Jack London’ın 1908 yılında yayınlanan”Demir Ökçe” adlı eseri, romanın arka kapağında da dendiği üzere “distopya edebiyatının ilk örneği olarak kabul edilir.” Satırlarında 1912-1932 yılları arasında Amerika’da emek ve sermayenin kanlı mücadelesini barındıran roman, bir asırdan daha uzun bir zaman zarfında insanlığın gerçekten tanık olacağı sosyal devinimleri içermesi sebebiyle London’ın ileri görüşlülüğünün açık bir kanıtı niteliğindedir.

Romanda Avis Everhard‘ın yaklaşık yedi asır önce -İkinci Devrim’in son günlerinde- yazdığı ve bir meşe ağacının kovuğuna sakladığı El Yazması, Anthony Meredith‘in düzenlemesiyle okura yansıtılmaktadır. Avis Everhard’in birinci tekil anlatıcılığını üstlendiği olaylar serisi, romanın ana kahramanı Ernest Everhard’ın eşi Avis tarafından betimlenişiyle başlar. Avis’in babasının evindeki bir toplantıda rastladığı bu “doğuştan aristokrat” (s.5) zaman içerisinde onun “yorgun bakışlısı” (s.170) olacak ve karakterlerimiz sosyalizm için omuz omuza mücadele vereceklerdir.

“Çatınızın kirişlerinden küçük çocukların ve güçlü adamların kanı damlıyor” (s.36) derken tanır okur Ernest’i. Bu açık sözlü gencin, kapitalizmin güçlü piyonlarına karşı, üstelik onların kurduğu yemek masasında, bu derece sakin ve cesur davranması hissettirir okura, o ağızdan çıkan sözlerin öneminin zamanla artacağını. Yönetimde söz sahibi kapitalistlere “Yediğiniz yemekte kan var” (s.36) derken Ernest, Jackson adında bir işçinin makineye kolunu kaptırışını ve bu durumun nasıl ört pas edildiği gerçeğini ileri sürer. Avis’in içinde bulunduğu toplumsal kesimi, hayat standartlarını ve ideolojisini sorgulamaya başlaması da bu davanın detayları öğrenmeye çalışırken olur.

Uzunca bir süre sözü geçen bu iş kazasının detayları, bende Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanına benzer bir hikaye dinleyeceğim algısını yaratmıştı başta. Şayet o romanda da, mevsimlik işçi olarak çalışan Pehlivan Ali patoz’a yetişmeye çalışırken ayağını kaptırmaktaydı. Tıpkı London’ın yaptığı gibi, Orhan Kemal’de eserinde; kapitalizmin eline geçirdiği sistemi makine olarak ifade etmekte ve sisteme ayak uyduramayanların sistemin çarkları arasında nasıl öğütüldüğünü okuruna yansıtmaktaydı.

Fakat, romanın beklediğim gibi ilerlemediğini itiraf etmeliyim.

Bana kalırsa London, Kemal’e kıyasla çok daha cesur davranmış kalemini oynatırken bu konuda. İdeolojik sorgulamanın bir aracı olarak kullanılan bu “iş kazası hikâyesi” Avis’in kimlik sorgulamasında sadece bir basamak olarak kullanılmış; işçi sınıfının verdiği savaş ise çok daha geniş bir çerçevede ele alınmış Demir Ökçe’de.

Esere adını veren “Demir Ökçe” tabiri, oligarşiyi belirtmek için kullanılmış ve oligarşik düzenin proletarya üzerindeki ezici etkisini yansıtmada sembolik bir rol üstlenmiştir. Kahramanımız Ernest’in kendi sınıfı olarak tanımladığı, ücretli işçilerden oluşan “proletarya” (s.141) deyimi,  roman ilerledikçe yerini “insanlığın sevdalıları” deyimine bırakmaktadır. (s.226) Bence yazarın söyleminde gözlenen bu değişim, aslında romanın geneline hakim olan bir anlatım tekniği niteliğindedir. London’ın aynı durumları ifade ederken, zaman içerisinde duygusal çağrışımları daha kuvvetli kelimeler kullanmaya başlaması; okurun da anlatılanları duygusal bir biçimde algılamasına ve istemsiz bir şekilde verilen savaşı benimsemeye başlamasına sebep olmaktadır.

demir ökçe2

 

Bu benimseme yalnızca sosyalist söylemlerde kullanılan kelimelere yüklenen duygusal çağrışımlarla değil, oligarşik düzen ve getirileri eleştirilirken kullanılan kelime seçimleriyle de şekillenmektedir.

“… Güruhtular, sokağı dolduran berbat bir nehirdiler,  uçurum insanlarıydılar… kudurmuş halde sonunda ayaklanmış, böğürerek efendilerinin kanlarını istiyorlardı…”İçlerindeki yaşam suyu vampir toplum tarafından tamamen emilip alınmış soluk benizliler…İrinleşmiş gençler ve cerahatlenmiş yaşlılar…Kısacası hayatın reddettikleri…cehennem zebanileri sürüsü gibi akıp geçtiler gözlerimin önünden.”(s.295-296)”

derken London, ve siz birinci ağızdan aktarılan çatışmaların tam ortasında kalmışken; bütün bu okuduklarınız kulağınıza daha büyük bir tiksintiyle ulaşmaktadır. Hatta London, kullandığı tezatlarla kargaşanın tarafları arasında var olan uçurumun sınırlarını daha da zorlamaktadır her satırında.

“Birdenbire karşılaştım onlarla , doğada dolaşan bir gezgin, bir anda nasıl akarsuyla karşılaşırsa. Ama benim rasladığım şey,akmıyordu. Ölüm pıhtılaştırmıştı onu.”(s.313)

derken Avis Everhard, Demir Ökçe’nin altında ezilen değerler daha çarpıcı vurmaktadır okur olarak yüzünüze.

London’ın anlatımını açıklayabilme adına verilecekler örnekler istenildiği kadar uzatılabilir elbette. Fakat her satırı, hatta her kelimesi üzerine durup düşünülerek okunması gereken bu romanı, tek yazıda bütünüyle  açıklamak ne yazık ki imkan dahilinde değil.

Ancak biraz olsun açıklamaya çalıştığım ve hepimizin distopyası olan bu eserin, sizi de etkisi altına almasına izin vermek sizlerin elinde.

Keyifli okumalar.

Kaynakça:

London, J. (2015). Demir Ökçe. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Leave a Reply

1 comment

  1. Bay B

    Kiminin distopyası kiminin ütopyasıdır, şükretmek gerekir.