Ne kolaydır insan için öldürmek. Üstelik sırf insan insanı öldürmez. Ölüm yalnızca savaşta da kol gezmez. Suni vasıtaları elinin tersiyle itebilir, çirkin silahların varlığını reddedebilir. Biz bizzat canlıyı, cansızı hepimizde ezelden beri var olan bir çift küremsinin dikiziyle vururuz. Çoğu zaman algılarımızda seçemediğimiz bizim için ölüdür. Öldürmek çoğu zaman yok saymaktır, özümüzle bütünleşeni yüzeyinden kazımaktır hayalet ellerimizle. Şuuraltımızın puslu aynasında kendi yansımamızı göremeyince paniğe kapılıp doğanın bize sunduğunu yetiştirmemektir. Sorarım size, doğa gibi bu denli aşkın bir gücün dört bir yandaki yansımalarını göremiyorsak, ne işe yarar bu bir çift küremsi? Aklımızın gizli gücü, saydam ve boş gözlerimizde pastoral zenginliğin süzgecinden geçemezse bulabilir miyiz mutluluğa, memnuniyete uzanan yolu? Doğrudan hayatımızın içine ustaca işlenmiş, asla sırıtmayan doğanın “yama işlerini” gün yüzüne çıkarmaya çabalayacak mıyız? Yoksa devam mı edeceğiz bunca zenginliği tek bakışımızla yerle bir etmeye?
Temiz bir ruhaniyete ulaşmak, öncelikle kendi içimizde barış ortamını bulmak olsaydı esas gayemiz, her şeyden önce dünya üzerindeki birçok şeyi anlamından, kifayetinden soyutlamazdık. Oysaki yaşamımızda her bir parça bizi anlama yönlendirir, herhangi bir şekilde öldürmeyi ilk seçeneğimiz olarak değerlendirmezsek. Bilinmeli ki etrafımızda bizlere müjdelenen iletilerin en ufağı bile, en dolusuna evrilmeye elverişli olacaktır zihnimizde. Bu yüzdendir ki ölümün yörüngesinden sakınıp canlılığı ve cansızlığı her hücremizde hissetmek, böylece mutluluğa kısa ya da uzun süreli erişebilmek küçüğe odaklanmaya dayanır. Peki nedir bu küçük, herkes farklı yorumlayabilir mi? Ursula K. Le Guin’e göre mutfak kaşıklarında bile yaşanmışlığı görebilmektir. Küçücük, paslı bir kaşığın yarattığı yoğunluk hissiyle daha önce gidilmemiş diyarlara seyahate çıkmaktır. Bir sözcüğün farklı anlamlara gelebileceği ihtimaliyle büyülenmektir. Kâh kendini İspanya’nın Kraliçesi olarak düşünmek, kâh Afrodit’e methiyeler düzmektir. Geçmişi ve geleceği, eski ve yeniyi ziyan etmeyip hayatın bize sunduğu her bir cevheri ölümsüzlüğünden istifade değerlendirmektir. Hayatın her bir armağanına, uzaklardan şimdiki zamana taşıdığımız her bir anlama karşı açığa vurduğumuz değerbilirlik: Bu, onları her şeyden önce kabul etmek, kucaklamaktır ki saydam gözlerimizde böyle değerlerin iz düşümlerini daha net ve daha anlamlı görebilelim.
Nitekim Mutfak Kaşıkları (Yenisi) şiirinde Le Guin şöyle anlatır:
“Yağlıyorum kaşığı zeytinyağı ile
ve başlıyor anlatmaya gri-yeşil yaprakları
köpük köpük çiçeklenmenin anlık kokusunu
zor hayatı, derin kökleri, uzun seneleri
Hiç görmediğim İspanya’yı” (29).
Belki biz de Le Guin gibi büyük düşüncelerimize küçük şeyler vasıtasıyla ulaşmayı denersek, şiirinde aktardığı aidiyetin tadına varabiliriz. Ona göre “sıradan, ağır bir yemek kaşığı” öylesine güçlü, öylesine anlamlı bir detay olmuş ki hayatında (ve daha sonra şiirinde), onun destansı hikâyesini yine Mutfak Kaşıkları (Eskisi) şiirinde bizlere şöyle aktarmış:
“Sade, dengeli
çukurunun sol ucu
yitirmiş şeklini, aşınmış
onlarca yıl, belki yüzyıl
sağ eliyle iş gören biri tarafından
karıştırılıp çırpıldıkça” (30).
Yaşanmışlığın kalıntılarında hâlihazırda bulunan ve ilmik ilmik çözülen bunun gibi birçok anlamın gün yüzüne çıkması göründüğü kadar teferruatlı değilmiş, değil mi? Yeter ki dünyaya nasıl baktığımızı bilelim; sessizlikteki, durağanlıktaki ruhu ve anlamı özümseyebilelim. Bütün bu görkemden, kutsallıktan haberdar olmak için illa ki “gözle görülür” bir işaret beklememek gerekir; çünkü doğanın meydana döktüğü her şey herkes için zaten gözle görülürdür. Önemli olan, bu imgelerin şimdiki zamanda bütün samimiyetiyle bize ne ifade ettiğidir. Göremeyenlerin, görmek için sadece daha uzaklara bakmaları gerekir.
Bu nedenle ne mutluluğa ne de memnuniyete kollarımızı açmış beklerken kavuşmayı beklemek pek mümkün değildir. Öncelikle “boş avuç içiyle yüzleşmek”, olabildiğine yalın bir düzende kaybolmak gerekir şüphesiz. “Kullanılmayan sözcüktür kullanışlı olan belki de” (76) der Le Guin, ve devam eder:
“Eski isimlerin yoktur acelesi
Bir hayli sabırlıdır eski fiiller
Öğrenmektir hayatın can suyu” (77).
Bizim asıl ihtiyacımız olan farklı görebilmeyi öğrenmektir. Zaten onca hayat peşi sıra sürüklenirken yok oluşa ve kaybolmuşluğa, bizim gayemiz sonsuza dek aramak olmalı en başında. Şimdiki zamanı aramak, gelecekten evvel bugünü öngörmeye çabalamak; hayatı anlamlandırma yolunda yapılabilecek en makul çabalardandır kanımca. Resmedilmeye değer, en önemlisi de görülmeye değer, durağan anlarımızda saklı anlamları keşfetmeye dayanmalı varoluşumuz. Böylece yaşantımızın her bir deminden zevk almak günbegün daha kolay gelecektir. Başta öteyi görebilmek, uzaklara bakmak güç olsa da güç olanı deneyimleyerek mutluluğa uzanan yola bir adım daha yaklaşabiliriz.
Kaynakça:
Le Guin, Ursula K. Günün Geç Vakitleri. Ayrıntı Yayınları: İstanbul, 2019.