Ah Ah! Şu hayatın oyunları bizi yormuyor mu? Birçok çeşit oyun sunup, tercihi kendisi yapıyor. Trajedi, romantik, acımasız, sevimli tesadüfler… Özgür olmak istiyoruz! Gücümüz yetmiyor ama. Alışıyoruz.
Ah Ah! Oysa çocukken ne kadar düşkündük özgürlüklerimize. Annelerimizden öğrenerek yaşayacağımıza inanırdık hayatı, bilmiyorduk ki yaşadıkça öğreniyormuşuz, öğrendikçe gerçekler hayallerimizin yerini alıyormuş.
Didem Madak, 1970 yılında hayata geldikten sonra annesiyle geçirdiği 12 yıl içerisinde edebiyatla tanıştı. Beraber okudukları çocuk romanlarının getirdiği huzur ve mutluluk onun için çok uzun sürmemesi de hayatın trajik bir oyunuydu. Annesini kaybetmesi ancak annesinin şiirlerine tutunması onu acımasızlıklara karşı “çiçekli şiirler” yazmasına sebep oldu. Annesizliğin getirdiği karamsarlığın yanında anne olgusunun sıcaklığını her daim kullandı şiirlerinde.
“Ölen her kadın için bir şiir yazdım.
Onları Muc’a evin karşılığında verdim
Çok ucuza.
Artık bütün üzgün oluşlarımın adı:
Anne.”
Şiir, Madak için bir alışkanlık haline gelmişti. Varoluşunun en büyük izleriydi dizeleri. Hayatın oyunlarına bir başkaldırışıydı bu. Pes etmeyecekti. Gücü yeteceği kadar elbette.
‘’Masa başında çaba sarf etmediğimi peşin peşin söyleyebilirim. Benim çok daha laubali bir tarzım var galiba. Hiçbir zaman oturup bir şiir yazayım şöyle diyemedim. Bir olağanüstü hâl şairiyim sanırım. Aniden kalkıp yatağın ortasına bağdaş kurup, salya sümük ağlayarak yazıyorum, bunu yapmaya ihtiyacım oluyor zaman zaman.’’
Ah Ah! Didem Madak, hayatıyla barışık şairimiz, annesiyle aynı hastalığı paylaşacaktı. Hayat ona son defa acımasız bir oyun oynayacaktı. 2005 yılında evlenecekti, İstanbul’a taşınacaktı ve 3 yıl sonra bir çocuğu olacaktı.
Füsun. Gerçekten büyülü bir isim seçilmişti. Didem Madak, şiirlerinin vazgeçilmez öznesi olan annesinin adını kızına hediye etmişti. Sevimli bir tesadüfle şiirleri son bulmuştu. Artık kızı, Madak’ın en büyük huzuruydu.
“Canım Kızım
Sana mektup yazacağım. Çünkü artık başka bir şey yazamıyorum. Bu konuda pek de dertli değilim doğrusunu istersen. Sen bana belki bugüne kadar yazdığımdan başka türlü bir yazı yazmayı öğretirsin. Kendimi bir sonbahar ağacı gibi hissediyorum. Mutlu bir sonbahar ağacıyım ben. Yere düşen yapraklarımı eğilip topluyorum. Saçıma tutuyorum. Bakın yakışmış mı diye soruyorum. Sonra yaprakları havaya savuruyorum. Ben iki kişilik bir kabilenin me isimli kölesiyim. Çünkü sen acıktığında me diye ağlıyorsun ve bu ismimi seviyorum reis!
Canım kızım, cehaletimden şair oldum… Annesizlikten. Sen sakın şair olma!”
Yazılan son mektup aslında bir veda değildi. Ah’larla yorumlanacak hayatına son kez kendi romantik oyunuyla karşı gelişiydi. Kızına sımsıkı sarılışının ve bırakmayışının bir göstergesiydi.