Fantastik gibi başlayıp, sonradan bilim-kurgu’ya dönen kitaplar ya da filmler hakkında ne düşünürsünüz bilmiyorum ama sanırım ben bu tarz bir kitabı ilk defa gördüm. Malum, raflarda artık bilim-kurgu ve fantastik sanki aynı şeylermiş gibi yan yana durur oldu. Hangisini aldığınızı bilmeden alıveriyorsunuz işte. Benim için de Toz (The Repossession), fantastik diye alınmış bir kitaptı. Neyse ki iki türle de aram iyi ve bu kitap da tür geçişine rağmen beni üzdü diyemem. Fantastik türü de bir şekilde bilim-kurguya yakın ki -ya da okurları birbirine yakın- raflarda yan yana duruyorlar. Hatta iç içe…
Nitekim bu kitabın fantastik mi yoksa bilim-kurgu mu olduğunu anlayabilmek, o arkasındaki tanıtımdan bunu çıkarabilmek mümkün değil. Zira o tanıtım da şu şekilde zaten:
Dönüp baktığında, ondan geriye bir avuç toz kaldığını gördü… Bu bir hayal miydi? Yoksa bir kâbus mu?
Burada, kitabın türü bilim-kurgu, dediysem, kitapta hiç fantastik bir şey yok demek istemedim tabii. Ancak çoğu olağanüstülük, bilim ve fenle açıklanmaya çalışıldığı için bilim-kurgu demek daha mantıklı bu kitap için. Ancak kitap, bir yan tür olarak fantastik ögeler de barındırıyor. İşte bu da tam şu alıntıda gizlenmiş, okuyucuda bir başka “fantastik dünya” algısı yaratma peşinde:
Olağanüstü yetenekleri yüzünden odasına kapatılmasının üzerinden tam altı hafta geçti.
Gelelim kitabın bu fantastik nitelikli, bilim-kurgu temelli ana kurgusuna… Kitabın yazarı Sam Hawksmoor, Kanada’da yaşayan bir yazar. Doğal olarak, kitaptaki olayların çoğu da Kanada’da geçiyor. Spurlake, adından da anlaşılacağı üzere göl kenarı bir kasaba: Küçük ve içine dönük. Bu içine dönüklük, kasabayı gelişmek yerine geri götürürken, kasabada kontrol edilemez bir olay zinciri patlak veriyor: Spurlake’te çocuklar bir bir kayboluyor. Kitabın ilgi çekici olmasını sağlayan şeylerden biri bu bana kalırsa. Çünkü Kanada’da her yıl birçok çocuk kayboluyor ve bu kitap, kaybolup bulunamayan 12 bin çocuktan esinlenerek ve onlara adanmak için yazılmış. Eğer bunu bilirseniz, kitabı elinize aldığınız andan itibaren geçen 30 saniye içinde, kitaba sahip olmak istiyorsunuz. Çünkü yazarın bu konuda bir teorisi var gibi.
Hikâyenin tamamen kurgusal olup olmadığı tartışılır, ancak yazarın anlatımıyla ürkütücülüğü kadar gerçek olma ihtimalini de hissettiren bu eserin geçtiği kasaba, yani Spurlake, bir çeşit bağnazlığın içine hapsolmuş durumda. Çocukları günden güne hızla kaybolan ve bu konu hakkında ellerinden bir şey gelmeyen ebeveynler, kendince bu duruma sebepler arıyorlar. Ve tabi bunu mantıkla açıklayamadıkları için, yani çocukları asla bulamadıkları için, onlara en mantıklı gelen sebebe sığınıyorlar: Din ve lanet. Onlara bu konuda hem önderlik edip, hem de beyinlerini inanabilecekleri her türlü yalanla dolduran da bir önderleri var: Rahip Schneider.
Tüm yaşananlar; kaybolan çocuklar, baskıcı ve bağnaz ebeveynler, ana karakter kızın, yani Genie Magee’nin gözünden anlatılıyor. Genie’nin annesi, Rahip Schneider’in müridlerinden biri. Rahibin iddiası üzerine kızının şeytan olduğuna inanıyor ve onu odasına hapsedip pencerelerine parmaklık taktırıyor ve rahibin ilanını diğer müridlerle paylaşmaktan çekinmezken bir defa bile kızının gerçekten şeytan olup olmadığını ya da tamamen bir yalanın içinde yaşayıp yaşamadıklarını sorgulamıyor. Genie’nin yaşadığı psikolojik ve fiziksel şiddetle başlayan kitap, Genie ve erkek arkadaşı Rian’ın bu bağnaz ve küçük kasabadan kaçıp bir çiftçinin yanına sığınmasıyla bilim-kurgunun yolu görünmeye başlıyor ve yer yer okuru rahatsız etse de, tıkanıp tekrar çözülse de, sürükleyici bir kurguya sahip Toz.
İnişli çıkışlı dinamikleri ile birden fazla kitabı peş peşe eklemişler gibi bir olay örgüsüne sahip olan Toz, bilim-kurgu seviyorsanız mutlaka okuyun diyebileceğim bir kitap değil. Ancak eğer siz de benim gibi bilim-kurgu ve fantastik denildiğinde her elinizi attığınız kitabın bir üçleme, beşleme tarzı bir serinin bilmem kaçıncı kitabı olmasından sıkıldıysanız, okuyup, kapılıp, bittiğinde de bir kenara bırakabileceğiniz zekice bir kitap arıyorsanız tam size göre. Hayır, bu kitap tek bir kitap falan değil. Bir üçlemenin ilk kitabı. Ama güzel olan, ben kitabı bitirdiğimde ne ikinci kitap Gölge’yi, ne de üçüncü kitap Rüya’yı okumak isteği duymadım. Benim için ilk kitap gayet de bir sondu yani. Diğer çoğu seri gibi aklınız ve merakınız kalmıyor, kitap kendi içinde bitip gidiyor. Keyifli okumalar…
Dokunamayız, seni hissedemem. Rüzgarı ya da yağmuru hissedemeyiz. Hiçbir şeyin kokusunu alamayız. Ve biliyorum, bu aptalca ama bir şeyleri hissedebilmeyi çok özlüyorum.