Geçtiğimiz hafta, restorasyon çalışmaları sırasında çıkan yangında Notre- Dame Katedrali’nin büyük hasar görmesi, dünyanın dört bir yanında yangının yayılışını izlemek dışında elinden hiçbir şey gelmeyen insanları büyük üzüntüye uğrattı. Paris’i Paris yapan mimari eserlerden biri olan ve yapıldığı günden bugüne sanatın birçok dalını etkilediği gibi bu yapı, ziyaret etme şansına erişmiş olsun olmasın kuşaklarca insanın hayatlarında yer etmeyi başaran sayılı eserlerden biri ve ortak bir insanlık belleğinin de parçası.
Olan biteni büyük bir kalp acısıyla izlerken ister istemez ülkemizin mimarlık tarihi hakkında da düşünmeye başladım. Benzer bir felaket bizim mimari eserlerimizin başına gelse (ki ne yazık ki farklı senaryolarla sürekli gerçekleşiyor) toplum olarak bizim tepkimiz de benzer olur muydu?
Burada belirtmek istediğim nokta bazı ülkelerdeki felaketlerin diğer ülkelere kıyasla daha çok dikkat çekmesi ya da önemsenmesi değil. Daha çok, toplum olarak sokaklarımızı, şehirlerimizin görünümünü, çocukluğumuzu ve anılarımızı çevreleyen, hayatlarımızın arka planı olmasının yanı sıra bizi biz yapan mimarimize kendi verdiğimiz değerden bahsediyorum. Kaçımız her gün önünden geçtiğimiz, içlerinde yaşadığımız ya da çalıştığımız binaların gerçekten farkında olarak yaşıyoruz? Ya da okuduğumuz kitaplarda geçen izlediğimiz film ve dizilerin geçiş sahnelerinde kullanılan görüntülerdeki eserleri içselleştirecek kadar biliyoruz?
Haydarpaşa Garı 2010 Yangını
Yaşadığım şehirdeki mimari yapılar Notre-Dame kadar tarihi ya da önemli değil diye bir düşünceye kapılabilirsiniz. Ama kendi yaşadığım şehir olan ve Cumhuriyet ile beraber şehirleşen ve gelişen Ankara’yı ele almam gerekirse, Cumhuriyet tarihimize tanıklık eden ya da o süreci izleyen yıllar da dahil olmak üzere farkında olmadan önünden geçip gittiğimiz birçok dikkate değer özel yapının kötü örnekler arasında hala parlamaya çalıştığını söyleyebilirim. Ne yazık ki farkındalığımızın düşüklüğü bu yapıları korumaya yetecek düzeyde değil. Önemli mimari yapıların birçoğu yıkımla, özensiz restorasyonlarla ya da müdahalelerle karşı karşıya kalmakta ve çoğunlukla ülkemizdeki değerleri korumak için uğraşmayı geçelim, neleri yitirdiğimizi bile anlamıyoruz.
Bu durumun eğitim sistemimize ve ilgi alanlarımızın doğru şekillerde yönlendirilememesine bağlıyorum. Ancak mimarlık ve güzel sanatlar fakültelerindeki bölümlerde okuyan öğrenciler mimarlık tarihi gibi derslerle çevrelerindeki yapıların önemini ve değerini kavramaya başlıyorlar. Fakat bu farkındalık toplumun sadece belirli bir bölümünü ilgilendirmiyor, Türkiye’nin değişikı şehirlerinde yaşayan her birey önce kendi şehrinden başlamak üzere ülkesinin mimarisine ve mimari değerlerine hâkim olmalı. Bu sebeple mimarlık tarihi gibi dersler üniversitede değil ilkokuldan itibaren verilmeye başlanmalı, geziler düzenlenmeli, sokaklar, caddeler bir de mimari göz ile inceleyerek gezilmeli. Böylece yaşadığımız kültürü, tarihi ve çevreyi daha iyi anlayabilir, içselleştirebilir hem de edindiğimiz mimari ve kentsel farkındalık ile de geçmişimizi koruyarak geleceğimiz için de daha yaşanabilir binalar ve kentler hayal edebiliriz.
Görsel Kaynaklar:
Kapak Fotoğrafı: https://www.afp.com/en/news/15/investigators-probe-notre-dame-inferno-donations-pour-doc-1fo6o21
AFP / Hubert Hitier
Görsel 1:http://v3.arkitera.com/h58721-kontrolsuz-izolasyon-catilari-kul-ediyor.html
Görsel 2: