Hemen hemen her estetik olay, temelde bir sübje-obje ilişkisine dayanır. Estetiği meydana getiren obje, her zaman ondan zevk alan bir sübje tarafından algılanır ve estetik algılarımız, değer yargılarımızla birleşerek beğeni olgusunu oluşturma yolunda büyük bir adım atar. Bu beğeni olgusu; zamanla estetizm veya estetik hareket de dediğimiz sanatların içeriğinin değil, salt görünümlerinin asli ve önemli olduğu akımı ortaya çıkarır.
Bize dikte edilen bazı genelgeçer sanat formları ve estetik zevkler beynimizin her köşesine işlenir ve her ne kadar yıllar içinde fikirlerimizi toplumsal bir zemine oturtsak da estetizm, bizi bazı açılardan ele geçirmeye daha müsaittir. Bu yüzdendir ki bazılarımız, bir eserin kusursuz olmasının birkaç şartından biri olarak sanata sanat olduğu için hizmet etmesi gerekliliğini görür.
Fakat tüm bunlara rağmen, kusursuz bir eserin estetik açıdan büyük kitlelere hitap etmesi ve bunu yaparken de toplumsal mesajı ön plana çıkarması mümkün müdür? Yani estetizme hizmet eden bir sanat objesi, aynı zamanda toplumsal bir araç olabilir mi? İşte bugün bu soruya biraz kendi açımdan biraz da daha önce konuşulmuş bilgilere dayanarak cevap vermeye çalışacağım ve aslında iki farklı ucu değil, bu kavramların ilişkisini bulmaya çalışacağım bu yazıda.

Sanat,birden fazla amaç için kullanılabildiği gibi bir araç olarak da pek tabii kullanıma açık bir olgudur.İşte bu perspektiften baktığımızda estetizme karşı bir sanat formu düşünebilir ve sanat sosyolojisi bu bağlamda bizim sanatı toplumsallaştırma amacımıza veya arzumuza hizmet etmeye başlar.
Özellikle Sanayi Devrimi’ni takip eden yüzyıldaki sanatı araç haline getirme ve halkın sanatla bağını güçlendirme isteği sanatçıların büyük bir kısmını ele geçirir ve toplumcu sanatçılar da kendilerine estetik algılara dayalı dünyada bir yer bulmaya yaklaşırlar. Bu birey merkezli değil toplum merkezli akıma karşılık estetik hareketinin varlığı aslında saf bir şekilde sanatın amacını bulmaya yönelik tartışmaların başlangıcıdır.

Toplumsallık ve bireyselliğin sanat üstündeki yansımasını en açık hissettiğimiz alanlar resim ve edebiyattır denebilir.Mesela Picasso’nun Guernica’sı toplumsallığı bir tokat gibi yüzümüze çarparken Vermeer’ın İnci Küpeli Kız’ı daha kişisel zevklere hitap eder. Tevfik Fikret’in kalemiyle Ahmet Haşim’in kalemi de birbirinden oldukça farklıdır. Empresyonistlerle ekspresyonistler, sembolistlerle parnasyenler ,romantiklerle realistler birbirinin zıttı gibi görünür bize.
Fakat bu zıtlığa rağmen hepsi birbirinden yararlanır, birbirinin özelliklerini yer yer kullanır ve estetik algısının tekdüze olmamasının sebebini adeta bize hatırlatır. Toplumsallık aynı zamanda birey içindir ve bireysellik de aynı zamanda toplumların mihenk taşıdır. Bu yüzden sanatı ve toplumu birbirinden ayrı düşünmek fikrimce yanlış ve eksik bir sanat yorumlamasına neden olur.

Van Gogh örneğinde olduğu gibi tek bir sanatçı, birden fazla amaca hizmet edebilir sanat yaparken. Bu amaç kimi zaman toplumsallığın izlerini taşır kimi zamansa bireyin içindeki duyguları dışa vurur. Tüm bu değerlendirmelerden sonra, sanat hala sadece bireyi ele aldığında mı estetiktir? Yoksa gerçekten de toplumsal eserlerin de kendine özgü hatta kimisine göre çok daha güzel bir estetik tarafı mı vardır?
İşte bu sorulara yanıtı edebiyatımızda estetik zevkle toplumsallığı harmanlayan parnasyen şairimiz Tevfik Fikret’ten bir alıntı yaparak vermek istiyorum:
İnkâr ile, ibhâm ile ma’nâ-yı hayâtı
Sevdâmızı bir vâha-yı gaflette yaşattık;
Bâzîçe-yi âmâl ederek hep sademâtı
Bir mehd-i serâbîde çocuklar gibi yattık…
Görseller: