Yaşam Doğanın Zaferidir

Etel Adnan Anısına

Annesi İzmirli bir Rum, babası Lübnanlı Arap bir subay… Evinde Türkçe, okulunda Fransızca… 1925 senesinde 1. Dünya Savaşı’nın yıkıcılığının gölgesinde, yeniden yeşermeye can atan bir çiçek gibi dünyaya geldi Etel Adnan. İlk gençlik yıllarından beri ise çevresini merak etti, etrafında olan bitenleri bir sanatçı kaygısıyla anlamaya çabayı geçtiğimiz günlerde verdiği son nefesine değin sürdürdü.

Bu yazıyı, Etel Adnan’ın ölümünü anmak için değil; yaşamını, sanatını ve felsefesini kutlamak adına kaleme alıyorum.

Etel Adnan, sanatçı kimliğinin yanı sıra yalnızca kendi benliği için dahi bir kültür mozaiği. Çalışmalarına da yansıttığı temel kaygı bu yönde. Gerçekten de Adnan, ilk dönem eserlerinden son dönemine değin kompozisyonlarını coğrafya üzerinden kurguluyor. Bir topografi sunuyor izleyicilerine. Bu topografi, Deleuze’cü bir yersizyurtsuzluk anlatısı değil. Bilakis, gerçekten de var olan coğraflara götürüyor bizi. Gelgelelim Adnan’ın bakışıyla bu coğrafyalar bizlere bir empresyonist tarafından “Bakın ne güzel, değil mi?” sorusunu yöneltmek suretiyle sunulacak coğrafylardan (peysage) biraz farklı. Etel Adnan, kendi ifadesiyle “sıradanı” gizemli ve ilgi çekici bir hâle getiriyor.

2016 senesinde Pera Müzesi’nde sergilenen kürasyonunu da bu bakış açısıyla değerlendirmek gerekiyor. Etel Adnan’ın Türkiye’de bir sergi açabilmesi başlı başlına bir sanat konusu teşkil edecektir. Nitekim serginin küratörleri Serhan ada ve Simone Fattal bu hassaslığa şapka çıkarmış olacaklar ki, serginin ismini “İmkansız Eve Dönüş” olarak takdim etmişler. Adnan’ın Pera’ya olsa dahi Türkiye’ye dönmesi, William Saroyan’ın Bitlis’e dönmesi kadar değerlidir. Sanatçılar, sanat hayatlarına açıkça yansıtmasalar dahi doğdukları, büyüdükleri, hayatlarının bir kısmında teyit geçtikleri coğrafyadan şu veya bu şekilde yararlanırlar. Etel Adnan ise bu durum gün gibi açık gözükmektedir. Onun için toprak, dağ, güneş gibi pastoral kavramlar sanatının birincil kaynağıdır.

Seçme Eserleri

Yazının kalan kısmında Adnan’ın sanat hayatını bir mercek altına almak suretiyle GazeteBilkent okurları için seçtiğim; sanatını ve felsefesini iyi dışa vurduğuna inandığım ve sanat yaşantısının olabildiğince farklı zamanlarından olmasına gayret gösterdiğim birkaç eserini değerlendireceğim.

“Dünyanın Ağırlığı” Sergisi’nden

Etel Adnan, İsimsiz.

Kağıt üzerine mürekkep ile hayata geçirilen bu kompozisyon, Adnan’ın ilk dönemini temsil etmesine karşın bize sanat yaşamının geleceği konusunda bir foreshadowing yapıyor. Gerçekten de ekseriyetinin non-figüratif olmasına karşın figüratif olduğunu söyleyebileceğimiz güneş imgesi, Adnan’ın ilk dönem eserlerinden son eserlerine dek bizi tıpkı bir çoban yıldızı gibi takip ediyor. Etel Adnan’ın sanatında güneş imgesinin yeri çok kuvvetlidir, kaldı ki bu nedenle zaten dönemi değişse dahi birçok eserinde bizi karşılar.

Güneş imgesi, Adnan’ın sanat yaşamı bağlamında düşündüğümüzde oldukça uzun tartışmalara gebedir. Fakat önceden bir açıklama yapmam gerekirse eğer benim bu imgeye dair yorumum, doğduğu, hayatını geçirdiği ve özlemini duyduğu coğrafyaların belki de tek ortak noktası olmasıdır. Gerçekten de sırasıyla Lübnan, California ve Batı Türkiye yan yana konulduğunda en göze çarpan ortak nokta güneştir. Güneş; gün batımı, gün doğumu… Los Angeles’ta da güzeldir, İzmir’de de, Beyrut’ta da… Çünkü tekdir, biriciktir. İçinde tüm nefreti, tüm acıyı, tüm özlemi barındırır ve yutar… Güneş’e kafa tutulamaz… Güneş yas gerektirmez. O hep buradaydı, şimdi burada, ve bizden çok sonra da burada olacak… Adnan’ın sanat felsefesindeki güneş imgesini böyle değerlendiriyorum.

Leporello

Etel Adnan, Leporello

Etel Adnan aynı zamanda yepyeni bir sanat türüne imzasını atmıştır. Leporello adını verdiği bu tür, bir kağıdın akordeon gibi katlanıp açılması suretiyle hayata geçirilir. Uzak Doğu sanatının anlatı tekniklerini, Orta Çağ Avrupası’nın bir zaman anlatısı yaratmak amacıyla kompoze ettiği çizimleri andıran, belki de ikisiyle de beslenen bu tür Adnan’ın sanat hayatının önemli bir kısmını oluşturmaktadır.

Adnan, Leporello’yu kompoze ederken oldukça serbesttir. Bu serbestlik, türün öncüsünü olmasının yanı sıra tekniğin getirdiği imkan fazlalığından da kaynaklanmaktadır. Gerçekten de Adnan bu yolla zaman zaman şiirler kaleme almış, zaman zaman İslam teolojisindeki hurufîliği andıran çizimler kompoze etmiş, zaman zaman ise bir dışa vurum yolu olarak ondan faydalanmıştır.

Tamalpais Dağı ve İsimsiz Peyzajlar

Etel Adnan, Tamalpais Dağı

Tamalpais Dağı, Etel Adnan’ın imgelem dünyasında oldukça önemli bir yer kaplamaktadır. Sanatçının peyzaj çalışmalarının yanı sıra söyleşilerinde, felsefe anlatılarında ve şiirlerinde de sıkça karşılaştığımız coğrafî yapı, Adnan’ın sanat yaşamı açısından oldukça önem arz eden bir özellik barındırmaktadır. Öyle ki Tamalpais Dağı, bir mitolojiye haiz değildir. Olimpos Dağı gibi yüzyıllar boyunca uhrevî surette kutsanmamış, Toroslar veya Ararat gibi uğruna methiyeler düzülmemiştir. Öyle ki Tamalpais Dağı, Etel Adnan’ın kendi sanat dünyasından ileri gelen mitolojinin bir eseridir. Sanatçı, öyle bir imgelem dünyası kurgulamıştır ki, adeta kendi mitolojisini kendisi yaratmıştır.

Etel Adnan, İsimsiz

İsimsiz peyzajlarda ise durum bir açıdan farklıdır. Öyle ki bu çalışmalar, içinde mitolojik olmak şöyle dursun, uhrevî bir nitelik dahi barındırmaktan yoksundur. Figüratif empresyonist olarak tanımlanabilecek bu eserler, içlerinde ne Fransız empresyonistleri gibi bir temaşa güdüsü, ne de modernist figüratif çalışmalar gibi yoğun bir imgelem dünyası barındırmaktadır. Etel Adnan’ın bu peyzaj çalışmaları oldukça yalındır. Gelgelelim bu kompozisyonları ilgi çekici yapıcı olan, sanatçının adeta matematiksel bir sabit gibi kullandığı topografik ögelerin değişmezliğinin yanında, renklerin değişimidir.

Etel Adnan, İsimsiz

Sanatçının ilk eserini değerlendirdiğimiz bölümde, güneşin, topografyanın, dağın ve vadinin öneminin altını çizmiştik. Gelgelelim tüm bu ögelerin adeta bir sabit hâlini alması, çalışmaların imgeselliği açısından izleyiciye yanlış bir izlenim vermekte, Warhol veya Rothko benzeri bir kolaj çalışmasının karşısında olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Oysa bu yerinde bir düşünce değildir. Zira sanatçının peyzaj resimlerini kurgularken kullandığı teknik, bir seri-üretim kaygısı içermekten uzaktır, bu nedenle her iki örnekle arasında kayda değer bir fark meydana gelmektedir. Oysa Adnan’ın bu kompozisyonları oluştururken ne düşündüğünü anlamak için, yukarıda ifade etiğimiz üzere renkleri değerlendirmek kâfidir.

Anlaşılan odur ki Etel Adnan’ın peyzaj çalışmaları, onun zihin dünyasında tecrübe ettiği veya tecrübe etmeye imrendiği coğrafyaların, sanat dünyasını besleyen toprakların birer izlenimidir. Adnan bu toprakların kimini şahsen görmüş, kiminde hayatının bir kısmını geçirmiş, kimisine ise hiç adımını atmamıştır. İşte bu resimler, sanatçının zihin dünyasındaki bu karmaşasının armonisini teşkil etmektedirler.

Leave a Reply