Yoğunlaşan haftayı geçen günlerde gittiğim bir sergiden bahsederek karşılamak istiyorum. Başıma ağrılar açan yapılacaklar listesinden biraz olsun uzaklaşıp, bir ressamın elinden çıkan hayatlara bakmak ağrı kesici etkisi bırakıyor ne de olsa.
Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde sergilenen Aydın Ayan’ın eserleri yeniden sanat kavramını sorgulamama yol açtı. Peki genel olarak sanat nedir sorusuna gelen yanıtlar nelerdir? Sanat, bazılarımıza göre iyi ve güzeli ifade eder. Bazılarımız için ise bir bireyin diğer bireylerle kurduğu iletişimin aracıdır. Bunları geçelim diyenler de vardır. Sanat, toplumun ta kendisidir, bilinçtir derler. Peki ya doğanın yansıması diyenler yok mu? Elbette var. Aydın Ayan’a göre sanat her şeydir. Sınırları yoktur. Doğa, insan, toplum bunlar sınırlıdır; sanat ise gizemi çözülemeyecek kadar sonsuzdur. Tabii, şimdi bunları düşünüp büyük bir çözümsüzlüğe düşmeye gerek yok. Ne kadar çok gözlemlersek o kadar rahatlarız diye düşünüyorum. Neyi mi gözlemiyoruz? Her şeyi aslında. Hayatımızda önümüze ne çıkarsa. Ama teker teker gitmekte fayda var yoksa aşırı yüklenme olur. Öyleyse, bugün Aydın Ayan’ı anlamaya çalışalım.
Zıtlıkları harmanlayan bir ressam Aydın Ayan. Sanatın her şeyi kapsaması düşüncesini tablolarında da yansıtıyor. Mesela, gerçekçi bir tablo sunarken onun yanında bir tamamlayıcısı oluyor, gayet soyut. Açacak olursak, bir tablosunda bir fotoğraf karesi gibi “Baba Oğul Balıkçıları” sunarken, yan duvarda üç tane “Üç Renk Deniz Kabukları” adlı tabloları bulunuyor. Biri bize toplumda yer alan insan figürlerini ve hayatlarının önemli bir kesitini gösterirken, diğeri tamamen soyut kalıyor.
“Baba Oğul Balıkçılar”
“Üç Renk Deniz Kabukları”
Bir anlam arıyoruz elbette. Niye deniz kabukları? Neyi simgeliyor? Diye soruyoruz. Bir zamanlar doğurganlık simgesi olarak bilinen bu kabukları aynı anlamda mı kullanmış Aydın Ayan? Bunu kesin olarak bilemeyiz; ama anlamlandırabileceğimiz başka unsurlar bulunuyor. Bunlardan bir tanesi, Aydın Ayan’ın doğadaki elemanları da kullanarak insanları incelemesi.
Örneğin, bir manzara sunan “Ayın Altında Kağnılar Panoraması” aslında ufuktan göz hizamıza kadar uzanan çiftçilere vurgu yapıyor. Burada esas olan onların yolculuğudur. Gün sona ermiştir; ancak onların gidecekleri çok uzun bir yol vardır. Bunun yanında, “Sonsuz Barış” adını verdiği tablosunda sadece birkaç tane mezar taşı ve iki tanesinin üstüne konmuş iki tane güvercin bulunmaktadır. Tablo güvercinler ve mezar taşları dışında koyu tonları barındırmaktadır, yine bir zıtlık söz konusu. Yaşam ve ölüm arasındaki zıtlık gibi. Kullandığı bu teknikle sanatçı, birçok çağrışım sağlıyor. Tablodaki ögeler bir düşünce taşıyıcısı haline geliyor. Konu yine insanlığa geliyor aslında. Çıkış noktası insan hayatı oluyor.
“Ayın Altında Kağnılar Panoraması”
“Sonsuz Barış”
İnsan, konu özellikle sanat olunca kendisiyle bağ kurabildiği eserleri unutmaz. Benim de unutamayacağım üç tane eseri bulunuyor Aydın Ayan’ın. “İnsanın İnsana Ettiğidir” adlı tablosunu betimlemeyeceğim. Tablonun adı ve kendi zaten yeteri kadar açık. “Homo Homini Lupus” (İnsan insanın kurdudur) felsefesinin bir sonucunu sunuyor bu tablo bize. “Patron” ve “Elektrik İşkencesi” de ilk bakışta iki ayrı tablo olarak gözükse de birkaç adım geri attığınızda masanın yuvarlak olduğunu dolayısıyla iki tablonun aynı ortamı yansıttığını görebiliyorsunuz.
“İnsanın İnsana Ettiğidir”
“Patron” ve “Elektrik İşkencesi”
Yine insan figürleri bize acımasızlığı betimliyor. Gerçekleri gösteriyor ama. Peki bunu niye yapıyor? Niye insanları inceliyor? Çok basit. Anlamlandırmak için. Tanımak için. Özümüzü görebilmek için. Paul Gaugain’in de sorduğu gibi: Nereden geliyoruz? Neyiz? Nereye gidiyoruz?
Bu sorularla sizi baş başa bırakıyorum. İyi haftalar dilerim.