“Yaşam, size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın.” [1]
Ara Güler’in bu sözünden yola çıkarak bu haftaya başladım. Bunun yanında okuduğum bir şiir kitabı da düşüncelerimi tetikledi. Peki bu sözü anlıyor muyuz? Uyguluyor muyuz? Korkuyor muyuz? Sırf bir sahnemiz daha olsun diye mi hareket ediyoruz? Baskı çok. Sorulacak çok soru ama cevaplar için çok az bir zaman var. Filmin bir zaman limiti var sonuçta. Film demişken, ne çok film var etrafımızda. Her an, yanımızdalar. Her sabah görüyorum mesela, kaldırımın kenarında oturuyor bir film. Sonra okula gidiyorum, her öğlen meydanda farklı türlerde bir sürü film oynuyor, hatta bazıları birbirlerine geçmiş. Bazen ilgileniyorum, izliyorum, yorumluyorum. Çoğu zaman dikkatim dağılıyor, sonuçta benim de sahnelerim oluyor. Ama istiyorum, her filme dahil olmayı. Oyuncu olarak olmasam da sette bir kenarda oturup dinlemek istiyorum. Mesela yönetmen hangi detayı ekleyecek ve ne anlam ifade edecek bu? Peki niye mi bu kadar meraklıyım? Çok basit. Çünkü hayattayım. Evrende bir nokta kadar olmasam bile bir anlam arıyorum. Neye mi? Her şeye. Gündelik, rutin işlerden, insanlığın gidişatına kadar her şey. Bunun için de önce insanları tanımam gerek. Bu açıdan örnek almak istediğim birçok sanatçı var. Bunlardan bir tanesi de “Mayıs Giremez” adlı şiir kitabını okuduğum Küçük İskender olmuştur.
Şair, şiirlerinde tamamen insan kavramı üzerine yoğunlaşmış ve insanın yer aldığı durumları öyle bir betimlemiş ki okuyucuya adeta bir film sahnesi sunmuş. Tabii bu film sahneleri de gündelik hayatımda çokça hayallere dalmama neden oldu.
Mesela “Boş Metro” adlı şiirde geçen, “Hangi iki uzak durak arasında olursa olsun bu hat/Sen gülümsediğinde gözaltlarında beliren çizgiden ibaret”[2] dizeleri bana onca kalabalığın içinde iki yabancının birbirlerini fark ettikleri anı hatırlattı.
Bu neşeli anımdan sonra okuduğum bir başka şiir beni biraz karamsarlığa doğru itti. “Mutluluk hazır ol ’da durmaz” adlı şiirde geçen “Koşup saklandığım bir konak var/Terk edildiği için tüm odaları aydınlık hâlâ/ düşmüş, gürültüyle patlamış avizeler/ gibi orada telaşlanan kâinat/gibi orada zıplayıp havada kalmış/bir balet çocuk/Bu sırrını anahtarlara açıklamayacak.”[3] dizeleri beni tamamen kaotik bir ortama bıraktı ve uzun bir süre boyunca orada takılı kaldım. Okuduğum bir dize bile beni tüm gün etkisi altına alabildi. Yaşayabildim çünkü her dizeyi. Özellikle film tadında olduğu için. Bir de şiirin başlığı bile insanı geriyordu. Sürekli mutluluğu aradığımız günlerde mutluluk hazır ol ‘da durmaz diye bir şiir çıkıyor karşınıza. Ayrıca, içeriği de terk edilmiş izole bir konaktan oluşuyor. Bu da yetmezmiş gibi eski konağın kavgalarla, yıkıp dökmelerle bırakıldığından bahsediliyor. Ne düşünürsünüz?
Son olarak günümü “Denizin Üzerinde” adlı şiirle sonlandırdım. Biraz özlem biraz umut vardı içinde. Bunun nedeni ise yaz vaktini anımsatmasıydı bana. Yaklaşan yaz günlerinde “Sahilde gece, unutulmuş bir plaj şemsiyesi uçuşuyor/Ellerim olsa tutarım onu-artık hangi meleğinse.”[4] Şiir kişisinin pes etmeyerek sahilde dolanması bana umut veriyordu. Sonuçta “geometrinin çiçek açtığı bir gezegende hayattaydım.”[5] Dolayısıyla devam edeceğim. Keşfetmeye, öğrenmeye, güzellikleri görmeye…
[1] Ara Güler’in bir sözü.
[2] İskender, K. (2016). Mayıs Giremez (Baskı 1). İstanbul: SEL Yayıncılık.
[3] İskender, K. (2016). Mayıs Giremez (Baskı 1). İstanbul: SEL Yayıncılık.
[4] İskender, K. (2016). Mayıs Giremez (Baskı 1). İstanbul: SEL Yayıncılık.
[5] İskender, K. (2016). Mayıs Giremez (Baskı 1). İstanbul: SEL Yayıncılık.