Filmler genelde hikayeleriyle, karakterleriyle sevilse de, sinemanın görsel bir sanat olması gereği, bazı filmlerin görsel güzellikleriyle öne çıkması kaçınılmaz. Siyah beyaz filmlerin önünde saygı duruşu yapmakla birlikte, renk olgusunun bu görselliğin en büyük parçası olduğunu da kabullenmek gerek. Konuları, anlatımları veya muhteşem görsel efektleri, harika tasarlanmış setleri, bir dâhinin elinden çıkma çekim açıları, tekdüzeliği aşmış aksiyon sahneleri gibi görsel unsurlar bir yana, renkleri ve durdur tuşuna basıldığında duvara asılmaya hazır bir tablo oluşturan doğalarıyla öne çıkan filmlerden bir liste derledik:
(Listenin herhangi bir sırası yoktur.)
- Suspiria (1977, Dario Argento)
Bir bale okulunun üstünde gezen laneti anlatan bir korku filmi Suspiria. Günümüz standartlarına alışmış korku filmi izleyicilerine özel efektler biraz komik gelebilir, korku ögesi de sizi derinden etkilemeyebilir ama güzelliği inkâr edilemez. Çekimlerin yapıldığı mekanlar, balenin görsel güzelliği, ve Technicolor tekniğiyle çekilmiş son film olmasının yarattığı o farklı, doygun renk skalası birleşerek Suspiria’yı müziği ve görüntüsüyle unutulmaz bir film yapıyor.
- Dark Shadows (2012, Tim Burton)
Listedeki en “karanlık” film dersek hem filmin konusunu, hem espri anlayışını, hem de renk skalasını aşağı yukarı açıklamış oluruz. Dark Shadows (Karanlık Gölgeler) bir vampir filmi, ama aynı zamanda da bir komedi. Aynı adla 1966 ve 1971 yılları arasında yayınlanan televizyon dizisinden ilham alınarak yazılan filmin tarzını Tim Burton filmlerine aşina olanlar tahmin edebilirler. Olayların geçtiği büyük ve eski şatonun her detayı özenli bir görsel ortaya koyarken; film, vampirler ve cadılar gibi klişeleşmiş karakterlerin görsel olarak, kostümleri ve görünüşleriyle nasıl ortaya koyulabileceği konusunda da taze fikirler veriyor. 1972 yılında geçen filmin, 1700lerde gömülmüş bir vampirin estetiğiyle 70’li yılların çılgınlık derecesindeki renk ve şekil merakını nasıl birleştirdiğini varın siz düşünün.
- Hero (“Ying Xiong”, 2002, Yimou Zhang)
Çin’in feudal zamanlarında geçen film, Nameless (İsimsiz) adlı kahramanın, Çin’in yedi eyaletini elinde toplamaya çalışan kralı için üç düşmanla olan savaşını anlatıyor. Nameless, krala düşmanlarını yok ettiğini dört ayrı hikâyeyle anlatıyor, dört ayrı bakış açısı sunarak kararı izleyiciye bırakıyor. Filmin emperyalizm üzerine sunduğu perspektifler ve savaş sahnelerinin güzelliği bir yana, renkleri kullanışı sebebiyle listedeki diğer filmlerden ayrı bir yerde Hero (Kahraman). Nameless’in dört farklı hikâyesinin her biri kendine özgü baskın bir renge sahip. Kırmızı fanteziyi ve düşleri, mavi gerçek olduğu varsayılanları, beyaz gerçeği, yeşil ise anlamayı ve fark etmeyi temsil ediyor. Bu renkler etrafında büyük bir ustalıkla filme aktarılan dövüş sahneleri, geleneksel kostümlerle ve hikayenin kahramansı atmosferiyle buluşarak izleyiciyi uzaklara götürüyor. Başlı başına görsel ve sinematik bir güzellik olan In The Mood for Love (Aşk Zamanı, 2000, Kar Wai Wong) filminin de sinematografisin üstlenen Christopher Doyle’un Hero için de çalıştığını da not almak gerek. Film hakkında hâlâ soru işaretleriniz varsa, filmin Amerika’da gösterime girmesi için Quentin Tarantino’nun özellikle ve şiddetle Miramax’e baskı yaptığını bilmek işinize yarayabilir.
- The Fall (2006, Tarsem Singh)
1920’li yıllarda kolunun kırığının iyileşmesini bekleyen küçük bir kız, felç sonucu bacaklarını kaybetmiş genç bir adamdan çılgın hikâyeler dinlemektedir. Altı dünya dışı kahramanın maceralarını anlatan bu hikâyeler, genç adamın kıza çaldırdığı morfinin de etkisiyle, alabildiğine sürreal, alabildiğine renklidir. Çekimleri dört yıl boyunca, 28 ayrı ülkede gerçekleşen film, düş gücünün sınırlarını zorlamakla kalmıyor; kostümleri, mekânları, karakterleri ve tüm bunların dışındaki gerçeklikte oluşan hikâyesiyle film sanatının görsel kısmının sınırlarını keşfediyor. Görselliği kendi adına konuşan filmin bir de çok ilginç bir özelliği var: Film boyunca gördüğünüz her mekân, dünyada gerçekten bulunan, yani set olarak oluşturulmamış gerçek bir mekan.
- Moonrise Kingdom (2012, Wes Anderson)
Anderson’ın Fantastic Mr. Fox gibi öteki filmlerinde de gördüğümüz sarı, hardal tonlarının baskın olduğu Moonrise Kingdom, içinizi ısıtacak bir film ve bunun tek sebebi de sıcak renklerden oluşan renk skalası değil. Kimsesiz kampçı bir çocuğun, küçük bir adadaki evinden sıkılmış yalnız bir kızla yaşadığı masum aşkı ve kırlar, ormanlar, sahiller etrafında gerçekleşen kaçışlarını anlatıyor film. Hikayenin mekanlarını da göze alarak, bu sarı tabloya yeşiller ve maviler; çocukluğun ve aşkın etkisiyle de pembeler, turuncular eklemeyi ihmal etmeyin. Wes Anderson’ın bir sahnede insan veya bitki, toprak gibi organik olmayan her şeyi tek renk yapacak kadar renk düşkünü bir yönetmen olabildiğini sahne sahne kanıtlıyor film. Kostümlerden en basit eşyaya kadar dikkatle seçilmiş bu renk skalasına gösterilen hassasiyeti fark etmemek imkansız. Kostüm renklerine göre karakterlerin kişiliklerini analiz etmek isteyenlere özel tavsiye: Mavi giyinen insanlar hakkında biraz düşünmeye çalışın.
- The Grand Budapest Hotel (2014, Wes Anderson)
Wes Anderson’dan bahsedip Büyük Budapeşte Oteli’ni atlamaya kimsenin gönlü elvermeyeceği gibi, filmin hikâyesi ve atmosferi için ölümcül derecede gerekli olan renklerle büyülenmemek de elde değil. Anderson’ın sarılı, pastelli renklerle olan o hoş takıntısından uzaklaşıp; mekânların özelliklerini yansıtır şekilde daha fazla sayıda, daha canlı renkler kullandığı ilk filmi olarak The Grand Budapest Hotel’i gösterebiliriz. Moonrise Kingdom nasıl “sarı” bir filmse, The Grand Budapest Hotel de pembe ve kırmızı, bazen de kahverengi tonlarında bir film ancak beyazı, moru ve laciverti de küçümsememek gerek. Anderson’ın alamet-i farikası olan renk uyumu meselesi filmin kumaşına derin derin dokunmuş fakat bu sefer tek bir renk grubuna sadık kalmaktansa, uzun yıllar arasında gerçekleşen olayların anlatımda kullanılan renkler değişik mekânlara ve karakterlere göre büyük çeşitlilik gösteriyor. Renklerdeki bu ciddi seçicilik ve kesinlik, filmin ana olaylarına ve masalsı havasına zemin hazırlamakla kalmıyor, filmi görsel anlamda da öne çıkartarak; en iyi kostüm tasarımı, en iyi makyaj ve saç, en iyi yapım dizaynı kategorilerinde filme Oscar kazandırıyor.
- 2001: A Space Odyssey (1968, Stanley Kubrick)
İçinizdeki simetri hastasını bayram ettirecek film bu film. Kubrick’in de, bilimkurgu türünün de başyapıtı olması bir yana, çekimleriyle, kurgusuyla da görselliği ön planda olan ve bu görselliğiyle hikâyesinin etkisi arttıran bir film A Space Odyssey. Özel bir anlatım gerektirmeyecek kadar bilindik olan bu filmi bilimsel, mantıksal, hatta etik açılardan bile uzun uzun irdelemek mümkün. Tüm bu kavramlardaki zenginliğini gözden kaçırmak mümkün olmasa da, filmin görsel kısmı ayrı bir alkışı hak ediyor. Başlı başına bir efsane olan açılış sahnesi, uzay aracının bilimsel olarak bilinmez ama görsel olarak beğenmemek imkânsız olan tasarımı filmin görsel olarak güçlü noktalarından yalnızca iki tanesi. Yapım yılının 1968 olduğunu hatırlayarak, gördüğümüz sahnelerin bilgisayarla değil, manuel olarak oluşturulduğunu hatırlatmakta da fayda var (meraklısına: slit scan effect). Renk ve ışıktan oluşan uzay yolculuğu sahnesinin de ilk kez bu film için geliştirilen oldukça karmaşık özel bir teknikle çekildiğini notlar arasında eklemek gerek.
Kapak resmi Hero (2002) filminden.
Görsel Kaynakları:
http://whiggles.landofwhimsy.com/archives/2009/03/suspiria_bd_initial_impression.html
https://mishkanyc.com/bloglin/2016/03/14/saturation-and-swordplay-zhang-yimous-hero-2002
http://oneperfectshotdb.com/shot/hero-2002-2/
http://trentarthur.ca/trent-film-society-presents-the-fall-2006/
http://collider.com/johnny-depp-dark-shadows-images/
http://ekrandedektifi.com/moonrise-kingdom/
http://www.inkoherence.com/fotos-de-cine-y-tv/