“Bence her şair, şiir hayatı boyunca üç burçtan: gurbet, hasret ve hikmet burçlarından geçiyor.” diyor Behçet Necatigil. Benzer şekilde, Behçet Necatigil’in şiir anlayışını farklı evrelerde değerlendirmek mümkündür. 1945 – 1955 yılları arasında anlatma unsurunun ağır bastığı şiirler yazan Necatigil, okuyucusunu yormayan bir üslup benimsemekteydi. 1955’ten sonra şiirindeki öykü unsurunu azaltmış, kendini sezdirmekle yetindiği şiirler yazmaya başlamıştır. İlk bakışta bilmeceli görünen bu yeni şiirlerinde Necatigil’in derdi yüksek sesle okumaya el vermeyen şiirler yazmaktır. Bu anlamda, şiir anlayışının ikinci evresinin içe dönük olarak nitelendirilmesi mümkündür. Bu içe dönüklüğü keşfedecek olanlarsa şiir arkeologlarıdır. Yani, şair şiirinin özünü yalnızca nitelikli okuyucusuna ayırmaktadır. Behçet Necatigil’in Yaz Dönemi kitabında yer alan Nilüfer şiiri de şairin bu yeni anlayışla yazılan bilmeceli şiirlerdendir.
NİLÜFER
Ben oraya koymuştum, almışlar,
Arasına sıkışık saatlerin.
Çıkarır bakardım kimseler yokken;
Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar.
Kışken ilkyaz, sularımda açardı;
Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı?
Eski defterlerde sararırmış yaprak.
Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar.
Bir ışıktı yanardı gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya yattı,
Sardı karşı kıyıları karanlık-
Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.
Behçet Necatigil, Çağa Eğitim Enstitütü’nde edebiyat öğretmeni olduğu yıllarda öğrencileriyle paylaşmıştır şiirin hikayesini. “Birbirimizi severdik sonra araya ikimizden kaynaklanmayan bazı sorunlar girdi” diyerek sözle başlamaktadır şair. Kavuşamadıkları ve geriye yalnızca bir fotoğrafın kaldığı türden bir ilişkidir bahsettiği. Bu ilişkinin üzerinden artık seneler geçmiştir. Behçet Necatigil evlenmiş hatta çocukları olmuştur. Bazı akşamlar günün yorgunluğunu atmak için eski, kalın bir kitabın arkasına sakladığı eski nişanlısının fotoğrafına bakan Necatigil ” Onunla geçen günlerimi, gülüşmelerimizi düşünür mesut olurdum. Beni bana gösteren bir ayna gibiydi o fotoğraf. Rengi uçuk bu fotoğrafa bakmak tüm yorgunluğumu alırdı. Bir süre seyrettikten sonra fotoğrafı yerine koyar, huzur içinde uyurdum.” sözleriyle anlatmıştır, bu fotoğraf karesinin çağrışımlarını. Bu çağrışımlar öyle güçlü olacaktır ki ilerleyen süreçte fotoğrafa bakmak bir alışkanlık halini alacaktır şairde. Nilüfer’i de bu yorgun günlerin birinde yazmıştır. Eli yine eski kalın kitabına gitmiştir. Ne var ki, şairin yazdıkları fotoğrafın ilhamları olmayacaktır. Tam tersine, fotoğrafı kitabın arasında ve başka hiçbir yerde de bulamadığı için yazacaktır. “O günden sonra hayal penceremin önüne duvar örüldü ve karşı kıyıları bir karanlık kapladı” sözleriyle hikayesini sonlandıran Necatigil, Nilüfer‘i kaybolan ilhamların etkisiyle yazmıştır.
Ne dersiniz, Nilüfer anılara gidilip mesut olunamayan bir yorgun güne mi yazılmıştır yoksa yitip giden bir sevgiliye mi? Yani, Behçet Necatigil’in kaybettiği fotoğraf eski segiliyi mi temsil etmektedir yoksa büsbütün mazi olan günleri mi ? “Şiir bir yaşantıdır; bize el koymuş , içimize taş gibi oturmuş olayları, olguları biçimlere, kalıplara dökme işidir.” diyor Behçet Necatigil. Nilüfer‘de de içe taş gibi oturmuş bir yaşantının derin izlerini keşfetmekteyiz. Bu bağlamda, Nilüfer’in anılar doğrultusunda oluştuğunu söylemenin mümkün olduğunu düşünmekteyim. Nilüfer’de geçmişseverlik bilmeceli bir durulukta kaleme alınmıştır. Necatigil, lambaları bir bir açıp tozlanmış geçmişini aydınlatmış ve ona sayısız anlamlar yüklemiştir. Belki de olağan bir geçmişten kusursuz bir mazi yaratmıştır. Esas itibariyle, Behçet Necatigil’in sükûttaki fısıldamaları olarak nitelendirebileceğim Nilüfer, hiç kuşkusuz saklı kalmış duyguların sakin isyanıdır.
Kaynakça: VARLIK DERGİSİ, BEHÇET NECATİGİL’İN NİLÜFER ADLI ŞİİRİNDE BİR YAŞANTININ DERİN İZLERİ, ÜMİT YILDIRIM, ARALIK 2017