“Selfie” Sanat İçin midir Yoksa Toplum İçin mi?

II. Dünya Savaşı sonrasında gelen yıkıma ve olumsuzluğa bir cevap olarak 1957’de Düsseldorf’ta doğan ZERO akımı, bir avuç genç sanatçının savaşın durağanlığa sürüklediği sanat ortamında eserlerini sergileyecek galeri bulamamasıyla başladı. Sanatçı kimlikleriyle felsefe eğitimlerini birleştiren Alman sanatçılar Heinz Mack ve Otto Piene, “Sanat sıfırdan başlamalı” prensibiyle yola çıktılar ve karamsarlık havasından silkinerek her türlü yeni başlangıca zemin sağlayacak bir “ZERO alanı” hayal ettiler. Birkaç sene sonra aralarına Günther Uecker’in de katılımıyla ortaya çıkan ortak vizyon, müthiş bir yaratım enerjisiyle dünyanın dört bir yanında karşılığını buldu.

Sanatın her formu ayrı bir ilgi ve çaba gerektirir. Farklı sanat dalları arasında farklı teknikleri, teorileri ve akımları bilmek gerekir.” Her sanatsal olayın bir yerinde elbet siz de duymuşsunuzdur buna benzer cümleleri. Şöyle bir düşündüğümüz zaman;  Yoksa sanatın kavramsal yönü beyhude bir elitlik göstergesi midir? Bunca sanatçı yanılmış olamaz değil mi? Sahi, sanat kimin içindi?

Işığın Sonsuz Olasılıkları-Otto Pienne

Işığın Sonsuz Olasılıkları-Otto Pienne

“Modern Sanat” sanatsal normları kırmayı, bir şekilde sanatı muhafazakâr yöntem ve biçimlerden ayırmayı hedefler. “Zero Akımı”da bu tanıma tam olarak uyuyor. Bu akımın ortaya sunduğu fikir dünya savaşları sonrası bir bıkkınlıktan geliyor. Her şeye, sanata bile “sıfır”dan başlamak. Onlara yıllık acının, seferberliğin ardından… Gittiğim sergide, tuvalin dışında bir sanat gördüm. Görsel olarak kullanılabilecek her şey kullanılmış gibi. Işık, video, makineler… Zaman ve uzamın dışında gölgelerin ve titreşimlerin evreninde hayat bulan anlatımlar…Bütün bunlar diye düşündüm, bütün bunlar biraz daha farklı bir şey anlatabilme ümidiyle yapılıyor. Biraz daha etkin bir iletişim yöntemi bulma çabası hepsi. Hepsi o mağara duvarlarına resimler çizen ilkel insanlardan farksız bir güdü ile yapılıyor. Sanata sıfırdan başlamak ancak biçimsel bir yönden olabilir. Çünkü insanoğlunun anlatabilecekleri sınırlıdır. Birkaç düzine basmakalıp fikirden, iki elin parmaklarını geçmeyecek duygulardan başka anlatacak neyimiz var ki?

Bir düşünün şöyle hissettiğimiz “şeylerin” toplamını; bunlar bütün sanat eserlerinin toplamıyla karşılaştırılırsa gerçekten devede kulak kalıyor. Üstüne üstlük, böyle bir çağda yaşarken anlatacaklarımız iyiden iyiye tekrara düşüyor. Herkesin iletişim yolları her zamankinden daha fazla. Elinde bir telefonu olan herkes kolaylıkla sanatsal dünyaya fotoğraf çekerek adım atabilir. İlk önce kendini fotoğraflayarak tabi. Bazıları, teknolojinin sanatın değerini düşürdüğünü, sanat için akması gereken alın terini azaltarak daha az değerli yapıtlar ortaya çıktığını düşünüyor. Ancak bu görüş bana oldukça manasız geliyor, sanatın bir değerinin olması fikri bile yeterince saçma. Sanatın değeri ancak hissettirdikleri veya çağrıştırdıkları ile ölçülebilir. Gerçi, “Sanatçı taş mı yiyecek?” derseniz, o konuda laf söylemek artık biraz da işin ustalarına kalıyor.

Otto Piene (1928 - 2014) Karanlıkta İki Dalga, 1963 Tuval üzerine yağlıboya ve is 100 x 100 cm

Otto Piene (1928 – 2014) Karanlıkta İki Dalga, 1963 Tuval üzerine yağlıboya ve is 100 x 100 cm

Bu bağlamda “Sanat kimin içindir?” sorusuna tekrar tekrar maruz kalıyoruz. Sanat ile ilgili sorulabilecek en saçma sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu basit ve anlamsız çelişkinin neden yüz yıllardır, sanat camiasında yankılandığını da anlamış değilim. Toplum için bile yapılmış olsa her zaman kişisel değil midir sanat eseri? Sanatçı kendisi için yapmamış mıdır eserini? Her sanatçı eserini kendisi için, duygu ve düşünce dünyasını bir parça dış dünyaya yansıtmak için yapar. Kişisel tatmin her türlü sosyal çıkarın önündedir. Elbette bazı sanat eserleri ikonlaşıp tarihi olaylarla bütünleşebilir. Bunun ucunun topluma değip değmemesi tarihsel ve sosyolojik faktörlere bağlıdır. Dini resimler bile bence böyledir. Bu nedenle farklı biçimler aramak sanatın “gelişimi” için elzemdir. Teknoloji, işte bunu sağlamak için belki de yegâne araçtır. Biçimi değiştirerek tekdüzelikten kurtulmak… Ya da kurtulduğu sanrısına kapılmak…

Entelektüel birikim olmadan sanat olabilir mi? Sıfırın yücelttiği diğer sayılar değil midir? Yeni çağrışımlar için yeni biçimler gerekli. Yoksa gerekli değil mi? Yoksa Rönesans ressamlarının yaptığı oto portrelerin telefonumuzun düşük megapikselli ön kamerasıyla çektiğimiz “selfie”lerden bir farkı yok mu?

Yaralanılan Kaynaklar:

http://www.sakipsabancimuzesi.org/tr/sayfa/sergiler/zero-gelecege-geri-sayim

Leave a Reply