23 Kasım akşamı kendimi Meb Şura Salonu’ndan Ankara ayazına atarken düşündüm: “Uzun zamandır bu kadar keyif aldığım bir oyun izlememiştim.” Ve benimle birlikte salonu tıklım tıklım dolduran onca izleyicinin de benzer bir tatlı sarhoşluk ve keyif içerisinde dağıldığını, yüzlerindeki gülümsemenin oyun bittikten sonra bekledikleri uzun çıkış sırasında bile yerini koruduğunu gördüm; demek ki tahminlerimin aksine, oyun çoğumuza hitap etmişti; birlikte gülmüş, birlikte heyecanlanmıştık. Zira oyun sırasında, kurgu ve akışın herkese hitap etmeyebileceğini düşünmüştüm; yanılmışım. Zannediyorum oyuncuların göstermiş olduğu bunca emek, çaba ve arka planda göremediğimiz bunca çalışmanın sonucu her izleyiciyi zihinlerinin bir köşesinden yakalamış, bizleri ortak bir paydada buluşturmuş ve böylece 39 Basamak, uzun süre akıllardan çıkmayacak bir performansla 2.5 saatimize eşlik etmişti.
“39 Basamak” adlı oyun aslında, İskoç yazar John Buchan tarafından kaleme alınmış bir gerilim-polisiye türündeki kitabın, yine aynı türdeki sinema filminden absürt komedi türüne çevrilerek uyarlanmış hali. Filmi Alfred Hitchcock yönetmiş ve o dönem, gerilim türündeki eserin beyaz perdeye aktarılması da çoğu izleyici tarafından oldukça başarılı bulunmuş. Patrick Barlow ise, bir basamak daha atlayıp bu kurguyu tiyatroya kazandırmış. Oyunun geçmişinde böyle referanslar olunca, izleyicide yarattığı merak ve beklenti de haliyle yüksek oluyor. 2016’dan beri bu beklentiyi fazlasıyla karşılayan 39 Basamak ekibi için aslında bu oyun yeni bir soluk değil: 10 yıl önce Kenter Tiyatrosu’nda sahneledikleri performanstan sonra, 2016’da bu absürt komedi ile izleyiciye tekrardan merhaba demiş oldular. Kadro 10 yıl öncesi ile neredeyse aynı: Demet Evgar, Okan Yalabık, Bülent Şakrak. Ancak bu sefer Hakan Gerçek’in rolünü Engin Hepileri devralmış. Oyunun konusunu, türünü, özgeçmişini bilmeyen bir izleyici bile, kendini yıllarca tiyatroya sanata adamış bu usta isimleri bir arada görme şansını kaçırmak istememiştir diye tahmin ediyorum, tıklım tıklım dolu salonu düşününce.
39 Basamak oyununun 10 yıl önceki halini izleme imkânı bulamamış olsam da kadroda yer alan değerli oyuncuların her birini bu 10 yıllık süreç içerisinde farklı oyunlarda, dizi ve filmlerdeki performansları ile takip etmiş bir izleyici olarak bu sene, onları oyunculuklarının en olgun haliyle izlemiş olmanın mutluluğunu da yaşadım aslında. Oyunculukları bir yana, belki de daha önce aynı sahneyi paylamış olmanın, aynı oluşumun bir parçası olmalarının yanı sıra sahne arkasında da dost olabilmelerinin avantajını yaşayan bu kadro, aralarındaki uyum ile de sahnede bizleri büyüledi. Gerçekten de birbirleri ile olan enerjileri, izleyicilere oyunun her saniyesinde yansıdı, bu da izleyiciyi hikâyeye daha çok çekti ve akışı sağladı. Kurgudan kaynaklı bazı sahnelerde yaşanan durağanlığı bile toparlayıp oyunu dinamik tutan bu uyum oldu.
39 Basamak’ın arka planı bana göre öyle muhteşem bir hikâyeye, sürükleyici bir kurguya sahip değil. Hikâyenin varlığından haberdar olmam, bende kitabını okuma veya Hitchcock’un yönetmiş olduğu filmi izleme isteği yaratmadı. Sahne dışında başka bir yerde deneyimlediğim bir senaryoda aynı keyfi alacağımı bu nedenle hiç düşünmüyorum. Barlow, hikâyeyi bir absürt komedi oyunu olarak uyarlayarak, oldukça yerinde bir karar vermiş diyebilirim. Ancak absürt komedilerin dezavantajı da her seyirci kitlesine hitap edemiyor oluşu. Absürt komedi, benim ve gözlemlerime göre içinde bulunduğum jenerasyonun mizah anlayışına daha çok uyuyor ve hatta kimi zaman bizim jenerasyonumuz içerisinde bile eleştirilere maruz kalıyor. Leyla ile Mecnun gibi alışık olmadığımız, basit, aykırı ama günlük mizahın, kaleme alınması kadar sahneleştirilmesi ve izleyiciye aktarılması da zor bir tarz aslında. İşte burada devreye her zaman oyuncular giriyor, oyuncuların absürt komedinin, gülünebilir oluşuna ikna etmesi ile izleyici bu tarza, bu tarzın gerektirdiği mizah ögelerine alışıyor. Bir tonlama, bir mimik bazen sadece bilinçli bir sessizlik ile bu kaynaştırma yerine getirilebiliyor.
Absürt komedi, 39 Basamak’ta en çok oyuncuların kendilerini dekorlaştırdığı sahnelerde öne çıkıyor denebilir: 4 kişilik bir kadrodan oluşan oyunda, oyuncular çoğu zaman dekorları, cansız nesneleri, doğal figürleri kendileri canlandırıyor. Bir sahnede Okan Yalabık’ı, bir dakika arayla önce elleriyle salladığı mavi örtü ile oluşturduğu “sözde” şelale sonra sahnede taklalar atarak canlandırdığı bir çalılık olarak görüyoruz. Karakterlerin de absürtlüğün farkında olduğu gerçeği ve bu absürtlük ile dalga geçme tarzları izleyicileri kahkahalara boğuyor. Ancak absürt komedi ile güldürmek sahnenin öbür tarafı için o kadar da kolay olmuyor haliyle; Okan Yalabık başta olmak üzere tüm oyuncular -zaten 4 kişilik bir kadrodan bahsediyoruz- oyunun tüm detayları ile birebir kendileri ilgileniyorlar. Dekorları sahneler arasında çok normal bir şeymiş gibi kendileri taşıyor, sahnenin karartıldığı bu dakikalarda bile mizah ve diyaloglar devam edebiliyor yerine göre. 2.5 saatlik ve 2 perdelik oyun boyunca dekorları taşıyan, dekorun bizzat kendisi olmaya çalışan oyuncular büyük bir çaba sarf ediyor. 4 kişilik bir kadro ile sürekli aktif olan ve sahneden sahneye dinlenme fırsatı bile bulamayan oyuncuların bu kadar enerjik kalması, arka planda çok özverili bir çalışmanın, aylar süren bir emeğin, denemelerin en önemlisi de yönetmen Mehmet Birkiye’nin başarısını kanıtlıyor bir bakıma.
Hikâyeyi -yalnızca bu oyun kapsamında- kendi adıma çok önemli görmesem de; 1935 Ağustos’unda Londra’da başlayan ve İskoçya’ya uzanan bir casusluk serüveni üzerine olduğundan bahsedebilirim. Masum bir adamın, yanlışlıkla bir olaya dahil olduğu ve casus damgası ile kaçarak içinde bulunduğu “39 Basamak” gizemini çözmeye çalıştığı bu kurguda mekân, dolayısı ile dekor ve de karakterler sürekli olarak değişime uğruyor. Ve her yeni karakter mevcut olan kadrodan bir kişi tarafından farklı kostümler ve farklı teknikler ile canlandırılıyor. Engin Hepileri dışında, her oyuncu birden çok karaktere can veriyor. Hatta oyun sırasında öyle bir sahneye şahit oluyoruz ki, Okan Yalabık bir şapka değişimi ile sahneyi kendisi ile diyalog kurduğu 2 karakter olarak canlandırıyor ve ustalığı ile izleyenleri kendisine hayran bıraktırıyor. Üstelik bunu o kadar doğal bir akış içerisinde sürdürüyor ki, her şeyi, en çok da sahneyi izleyenlere kolaymış gibi gösteriyor. Engin Hepileri ise böyle dinamik mekân ve karakter değişimleri içerisinde, hep aynı karakteri canlandırmasına ve çoğu zaman monologları ile seyirci karşısında olmasına rağmen, karakterin heyecanını ve büyüsünü bir an bile kaybettirmiyor; kurgunun ve akışın bazen etrafında bazense kontrolü dahilinde dönmesine izin veriyor, bir nevi hikâyenin iplerini elinde tutuyor. Haliyle 39 Basamak’a hangi açıdan bakarsak bakalım, bütün oyuncular için unutulmaz bir sahne performansı söz konusu.
Sona yaklaştığımızı hissettikçe bitmesin istediğim, oyuncuların bu kadar yorularak gösterdikleri performansa rağmen bir an bile izleyicileri yormadığı, bütün yükü sırtlandıkları ve aynı zamanda kontrolü hiçbir zaman ellerinden bırakmadıkları bir 2 perdeydi 39 Basamak. Mutlaka görülmeli...
Görsel Kaynaklar:
https://twitter.com/39Basamak/media
http://besiktaskultursanat.com/haberler/39-basamak/
Zuhal Cetinkanat
Yine sahane bir yorum
????