Woody Allen’ın merakla beklenen yeni filmi “Roma’ya Sevgilerle” (To Rome With Love) ülkemizde geçtiğimiz Cuma günü vizyona girdi. Allen takipçilerinin birkaç gündür uğruna sinema salonlarını doldurduğu filmde ünlü yönetmeni, özlediğimiz oyunculuğuyla da görüyoruz.
Filme gitmeden önce göz attığım birkaç yorum ve gittikten sonra okuduğum eleştiri yazılarının yarısından çoğuyla aynı fikirde olmadığımı belirtmeliyim öncelikle. Zira birçok kişi bu filmi yönetmenin bir önceki yapımı olan “Paris’te Gece Yarısı” ile karşılaştırarak nispeten vasat kaldığını, o tadı veremediğini iddia etmiş. Sadece ardından gelen film olduğu için “Roma’ya Sevgilerle”yi “Paris’te Gece Yarısı” ile karşılaştırmayı mantıklı bulmadığımı söylemeliyim. “Roma’ya Sevgilerle” adeta bir komedi filmi, diğer film ise içerisinde yer yer güldürü unsurlarını barındırsa da; melankolik bir hikaye. Bu iki filmden aynı tadı alamayacak olmanın bir başka nedeni ise bu iki şehrin ruhunun oldukça farklı olmasında yatıyor. İtalya’nın sempatik insanları, neşesi, görkemi başka; Paris’in romantik ve insanı biraz melankoliye sürükleyen büyüsü başka. Bu nedenle filmi izlerken kendi içinde değerlendirmeniz daha iyi olacaktır.
Tarzın ardından içerikten bahsedecek olursak; Roma’ya Sevgilerle de dört hikaye anlatılıyor. İtalyanlar olduğu gibi, Amerikalılar da var bu senaryoda. Karakterlerde karşımıza tanıdık isimler çıkıyor. Oscar ödüllü Roberto Benigni, sıradan bir İtalyan iken; bir anda bir sabah kendini sebepsiz yere ünlü bulan Leopoldo’yu canlandırıyor ve günümüz medyasının geldiği halin ve artık ünlü olmanın ne kadar kolay olduğunun altını çiziyor. Benigni, gerçekten de oldukça inandırıcı oynuyor ve bence hikayedeki komedi unsurlarının temelini oluşturan iki karakterden biri.
Diğer bir güldüren karakter, turist olarak İtalya’ya giden ve solcu bir İtalyana aşık olup evlenmeye karar veren Hayley karakterinin babası rolünde olan Favio Armiliato. Kendisi filmde tipik nevrotik New York’lu Jerry’yi oynayan Woody Allen’ın cenaze levazımatçısı dünürünü canlandırıyor. Jerry’in keşfettiği ve opera seyircilerinin karşısına oldukça yaratıcı ve sizi hayli güldürecek bir şekilde çıkarttığı, hayallerine Jerry sayesinde kavuşmuş olan birini izliyoruz onda -ki zaten gerçek mesleği de opera sanatçılığı ancak oyunculuğu da harika-.
Üçüncü planda, küçük bir şehirde yaşarken; Roma’ya güzel ve yeni bir gelecek hayaliyle taşınan ancak başlarına hiç tahmin edemeyecekleri olaylar gelen bir çift; Antonio ve Milly’le ilgili. Burada karşımıza rolüyle cazibesini konuşturan Penelope Cruz çıkıyor.
Son olarak ise, iki aşkın arasında kalan Jack’i yani Jesse Eisenberg’i,sevgilisi Sally’i canlandıran Greta Gerwig’i ve onun flörtöz ve güvenilmez arkadaşı olan Monica rolündeki “Juno” filminden hatırladığımız Ellen Page’i izliyoruz. Alec Baldwin de Jack’in alter egosuna can veriyor. Bu bölümün diğerlerine göre daha havada kalmış olduğunu düşünüyorum.
Genel olarak baktığımızda; film hem neşe hem de huzur saçıyor. Roma’nın Aşk Çeşmesi’ni; İspanyol Merdivenleri’ni, Kolezyum’u ve daha pek çok yeri görmek mümkün. Filmi izleyince, daha önce İtalya’da bulunduysanız özleminiz kat kat artıyor ve anılarınız tekrar canlanıyor; gitmediyseniz de hayran kalıyor ve bir gün gitmeyi kafanıza koyuyorsunuz. Kullanılan müzikler de bir harika. Tosca”dan “E lucevan le stelle” ve “Turandot”dan “Nessun dorma” ile Umberto Giordano’nun “Fedora”sından “Amor ti vieta” İtalya’yı tanımlıyor. Melodilere doyamayanlar için filmin müzik albümü Sony Music’ten bu ay içerisinde çıkacak.
Eğer bol bol gülmek isterseniz ve şimdiye kadar kırk küsur film çeken; 76 yaşında halen şaheserler yaratmaya devam eden yönetmen, senarist ve oyuncu Woody Allen’ın bakış açısını seviyorsanız; “Roma’ya Sevgilerle” size ilaç gibi dakikalar sunuyor, kesinlikle zaman kaybı olmayan bu filmi bir an önce izlemelisiniz!