dizi, yeni bir bölümü açmamanızı imkânsız kılıyor.
Şimdi biraz diziden bahsedelim. Dizi; tam da polisiye, psikolojik gerilim izlemeyi sevenler için diyebiliriz. NBC’de yayınlanan diziyi geliştiren ise, Bryan Fuller. 4 Nisan 2013’te yayın hayatına başlayan Hannibal, ikinci sezonunu da 2014’te görücüye çıkardı. Şimdi ise, takipçileri tarafından büyük bir özlemle üçüncü sezonu bekleniyor.
Başrollerden bahsedecek olursak, karşımıza aslında üç büyük zekâ çıkıyor. İşte diziyi bu kadar heyecanlı, bu kadar çekişmeli, onu sıradan bir polisiye dizisinden ayıran; bu ayrıntı. Bu üç zeka; başta Mads Mikkelsen ile hayat bulmuş Hannibal Lecter karakteri, seri katillerin avcısı diyebileceğimiz Hugh Dancy’nin canlandırdığı Will Graham ve özel ajan Laurence Fishbourne ile izlediğimiz Jack Crawford.
Diğer karakterlerden de bahsetmek iyi olabilir. Dizi içerisindeki davranışlarından dolayı, pek de sevilmeyen Dr. Alana Bloom; bizi merak dolu bölümlere sürüklemiş, yine bir özel ajan olan Beverly Katz; ikinci sezonun özellikle de finalinde bizi oldukça şaşırtmış olan Dr. Bedelia Du Maurier ve haberci Freddy Lounds kadronun esas elamanları denebilir. Başroldeki üç kişinin birbirinden sakladıkları, birbirine verdikleri anlam ve değerler, dostluk mu düşmanlık mı olduğunu bir türlü anlayamadığımız o bağlılıkları; izleyen herkesi bu diziye bağlıyor olsa gerek. Bu üç kişinin birbirini nasıl bulduğuna gelecek olursak da; Will Graham zaten Jack Crawford ile birlikte çalışır, fakat Will’in ilk bölümlerden itibaren sizi kendine çekecek olan, cinayetleri çözmekte çok farklı bir yeteneği vardır. Eminim ki, o sahneleri izlerken siz de apayrı bir keyif alacaksınız. Fakat; bu yeteneği onun kendini fazlaca yıpratmasına da sebep olmuştur, zihnini kaplayan bir cinayetteki figür sebebiyle ünlü psikiyatr Hannibal Lecter’a gider. Hannibal Lecter’ın aslında kim olduğu yalnızca biz seyircilerin bilgisindedir, Will ve Hannibal ise çoktan dostluk kurmuşlar, hatta cinayetler çözmeye başlamışlardır.
İşin rengi, bölümler boyunca sık sık değişiyor. Dediğim gibi bu dizi asla durağan bir dizi değil, aksine her anı dolu dolu ve dengelerin sürekli değiştiği bir yapıya sahip. Özellikle dizinin yemek sahnelerini heyecanla takip edeceğinize eminim, tek isteğiniz Hannibal’ın bu sofrasına konuk olmamak olacaktır elbette ki.
Özellikle de 2. sezonun finali, yani şimdiye kadar izleyebildiğimiz son bölümle bizi nefessiz bırakan dizinin üçüncü sezonuna gün sayıyoruz demek yanlış olmaz. 4 Haziran’da bizimle randevusu olan Hannibal’ı bekletmemek için, henüz başlamadıysanız şimdiden başlasanız iyi olur.
Dizinin bir tanıtımı: