Anaïs Nin’in ünlü güncesi toplam on beş bin sayfadan ve yedi ciltten oluşur! Babasının ailesini terk etmesinin ardında on iki yaşından itibaren tutmaya başladığı günceleri, 1966 yılına kadar yayınlanmayacaktı. İki dünya savaşı arasındaki dönem Nin’in hayatının en ilgi çeken dönemlerinden biridir; zira adeta bir kültür ve ilişkiler balonudur. Nin orada; edebiyattaki efsane isimlerle olan aşklarından, Henry Miller’dan Antonin Artaud’dan, ya da ara sıra yazıştığı DH Lawrence‘dan, psikanalizden (René Allendy, Otto Rank …), Paris Montparnasse ve 30’lu yılların Clichy’sinde ya da Louveciennes’deki güzel burjuvalardan bahseder.
Bu “kadınsı edebiyat”ın damarı, tamamen kadınsı duygulara ve kadının bedenine, onun üzerinde kurduğu hakimiyete, ve onu ne kadar tanıdığına dayanıyor. Ne kadar öyleymiş gibi gözükse de; esasen burada pejoratif hiçbir şey yok. Anaïs Nin, tıpkı bir Colette ya da Virginia Woolf gibi, duygularını unufak ediyor, araştırıyor ve analiz ediyor. Kadının aynı çatı altında birlikte çalışan ruh ve bedeni gözler önünde bir çiçek gibi açılıyor.
Zaman zaman karşımıza çıkan tekrarlamalar, tekrar sıklığı yüzünden can sıkıcı olabilse de, zihnin nitelikleri, hayat ve duyguların sürekli tekrar etmesi sebebiyle bu küçük kusur kolayca göz artı edilebilir. Daha önce görülmemiş bir şekilde yazar, insanın diğer insanlara zarar verecek niteliklerini yayıma katmamıştır fakat buna rağmen cinsellik teması her sayfada yoğun bir biçimde işlenir ve şehvet, yasaklanmış ve ayıp olan şehvet, terk edilen babaya duyulan şehvet kendini apaçık belli eder.
Her şeyden önce bu güncelerden patlayan ve taşan, Nin’in Henry Miller’a olan tutkusu. Nin, Miller için “Aynı yere dokunuyor”, “en sevdiğim oğlum” (sevgililerini baktığı çocuklarıyla karşılaştırmayı sever), “savaşçı”, “efendim”, “dengesizlik, yaratım ve acı kaynağım,” diyor. Başlangıçta bu tutku Nin’in kendi nezdinde asla olmayacağı “femme fatale”ı enkarne ettiğinden, biraz da çelişkili aslında.
Kıskançlık ve cazibenin arasında gidip gelen Nin, duyguları dibine kadar yaşayacaktır ve başından, bulanık olsa da samimi olan ilişkiler geçecektir. Ancak yanında salt Henry olduğunda, bedenin ve zihnin ahenkle harmanlandığı, ruhunu besleyen en güzel ilişkileri yaşadığını söyleyecektir: “Aç olduğum tek şey, Henry’nin varlığı…”
Birbirlerinin bedensel ve entelektüel aşıkları Henry ve Nin. Aralarında geçen aşk sahneleri, Anaïs’ın yaşadığı Louveciennes’in görkemli malikânesinin bürosunda, kitapların ve daktiloların arasında “ruhun laboratuarı” olarak tanımladığı, fiziksel coşkunun hakim olduğu, metafizik, astroloji, psikanaliz ya da Lowenfels şiiri konuştukları o büroda geçer. “Beden her zaman ruha itaat eder.”
“Evde, cennete yeniden döndüm. Henry masamın başında oturuyor, Lawrence ile tartışıyor, notalar havada uçuşuyor, Henry iç çekiyor, sigara içiyor, küfür ediyor, yazıyor, içiyor. Eve döndüğüm zaman onun o yumuşaklığını, ve sanatın anlamı, şizofreninin ortaya çıkışı, ölüm evreni, Hamlet-Faust döngüsü, kader, ruh, mikrokozmos, makrokozmos, biyoloji, medeniyet ve ruhun kaderini konuşurken bile her zaman okşamaya hazır olan ellerini bulmak çok sevindiricidir.”
Nin’in günceleri, şiirin felsefe ve psikanaliz ile birlikte bulunduğu bol hareketli, enerjik, rahatsız edici, erotik okumalardır. Hayatını bir sanat eserine çevirmek isteyen karmaşık ve heyecan verici, hassas ve narsisizmini tığ gibi işlemiş, kimine göre sapkın, kimine göre gerçek bir sanatçı olan bu kadının düşüncelerine ve ruhuna büyüleyici bir dalış yapın. En kasvetli zevklerinde bile Nin’in yaşamının ve hayatına girip çıkan erkeklerin keyfini çıkarın.
Görsel Kaynakları
http://www.tuttartpitturasculturapoesiamusica.com/2015/08/Anais-Nin.html