“Santiago, yavrum!” diye bağırmıştı: “Neyin Var?”

Santiago Nasar onu tanımıştı. “Beni öldürdüler Wene Hala”

Kırmızı Pazartesi, hayatımda okuduğum en farklı ve en ilginç kitaplardan biriydi, benim için. Kafamda soru işaretleri bırakan bir tecrübe oldu diyebilirim. Gabriel Garcia Marquez’in ününün ve popüler kültürdeki yerinin elbette farkındaydım ancak bu kadarını ben de tahmin edememişim demek ki. Kısa roman veya uzun öykü olarak değerlendirebileceğimiz Kırmızı Pazartesi’yi, bu denli özel kılan şey kurgusu oldu bence. Çünkü ne karakterler “farklı” veya olağanüstü ne de seçilen zaman veya mekanlar gerçek dışı. Üstelik romanın daha ilk cümlesinde ana figürün roman sonunda öleceği okuyucuya açık bir şekilde belirtiliyor. Nasıl olur da daha ilk cümlesinde cinayetten bahsedilen ve böylece sonu açıklanan bir cinayet romanı bütün gizemini yitirdiği halde okuyucuyu kendini okutturmaya devam ettirebiliyor? Bu mudur alışılagelen cinayet romanı algımız? Değildir, işte tam da bu yüzden okunmalıdır zaten Kırmızı Pazartesi! Kabuğumuzdan çıkmak, alıştığımız ve basmakalıplaştırdığımız algıları allak bullak etmek, yeni bir şeylerle tanışmak, ve belki de toplum olarak artık bir şeyleri değiştirmek için…

Her şeyden önce romanın kurgusuyla başlamak lazım çünkü bahsettiğim gibi iş zaten orada bitiyor. Kurbanımız Santiago Nasar isimli odak figür, katillerse aynı kasabada yaşayan ikiz kardeşler. Ama şimdi aklınıza öyle sıradan bir cinayet getirmeyin. Bu bizim bildiğimiz(?) cinayetlere pek de benzemiyor. Herkesin ne zaman, nasıl ve kimin işleyeceğini bildiği, ancak engel olmadığı bir cinayet bu bizim Santiago’nun kurban gittiği. Böyle söylenince tabii ki kulağa garip geliyordur, tahmin edebiliyorum. Ancak Marquez’in cinayeti kurgularken, ayrıntıların herkes tarafından bilinmesini istemesi ve figürlerinden hiç birine bu cinayete engel olmayı tercih ettirmemesinin özel bir sebebi, belirli bir amacı var aslında. Bence Marquez, toplumun belirli “ahlak” kuralları ve kendi etiği söz konusuyken bir cinayete bile nasıl sessiz kalabileceğini, kadın namusunun bütün kasabanın yorum yapma cesareti bulduğu bir cinayet sebebi haline nasıl gelebileceğini korkunç bir örnek ile okuyucuya göstermek istemiş. Göstermiş de, bütün gerçekliği, gerçek hayata dair bütün yansımaları ile hem de.

"Crónica de una muerte anunciada" romanın kendi dilinden bir basımı

“Crónica de una muerte anunciada” romanın kendi dilinden bir basımı

Başta ikiz ağabeylerinin sonra kasabanın bedeni ve hayatı üzerinde söz sahibi olduğu Angela Vicario, sevdiği adamı korumak için “namusunu kirleten” kişinin Santiago olduğunu ileri sürer, ortada bu ilişkiye dair en ufak bir delil dahi yokken, Santiago’nun kaderi bir anda belirlenmiş olur. Santiago’nun deyişiyle daha önce neredeyse yan yana bile görülmemiş olduğu Angela’nın yalnızca bir isim vermesi ile cinayetin ilk adımı atılır. Burada tam olarak neye, kime hangi koşullarda ne hissetmem gerektiği konusunda kafam hala karışık. Hiçbir şeyden haberi olmayan Santiago’yu ateşe attığı için Angela’ya mı? Angela Vicario adına başta ikiz ağabeyleri olmak üzere onu yargılamaya kalkan bütün topluma mı? Zaten Angela’nın ağabeyleri, okuduğum bütün romanlar arasındaki en ilginç figürlerdendi, kafamı en çok karıştıran da bu oldu zannediyorum. Cinayeti işleyeceklerini saatler öncesinden bilerek neredeyse tüm kasabaya duyuran ikizlerin bu tavrı bana roman boyunca onların birinin çıkıp da bu cinayete engel olmasını istediklerini/beklediklerini düşündürttü. Santiago’nun katili olan bu figürlerin aslında günlük yaşamlarında kimseye zararı olmayan “iyi” insanlar olması ve cinayetin önlenmesi için bilinçsizce planlarını herkese duyurma çabaları ile beraber bir an için kurbanın yanı sıra katillere bile acıdığımı fark ettim.

Romanı, diğer cinayet romanlarından farklı kılan başka özellikleri de var tabi. Mesela anlatım dili. Bence Marquez’in açık seçik dili ve gerçekçi anlatımı herkesin kaldırabileceği türden değil. Santiago’nun dağılan bağırsaklarından, merdivenlere akan kan miktarına kadar Marquez, sanki orada Santiago’nun evinin karşı balkonunda olanları sizle beraber izliyormuşçasına cinayeti birebir aktarıyor. Bu öyle canlı ve öyle gerçekçi bir anlatım ki, tüylerinizin ürpermemesi gerçekten imkansız.

Romanda cinayetten sonra yaşananlara da yer veriliyor. Angela’nın eve dönmesinden sonra yaşadığı içe kapanık hayatı ve Bayardo San Román’a karşı duyduğu aşk ile nefret karışımı duygular, katil ağabeylerin hapse girmeleri, birini öldürmenin verdiği ağırlığı kaldıramamaları ancak buna rağmen pişman olmamaları, ceset üzerinde yapılan adli tıp çalışmaları ve cinayet davasının detayları… Yani okuyucu olarak, her karakterin bir şekilde bağlantılı bulunduğu bu toplumsal cinayetin öncesini, olay anını ve sonrasını en berraklığıyla görüyor, böylece cinayete giden adımlar kadar toplum ve birey üzerindeki sonuçlarını da takip etme imkanı buluyoruz.

Kırmızı Pazartesi, kurgusu ile karakterleri ile anlatım dili ile benim için hep farklı bir tecrübe olarak kalacağa benziyor. “Masum” veya değil, Santiago Nasar ise edebiyat dünyasında, herkesin bildiği ve kimsenin birtakım bahaneler ileri sürerek engel ol(a)madığı -gizemli- bir cinayete kurban gitmiş bir karakter olarak kalacaktır. Ancak Kırmızı Pazartesi sadece ana figürü ile değil, aslında “Namus Meselesi” adı altında işlenen bu cinayetten, toplumun kadına, evliliğe ve ilişkilere olan bakış açısını öne çıkarması ile de hatırlanacaktır.

Hatırlanmak demişken, romanı okuyalı yaklaşık bir 6 ay kadar oldu sanıyorum ama ölmeden önce can çekişmekte olan Santiago Nasar’ın son sözleri aklımdan hiç çıkmıyor.

“Beni öldürdüler, Wene Hala”

Hiçbirimizin de aklından çıkmasın: Bu yaşanılanlar bu satırlar öyle çok da uzak değil.

Bizi de öldürdüler, öldürüyorlar. Bu romanda yaşanılanlar gibi toplumun durması gerektiği yerde durmadığı, kadının-bireyin bedeni ve hayatı üzerinde hak iddia ettiği, söz sahibi olmaya çalıştığı ve “namus etiketi” altında kadına değer biçtiği, anlamlar yüklediği her gün, her an bizi de öldürüyorlar.

Kapak Fotoğrafı : http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/soguktan-gelen-polisiyeler-389644

Yazıda Yer Alan Kitap Kapağı : http://kitapyorumdsarac.blogspot.com.tr/2013/01/kirmizi-pazartesi.html

Leave a Reply

1 comment

  1. Berna

    Tek kelime ile muhtesem eline yuregine saglik kizim