İnsan dünyaya gönderilmeden önce yaratılış aşamasından geçti. Tanrı, Adem’i çamurdan şekillendirip ona ruhundan üfledi. Adem’in insanlığını tamamlamak için ona en büyük imtihanını sundu daha sonra Tanrı, ademin sol kaburgasından “kadın”ı yarattı. Yılan kadınla sınadı Adem’i, Tanrı kadına yönelik koydu yasaklarını; kadın Adem’in en zayıf yanı, en solu, en içi, en şeytanı oldu. Kadın “karanlık bir ayet” oldu.

Dünya üzerindeki dinlerin büyük bir kısmında kadın, erkek için bir imtihan unsuru olmuş, baştan günahlı soydan şeytan kabul edilmiştir. Kadına en değer veren dinler bile erkeklerine “Min şerrin-nisa” (Beni kadının şerrinden koru!) dedirtmiştir. Kadın her daim baskılanmış, cinsiyet ayrımcılığına uğrayarak öğütülmüştür.

1.Füruğ Ferruhzad
Şeriatla yönetilen, kadının zevk ve nesil sürdürme aracından başka bir şey olarak görülmediği bir toplumdan, edebiyatın en kadınsı sesinşn çıkması ironik karşılanabilir. Fakat o kadın, kadınsılığı özümsemiş, yaralarının aşktan olduğunu haykırmaktan, kadınlığını savunmaktan çekinmemiştir.

“arsızlıkla damgalanan

boş kinayelere gülen bendim

kendi varlığımın sesi olayım

istedim, yazık ki ‘kadın’dım”

Füruğ’dur bu, Füruğ. İsmi gibi duru, ismi gibi ahenkli şiirlerini anadili olan Farsça’da yazmıştır. Bu misk kokan, geniz yakan şiirleri bizimle ilk olarak Onat Kutlar ve Celal Hosrovşahi buluşturmuş olsa da, Türkçe yazsa böyle yazardı diyebileceğimiz çevirileri Haşim Hüsrevşahi yapmıştır. Hüsrevşahi, bir dönem Türkiye’de yaşamış İranlı bir doktor. Füruğ’nun o baharat çarşıları, tozlu sokaklar ve “karanlık susku dolu zula”lar kokan şiir diline en çok yaklaşan çeviridir zannımca onunki. Daha sonradan basılan, Can Yayınları’ndan çıkan sayın Makbule Aras’ın çevirileri, onun tutkulu anlatımına göre çok yalın ve sönük kalmış diye düşünmekteyim. Füruğ, sanatının sıkıntısını iliklerinde hissetmiş bir kadındır.

“ve aşktandır tüm yaralarım benim/ aşktan, aşktan, aşktan”

9.füruğ

Sanatçı olması, şiir yazması hasebiyle toplumdan dışlanmış, koca evinden atılmıştır. Boşanması sonrası o dönemki kanunlar dolayısıyla oğlu babasında kalmış ve Füruğ’a bir daha gösterilmemiştir. Rıza Berahani bu konuda şöyle yazmış: “Toplum bir taraftan sanatla uğraşan bir kadını fuhuşa sürüklüyor ve fahişe olarak tanımlıyor, bir yandan da onun değerli varlığını o geleneğin başında olana yani babaya veriyor ve özellikle erkek olduğu için onu eski baba, geleneksel baba gibi yetiştirmek istiyor. Ferruhzad oğluna hitaben şöyle diyor:

“seni istiyorum ve biliyorum 
asla koynuma almayacağını

sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün ben bu kafeste bir tutsağım”

Biraz da şiirlerinden bahsedecek olursak, Füruğ’da gözüme en çok çarpan unsurlardan biri “din”. İçinde bulunduğu kültür ve toplumun da etkisiyle şiirlerinde “ayet, peygamber, evliya” imgeleri çokça yer alıyor. Erendiz Atasü de 1999’da Cumhuriyet Kitap’ta Haşim Hüsrevşahi çevirisinin basımı üzerine yazdığı yazıda bundan bahseder:

Füruğ’nun şiirinde köken aldığı ülkenin ve kültürün izleri belirgindir:

“tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir.” (s.146)

“Yeryüzü ayetleri” (s.114)

“arınmanın yeni ayetlerinin peygamberidir.” (s.158)

“ve ben öyle doluyum ki sesimin üzerinde namaz kılıyorlar” (s.157)

vb.” [i]

Ben bu noktada Didem Madak’a atıfta bulunmaktan yanayım. Benzer coğrafyaların benzer kadınları olmalarının etkisiyle, din ve mistisizm unsurlarının onun şiirinde de bolca yer aldığını görürüz: “Ben işte miraç gecelerinde/Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,”; “Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca” [ii] vb… Pekala din etkisi şiirlerine ne katmış veya ne eksiltmiştir? Din ve mistik ögelerle örülü bu şiir dili, ona daha gizemli daha efsunlu bir hava katmıştır. Dinin kullanımı bazı kesimlerde ön yargıyla karşılaşmış olsa da, ben dinin şiire yansımasını kültürün ve dönemin zihniyetinin yansımasından bir farkı olmadığını düşünüyorum. Aksine dinin içinde ezilmiş kadının dini kullanarak bir söylem oluşturması, bunu tüm yasakları da diline dolayarak yapması onun şiirini daha çekici kılıyor.

Füruğ, kadının sindirildiği bir toplumda, aşkı arayan, “soğuk mevsimin eşiğinde yalnız bir kadındır”. Füruğ’nun imge dünyasında çiçekler, kuşlar, periler, okuldan dönen çocuklar, kurma bebekler vardır. Bu yönüyle yine Didem Madak’ı andıran bir üsluptan söz edebiliriz. Füruğ’nun

“ellerimi bahçeye dikiyorum,

yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum 

ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda

yumurtlayacaklardır. “

dizeleriyle; Didem Madak’ın

“Anlatarak bitiriyorum hayatımı

Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat

Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma

İsmini her şey koydum[iii]

dizeleri arasında yadsınamaz bir duyum benzerliği var. Lakin Didem Madak’ın çokomel kağıtları ve öpüşen guramiler arasında gidip gelen şiiri, Füruğ’nun yoğun ve tutkulu cinsel imgeleriyle karşılaştığında, iki güzel şairin şiirlerindeki bu “çocukluğun” farkını anlarız: Didem Madak, kadınsılığından kaçar ve çocukluğuna sığınır, Füruğ ise kadınsılığının üstüne gider ve onu bir çocuk hayali gibi masumlaştırarak okuyucusunun yüzüne çarpar. Sanki, Didem Madak kadınlığından bahsedince utanır, canı sıkılır, hemencecik örtbas etmeye çalışır kaleminden çıkıveren o cinsiyeti: “Saçlarımı çözerdim, taze elmalar gibi soyardım bedenimi/ Bahar, simit, salatalık, midye kokardı her yan/ Dünya artık bir daha hiç/ Bir okul çıkışı gibi kokmayacak mı?”[iv]. Ama Füruğ’da bu kaçışı görmezsiniz, Füruğ size adeta “Bakın, bakın kadınım ama masumum!” diye bağırır. Belki de bu karakter farklılığı Madak’ın yumuşak iklimli bir Akdeniz kadını, Füruğ’nunsa Doğu’nun baharat çarşılarını solumuş bir kadın olmasındandır.

Didem Madak bir röportajında şöyle diyor: “Hayatımla ve bir kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün
bunlar yokmuş gibi davranıp kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden biraz ‘kadınsı’, durup dururken bağıran şiirler.”[v]
Onun ikizi addettiğim Füruğ’da da bu sıkıntıların izlerini görürüz. O da durup kitabî şiirler yazmak yerine, oturup aykırı senaryolar yazmış, aykırı birliktelikler kurmuş ve kadınsılığını bağıran şiirler yazmıştır. Daha Dante gibi ömrünün ortasına gelmeden ölmüş, babasına yazdığı bir mektupta kendini en saf haliyle bırakmıştır:

Ben kendimi bildiğim andan beri benim başkaldırım ve isyanım bu aptalca görünüş ile başlamıştır. Ben büyük olmak istiyordum ve istiyorum. Ben bir gün doğup ve bir gün bu dünyadan çekip giden ve arkalarında bu geliş ve gidişlerinden herhangi bir iz bırakmayan yüz binlerce insan gibi yaşayamam.”

füruğ2

Füruğ, Virginia Woolf gibi, Sylvia Plath gibi her neslin, her toplumun “kadını”dır ve kadınsılığa bir övgüdür. Bir birey olarak sıradışılığın timsalidir. Füruğ, yaşadığı onca acıya rağmen, belki de idolüm diyebileceğim en güzel kadın, en kadın şair ve tüm varlığıyla bir şiirdir. Ve Füruğ için, Füruğ’dan:

Kuş ölür, sen uçuşu hatırla!”


[i] Atasü, Erendiz. “Dişil şiir: Füruğ Ferruhzad şiirlerinin yeni bir çevirisi: Ve Yaralarım Aşktandır”. Cumhuriyet Kitap sayı: 513 (1999), s.11

[ii] Madak, Didem. Ah’lar Ağacı İstanbul: Metis Yayıncılık, 2012

[iii] (Madak, Ah’lar Ağacı, 2012)

[iv] (Madak, Grapon Kağıtları, 2012)

[v] (Madak, Didem Madak’la Söyleşi, 2002)

Leave a Reply