“İyi insan olmanın da, hoş görünün de, sevmenin de sermayesi bedava. Sevin lan birbirinizi!”
Sıcak bu, daha soğumamış. Bir şey yapmalı!
Para koy üstüne, çabuk soğur.
Ee, deve var, deve murattır, kısmettir, iç hatta, şifadır. Aman dikkat et kem gözlü biri var. Patlatıyorum. Gözü olanın gözü çıksın. Bak, bak görüyor musun? Haneye ay doğmuş. Güzel haberler alacaksın. Üç vakte kadar sana yol gözüküyor.
Bir çizgi şeklinde bu yol. Alın çizgisi. Dengeni sağlamaya çalışıyorsun cambaz misali.
Parmağımı koyduğum yere odaklan. Yüzünü dönmüşsün. Demokritos gülmüş, Herakleitos ağlamış. Telvede arz-ı endam eden turist!
Bir dilek tut!
Selamını ver, hey yavrum hey!
turist ömer derler benim adıma, adıma
pişman olur bakmayanlar tadıma
amaneey
sabahları bi kadeh, akşamları beş kadeh
neşemi de bulunca dalgama da bakarım
amaneey
Selamından, ağdalı kelamından, yüreğin en sapasağlamından, eh biraz da aşkın sırılsıklamından alışık olduğumuz, gönülleri gezmiş hem ağlatmış hem güldürmüş bir isim; Sadri Alışık nam-ı diğer, Turist Ömer.
Filmlerinden aşina olduğumuz Alışık’ı bir de kendi yazdığı şiiriyle tanıyalım:
paşabahçede doğmuşum
sayı bilmişim sünnet olmuşum
koynumda pabuçlarım
uyanık uykular uyumuşum arife geceleri
kamalı bekir çamur ahmet bir de süleyman
ayak yapıp çift kaleler kurmuşum
cigaraya başlamış
tertemiz yataklarda pis rüyalar görmüşüm
tepelerde uçurtma
sokakta şarkı
karakollarda sabah
ekmek karnesi çay fişi
ihtilaller görmüşüm
kah kafa vurmuşum taşlara
kah can evimden vurulmuş
hanumanlar yıkmışım
üçüncü selim mustafa çavuş ve baküs
erik narı çiçek açmış şarkılar
yitik baharlarında gönlümün
ve kıpkırmızı bir granada akşamı
ispanya’da şatolar kurmuşum
oklar üşüştürüp gemiler batırmışım karadeniz’de
sancaktepe hadımköy’de nöbetlere kalmışım
daracık daracık sokaklara girmişim
ya dostlar tutup sofralar vermişim
ya ev bark kurup anasını satmışım
avarelik mavarelik etmişim
en sonunda oyuncu olmuşum olabildiğimce
1961 Şişli
Yıllardan 1925, aylardan nisan, Mehmet Sadrettin dünyaya gözlerini açar. Kardeşi Nevin, ona Sadri diye seslenecektir. Bu adı benimseyen Mehmet artık Sadri adını kullanacak ve yıllar sonra milyonların yüreklerine dokunan karakterlerin aktörü olmaktan çok, onların Sadri Babası olacaktır. Vefakâr, cefakâr, kimseye eyvallahı olmayan, sevgi görmeyenlerin omuzu, fakirlerin kumbarası, âşıkların Orpheus’udur o artık.
İstanbul’a olan sevdasından tiplemelerini yolda yürürken karşılaştığı İstanbullulardan yaratır. Ayrıca, İstanbul duyulan şiirler yazmıştır. Şiir kitabının adı da Bir Ömürlük İstanbuldur.
https://www.youtube.com/watch?v=CVQ3Apj3hMw&feature=youtu.be (İstanbul Şehri Şiiri)
bir sabahçı kahvesinden
kavaklar derim kız kulesi derim
hisarlardan birine takılır gözlerim
doymaz martılar gibi
ışıklar hiç sönmesin isterim
bir demli çay
bir demli çay daha
sonra hep
istanbul şarkıları söylerim…
Hugo ve Tolga Abi, Han Solo ve Chewbacca, Marx ve Engels ne ise İstanbul ve Sadri Alışık da öyledir. İstanbul dışında olmaktan pek hoşlanmaz, hatta İstanbul’dan uzaklaşmayı musibet olarak nitelendirir. Ankara’da geçirdiği trafik kazasından sonra bu inancı ve sevgisi katlanır. Hastaneye kaldırıldığında gözleri endişe içinde neler olduğunu anlamaya çalışır. Neyse ki bir şey olmamıştır ama yüzünde iz kalmaması için ameliyat olması gerekmektedir. Doktor, kırışıklıklarını da yok etme teklifinde bulunduğunda Sadri Alışık ders niteliğinde bir cevap verecektir. “Aman doktor sakın ha, ben onlara bir ömür verdim!”
Okul çağlarında piyeslerde oynayarak atıldığı tiyatro kariyerini ileriki yaşlarında Yeşilçam’da yüzlerce filmi olan büyük bir sanatçı olarak sürdürecektir. Hafızalardan silinmeyen replikleri ve tiplemeleriyle sektörün ilham kaynağı, derdine çare arayanların ilacı olmuştur.
Sadri Alışık’ın ilhamı ise Baba Rafet Bey’in, “Sana bir nasihatim var, aynı zamanda da vasiyetim olsun bu. Artık yeni bir hayata atılıyorsun. Bundan sonraki yaşamında, işini elinle değil, canınla yap,” demesidir. Hayat verdiği karakterler, İstanbul âşığı Alışık’ın etinden, tırnağından, canından, kanından birer parçadır artık. Alışık, bir inşaat işçisinden şapka satın alır. İnşaat işçisi bu şapkanın bir kafada bu kadar ünleneceğini bilebilir miydi? Askerdeki arkadaşından edindiği selamı da birleştirelim. Şapka ile selam, işte size Turist Ömer. Ve bunun gibi birçok karakter…
“Daha dünyaya gelmeden ofsayta düşen” Ofsayt Osman oluverir bazen. Haldun Taner’in Fasaryası misali trajikomiktir yaşadıkları. İçinizden ve hatta bağırarak, hadi bu sefer başaracaksın diye destek olmaya çalışırsınız izlerken. Ofsayt Osman’ın derdini dert edinirsiniz âdeta.
Bazen Gönlübol Arif’tir. Efkârlıdır ağabeyler. Dokunmayın, bin ah işitirsiniz. Saf duygularının kurbanı oluverir. Tanıdıkları kişi Deniz Kızı Fatoş değilmiş meğer ağabeyler, kandırılmış. Ah be Fatoş, ne yaptın bizim Gönlübol Arifimize. E tabi Arif de durur mu gururlu bir şekilde kaymak tabakanın partisinde lafını gediğine oturtur. “Hadi oynayın çaçanızı çalın alafranganızı, biz de Çakır’ın meyhanesinde, hicran yine hicran mı bu aşkın sonu söyle, şarkısına atarız kendimizi. Bakma ağladığıma Fatoş öldü diye ağlıyorum. Deniz Kızı Fatoş, hey yavrum hey!”
Az kalsın, Kapkaç Hüsnü’yü unutuyorduk. Mahallenin abisi, âşık Hüsnü… Müjgan terk etmişti onu. Hem de para için. Yazık oldu Hüsnü’ye. “Bugün Müjganda bi hâller vardı. Gazozunu içmedi, bugün Müjgan güzel bile değildi. Gözleri dört defa lacivertti Müjgan’ın.”
Sanat Güneşimiz Zeki Müren ile oynadığı bir sahne vardır ki, aşk acısı çeken birine nasıl telkinde bulunulacağının en acıtan hâlidir. Kalbine bir ton kömür düşen arkadaşına şöyle der; “Bu zengin kızlarını seven fakir halk çocuklarının hikâyesidir. Hiç kimsede değişmez. Ne demiş Jaymis bond: paran varsa dünya sana âşık, züğürtlere yakışır tahta kaşık. Yes alright.”
Aşkın en saf hâlidir onunki. Homojendir. Her hareketi ve davranışı aynı kapıya çıkar, aşk acısı çeker. Öz kütlesi sabittir. Aşk acısı çekerken de kendinden ödün vermez. Kendine hastır yaşadıkları, yaşattırdıkları. Erkekler ağlamaz diyenlere inat bir güzel ağlamaz mı? “Gönül davası üzerine, hani giderken uçuyorduk ya dönerken kaplumbağa abi. Yol bitecek diye ölüyorum. Trafik memurunu Türkan görüyorum iyi mi? N’oluyor dedi Ekrem, iş dedim. Israr etse de anlatsam dedim. Baktım ısrar etmedi ben de döküldüm. Babasının yanında yirmi tane Osman çalışıyor dedi. On kişi nöbette dedi. Ben de on birinci olurum dedim yattım nöbete iyi mi. Efendilik güzellik, nezaket, alçak gönüllük, ya kâğıt helvası gibi ya abi ne istersen onda he. … üsteğmen geldi, erkek adam ağlar mı dedi. Ağlar da sızlar da dedim, bu ne davadır bilirsin.” Osman ile Türkan erdi mi muradına? Kerevetine çıkamadan mutsuz son. Sen bunları yaşayacak adam mıydın Osman Abi? Ekrem ile Türkan’ın nişan davetiyesi gelmez mi bir de? Ama kabahat onda değildir, şarkılardaki kızlardadır.
Yıllardan 1959, Sadri Alışık hayat arkadaşını bulmuştur. O isim, Attila İlhan’ın kardeşi Çolpan İlhan’dan başkası değildir. Sanki Türk sanat camiası bu aileden oluşuyordur artık. Eniştesi, aşk şiirlerinin kaptanı, yalnızlık çekenlerin mecbur olduğu şair; eşi sahnelerin çakır gözlü aktrisi…
Mevzubahis Sadri Alışık olunca en yakın dostu, dosttan da öte yoldaşı Türk sinemasının jönü, Taçsız Kral Ayhan Işık’tan bahsetmemek olmaz.
Hele Avrupa turnesi anıları vardır ki dostluk kelimesinin ne kadar derin manalara geldiğini anlamanızı sağlar. Nereye giderlerse gitsinler, Ayhan Işık ile Sadri Alışık’a hep aynı odayı verirlermiş. Ayhan Işık erken yatar, Sadri Alışık ise gece içtiği için uyumaya geç gidermiş. Bir gün kamaralardan biri boşalınca Ayhan Işık derin bir oh çeker. E tabii Sadri Alışık bu duruma anlam veremez. Neden diye sorduğunda ise her gece içkili gelip Ayhan Işık’ın yanına yattığını ve bir elinin hep üstünde ona sarılı olduğunu öğrenir. Bir ayın sonunda rahatça uyuyabilecektir Ayhan Işık. O bir ay boyunca ise bir kez bile sesini çıkarmamış.
“Ben kaza geçirdim benim başımda beyin kanaması olmayayım diye elinde buzlarla 48 saat bekledi Ayhan. Şimdi biz onu beyin kanamasından kaybettik. Fena hâlde özlüyorum.” Ayhan Işık vefat ettiğinde Sadri Alışık senelerce mezarlığına gidip yas tutar. Evinde, Ayhan Işık’ın fotoğraflarının olduğu bir köşe hazırlar. Ne zaman Işık’ın sözü geçse gözleri dolar, sesi titrer. Ona karşı içer içkisini, özlemini gidermeye çalışır. Şerefine Taçsız Kral!
Affet sesini iyi alamamışım
Dün gece telefon eden sen miydin?
Gülşen’e sordum “O çoktan öldü” dedi.
Doğru mu?
Her Ayhan’ın ölümünde
Kim bilir kaç tane sen vardın
Ama sende, senden başka Ayhan yoktu.
Satırlar boyunca anlamaya çalıştık, kimdir Sadri Alışık? Kendisi cevabını vermiştir zaten. “Sadri Alışık, hatıralarıyla yaşayan adamdır. Geçmişine bağlıdır, dostlarına düşkündür. ‘Eski şarap, eski dost’ diyen bir felsefe benimsemiştir. Sakindir, samimidir. Kendinde herkese benzemeyen bir taraf vardır, o da bilir bunu. Düşkünlere yardım etmeyi sever; anlayışlı ve müşfiktir. Cemiyet kanunlarını hiçe sayar ve bildiği gibi yaşamak ister. Kimseden bir şey beklemez, kimseden ricada bulunmak istemez. Dünyaya sanatkâr gözüyle bakar. Kimsenin göremediği şeyi hisseder. Rahattır; kendinden emindir. Zaman zaman ölümü özler. İki dünyanın mukayesesini yaptığı çok olur. Ancak, hayata da sıkı sıkıya bağlıdır…”
18 Mart 1995, Sadri Alışık aramızdan ayrıldı ayrılmasına ama biz hâlâ tiplemelerini ezbere biliyor, dillere destan repliklerini duvarlara boyuyor, yüzümüzde gülücükle selamımızı veriyor, kalbimizi kıranlara yüreğimizi dönüyoruz. Hey yavrum hey! “İyi ya, mademki hepimiz günün birinde çekip gideceğiz, o halde bunca matem, bunca kahır niçin? Sizinkisi matem değil zaten, korku, korku! Hayat demek, ölümü beklemek demektir. Az çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları işte falanları filanları göreceğiz, birçok şeyin tadına bakacağız, sonra da ister istemez ‘gidiyorum elveda’ şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse, gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun.”
Biri Sadri Alışık’a, biri Ayhan Işık’a, biri…
Dileğim gerçekleşecek mi?
-“Sen ofsayt nedir bilir misin abla? İşte o benim. Ömründe hiç bir işe yaramamış bir baltaya sap olamamış bir hergelenin heykeli dikilse… Benim kalıbımı dökerlerdi! Ne zaman gol diye sevinsek arkamızı dönüp baktığımızda ofsayt bayrağını kaldırmış bir hayat görüyoruz… Hepiniz, hepiniz hakem olun abiler. Ya bu maç be! Tıpkı bir maç! Ama böyle hayat sahasında oynanıyor. Oyuncuları bizleriz. Topumuz da namusumuz, vicdanımız, insanlığımız. Ben, ben Osman… Ofsayt Osman. Söyleyin be… Allah rızası için söyleyin. Gene mi atamadım golü ha? Bu da mı gol değil be? Gol mü?”
Tıpkı bir maç, kırmızı kart görenler… Saha dışı edilip insan gibi yaşamaya çalışanlar. Bir sokakta bir araya gelip dillerine doladıkları türküler… SEbepsizce MİHrapları yok edilenler, NURani yolları öldüresİYE tahrip edilenler karnı aç gözü tok olanlardır.
Sana bir tavsiye… Bir dahakine güneşi iç. Zaptı yakın olsun!
“Bu da mı gol değil hâkim bey?”
İnsan olmaya çeyrek kala bir hareket;
Sokak köpeklerine selam olsun!
Not:
Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim’i Sadri Alışık’tan dinlemek isteyenlere;
https://www.youtube.com/watch?v=2A3B1B8neNc&list=PLCE6FA22C3C0A959A&index=6
Bir daha not:
Küçük bir yazıya sığdırmak mümkün değildi. O yüzden kendisiyle ilgili başka özelliklere ve diğer repliklerine bakabilmeniz için birkaç site:
http://www.incesoz.com/sadri-alisik-sozleri-ve-replikleri/
https://onedio.com/haber/adam-gibi-adam-sadri-alisik-a-hayran-olmak-icin-21-sebep-452206
Ali Ertuğrul
Çok güzel bir yazı olmuş. Ellerine sağlık Günce. Gözlerim doldu.