Bu yazı Mehmet Öklü’nün “Kimseye Etmem Şikayet” isimli kitabından esinlenerek yazılmıştır.

“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime…” Sözleri İhsan Raif Hanım’a, bestesi Kemani Serkis Efendi’ye ait, nihavend makamında okunan bir Klasik Türk Müziği eseri. Müzeyyen Senar, Zeki Müren gibi pek çok değerli sanatçı tarafından seslendirilmiş; 2000’li yıllardan sonra da birçok Türk Sanat Müziği albümünde yer bulmuş; Şevval Sam, Funda Arar gibi sanatçılar tarafından da yorumlanmıştır. Ve yine bir zamanlar TRT’de yayınlanmış, başrolünü değerli sinema sanatçımız Sadri Alışık’ın oynadığı Kartallar Yüksek Uçar adlı dizinin birkaç bölümünde, onun hayat verdiği karakter Banazlı İsmail tarafından seslendirilmiştir. Ve Sadri Alışık’ın o eşsiz yorumu, o içli sesiyle izleyenlerin ve dinleyenlerin kalbinde büyük bir yer edinmiştir.

Pek çoğumuz için rakı sofrasında dinlenilesi şarkıların en başında gelir. Müziğindeki büyü, sözlerindeki incelik ve nezaket ile yalnızca rakının onu değil, onun da rakıyı çağrıştırdığı inkar edilemez bir gerçektir. Çünkü rakının çaresizlikle büyük bir ilgisi vardır. Şarkının vakur sözlerinin her bir hecesinden dökülen o naif hüzün ve içli hal de çaresizlik duygusunun pek asil ve dikbaşlı dışa vurumudur. Dinlerken hem içlendirir hem de garip bir özgüven duygusu verir insana. Yani hayat kendi yolunu kendi çizerken, dünya senin üstüne üstüne gelirken yine de etmezsin şikayet; düşmezsin; incinmezsin…

Eşsiz makamının hissettirdikleri, sözlerinin bünyemizde açtığı yaralar ve fındık kabuğu misali küçük dünyalarımıza dair çıkarttığı anlamlar bir tarafa; hikayesi, kim tarafından, ne için ve hangi şartlar altında yazıldığı da büyük bir önem içeriyor şarkının. Geçtiğimiz aylarda, bir blog yazısından tesadüfen öğrendiğim bu acı dolu, buruk hikayeyi son günlerde her birimizin üzerinde düşünmeye, hakkında okumaya ve birtakım yorumlarda bulunmaya kendini şiddetle mecbur hissettiği, kamuoyu tarafından “Tecavüz Yasası” şeklinde anılmaya başlanan o utanç verici cinsel istismar önergesi üzerine yeniden hatırladım. Ve öfkemi, düşüncemi kültürün ve sanatın süzgecinden geçirerek ikinci kişilere duyurma fırsatına sahip olduğum bu kanalda, son yaşananların bende ve pek çok kişideki çağrışımı “Kimseye Etmem Şikâyet”in hüzünlü hikayesini bilenlere hatırlatmak, bilmeyenlerle de paylaşmak istedim.

237621_600_mehmet_oklu_1369097697

Şarkının sözlerinin sahibi İhsan Raif Hanım, 1877 yılında, varlıklı bir Osmanlı ailesinin, sarayın gözde isimlerinden bir babanın kızı olarak dünyaya gelir. Nişantaşı’nda, günümüzde de varlığı devam eden Taş Konak’ta dönemin ileri gelen hocalarından iyi bir eğitim alır.  “Kimseye Etmem Şikâyet”in acı dolu sözlerini yazmasına sebep olan olay da, İhsan Raif Hanım henüz on üç yaşında bir kız çocuğuyken Taş Konak’ta yaşanmıştır. İhsan Raif ve kardeşi Belkıs odalarında oynarken, içeri hiç tanımadıkları bir adam girer ve İhsan’ı kaçırmaya çalışır. Bu kişi, reji memuru Mehmet Ali’dir. Aralarında hiçbir temas olmaz. Büyük bir telaş ve korkuya kapılan Mehmet Ali kaçar. Fakat İhsan Raif’in adı ‘kirlenmiştir’ bir kere. İhsan’ın kirlenen adını temize çıkarmak, hakkında yapılan dedikodulara bir son vermek adına; babası, on üç yaşındaki kızı İhsan’ı, hiç sevmediği Mehmet Ali ile evlendirmeye karar verir. On üç yaşına dek hayatını sürdürdüğü Taş Konak’tan, ailesinden, çocukluk anılarından, masumiyetinden, çok sevdiği İstanbul’dan ayrılıp İzmir’e gelin olarak gönderilirken; acısını, üzüntüsünü, gelecek günlere dair korkusunu ve umutsuzluğunu “Kimseye Etmem Şikâyet” in sözleri ile dile getirmiştir İhsan Raif. Ve yüzyıl sonra bile burukluğu geçmeyecek acı bir tat bırakmıştır dinleyenlerin kalbinde.

tecavuz-yasasi-640x360

Geçtiğimiz günlerde, TBMM’ye sunulan cinsel istismar düzenlemesi teklifi üzerine konuşulanlar, yurdun dört bir yanında süregelen tepkiler, eylemler, gözaltılar ve tüm bunlara yine yukarıdan bakan o zihniyet açıkça gösteriyor ki, bundan bir elli, yüz yıl sonra bile, bize yeniden İhsan Raif Hanım’ın hikayesini anımsatacak daha pek çok şiir ve şarkı yazılacak bu ülkede. Bakan Bey, ısrarla bu yasanın  bir tür ‘tecavüzü aklama yöntemi’ olmadığını iddia eden açıklamalar yapıyor. Önerge ile ilgili gelişmeleri ve bu karardan kadınıyla, erkeğiyle, milletçe payımıza düşenleri önümüzdeki günler içerisinde hep birlikte görecek ve yaşayacağız. Tüm bu gelgitler, dalgalanmalar, kaçak göçek, dolambaçlı yanıtlar önergenin akıbetiyle ilgili bir varsayımda bulunmayı oldukça zorlaştırıyor. Fakat her şeye rağmen, iyi bilinmesi ve emin olunması gereken bir husus var: Günlerdir milyonlarca insan tarafından konuşulan bu konunun bünyemizde bıraktığı tahribin, ruhumuzda açtığı derin yaranın toplum olarak nasıl bir çürümüşlük ve nasıl bir ahlaki çöküntü içerisinde bulunduğumuzun açık ve net bir ifadesi olduğudur. Neresinden tutarsak tutalım, daha uzun yıllar geçmez, geçemez bir azap!

Fakat tüm bu acılara, bu kara bulutlara rağmen; yine de bir umuttur yaşamak. Güzel haberlere, aydınlık sabahlara uyanacağımız günler bizim olsun.

Leave a Reply