Senarist, editör, çevirmen… Bu söyleşimizin konuğu Zeki Enes Akkan. Bir Erkek Bir Kadın’dan, İstikbal Göklerdeydi’ye; çevirmenlikten televizyonculuğa, belgeselden kreatif editörlüğe dair birçok şeyi konuştuk ve ortaya çok dolu dolu bir röportaj çıktı. Uzunluğuyla ters orantılı hızda okuyacağınız bu akıcı sohbet zaman ayırdığınıza değecek.
GazeteBilkent: Bir Erkek Bir Kadın ilk dizi senaristliği deneyiminiz sanırım. İlk tecrübenizin yıllar sürüp yüzlerce skeçe dönüşeceğini tahmin eder miydiniz? Her bölümde güldürdünüz, onca konu ve böyle bir mizah nasıl ortaya çıktı? Bu kadar zengin olduğumuzu bilmiyordum.
İlk “gerçek” deneyimim diyelim. Televizyon sektöründe çalışanlar bilir: Yapımcı yazarın kapısını çalar, “kanala bir dizi sattık, şu kadar bölüm senaryo lazım,” der. Yazar o kadar bölümü yazar, sonra öğrenir ki “sattık” denilen diziden kanalın haberi bile yok. Yazdığıyla kalır. Bu açıdan bakınca ilk deneyimim değil ama ilk gerçek deneyimim diyebilirim.
Doğrusu, 1 Erkek 1 Kadın için görüşmeye çağrıldığımda neyle karşılaşacağımı bilmediğim için sonrasına dair herhangi bir tahminde bulunabilecek durumda da değildim. O zamana dek farklı mecralar için yüzlerce skeç yazmıştım, fakat onlar benim mizahımdı. İstediğimi yapmakta özgürdüm. İlk kez 1 Erkek 1 Kadın’da (o zaman 1 Kadın 1 Erkek’ti) zaten var olan bir skeç formatına adapte olmam gerekecekti. Yazma disiplinine sahipsen biliyorsun ki o adaptasyon illa ki sağlanır. Ama işte ne zaman sağlanır, o yolda nelerle karşılaşılır, bunlar sonradan dahil olunan her projede olduğu gibi bu işte de muğlaktı.
Sonrasında, geçen onca yıla rağmen bunca konu ve şaka nasıl ortaya çıktı. Sanırım bu, yazar ekibi içindeki mükemmel uyumun yakalanmasıyla oldu. Sanki altı yazar değil, altı kişilik tek bir yazar gibiydik o ekipte. Eve gidince kim tarafından yazılacak olursa olsun, her skecin, her şakanın bulunmasında tüm yazarların eşit payı vardı. O yüzden kimse “ben yazacağım şakaları buldum, şimdi onlar düşünsün,” veya “skeç kötü olmuş, neyse ki ben yazmamıştım,” gibi düşünceler içerisinde bulunmuyordu. Sanırım bunu en çok editörümüz Murat Dişli’nin uyguladığı çalışma yöntemine borçluyuz. Murat öyle bir toplantı-yazma günü programı oluşturdu ki, yazarların verimliliği tavan yaptı.
Diğer yandan, her türlü kişisel hırs ve zararlı egodan azade, (kendimi tenzih ediyorum) tamamı “iyi” insanlardan oluşan yazar ekibinin hakkını da yememek lazım. Bir daha böyle güzel bir ekiple çalışmak kısmet olur mu, gerçekten bilmiyorum.
Çalışma yöntemi dedik, ekip dedik, üçüncü sac ayağı olan formatı es geçmek olmaz. 1 Erkek 1 Kadın, gerçek kadın-erkek ilişkilerini temel alan bir mizah işi. Temelsiz karikatürizasyon veya stereotipleştirmelere yer yok. Zaten toplantılarda da, bir yazar, konu veya skeç önerirken neredeyse her zaman, başından geçmiş bir hikayeyle girizgah yapardı: “Ya, benim başımdan şöyle şöyle bir hadise geçti… Onu şuna dönüştürsek, Zeynep şöyle yapsa, Ozan şöyle dese…”
O kadar ki, bazen başımızdan geçmiş gerçek hikâyeleri, “Yok, şimdi bunu böyle yazarsak seyirci çok abartılı bulur.” diyerek hafifletiyorduk. Yani gerçekler yeterince komik zaten.
GazeteBilkent: Sinema filmiyle final yapma fikrinin olduğunu duymuştum. Asılsız bir haber miydi yoksa vaz mı geçildi?
Haber gerçekti, fakat yapımcılarımız projeyi ertelemeye karar verdi.
GazeteBilkent: Bir Erkek Bir Kadın sona erdiğinden beri neler yapıyorsunuz?
Dizi bittikten sonra bir süre filmin senaryosunu yazmakla geçti. Sonra, on yıllık bir hayalim vardı, Türk havacılık sanayii tarihini anlatan bir belgesel projesi… “İstikbal Göklerdeydi.” Baba mesleği… Kendimi bildim bileli uçaklara tutkunumdur. Daha yedi-sekiz yaşlarımdayken havacılık dergilerindeki tüm uçakları isimleriyle, üretici firmalarıyla, özellikleriyle sayabiliyordum. Ama içimde hep bir “biz niye üretmiyoruz” hüznü taşıdığımı da hatırlıyorum.
On yedi yaşımda bir gün, hakkında hep “vaktinde biz de üretmişiz” denen Türk uçağının resmini gördüm, hikayesini okudum. Uçağın varlığına değil, ondan bu kadar geç haberdar oluşuma şaşırdım. Araştırmaya başladım. Yıllarca araştırdım, notlar tuttum, yazdım, fotoğraflar topladım, kitaplar aldım. Marshall yardımlarına kadar Türkiye’de onlarca uçak tasarlandığını, kimi çok ilerici tasarımlara sahip olan bu uçaklardan 15 kadarının uçtuğunu, kiminin ihraç edildiğini öğrendim.
Bu uçaklardan hemen kimsenin haberdar olmaması, bana çok büyük bir haksızlık ve planlı bir yıldırma harekatı gibi geldi. “Siz yapamazsınız,” dercesine bu uçaklardan 65 küsur yıldır kimse bahsetmemişti. Uçaklardan hiçbirinin bugüne ulaşmasına izin verilmemişti.
“İnsanlar bu durumdan haberdar olmalı,” diye düşündüm. 2005 yılından bugüne, çalıştığım tüm yapım şirketlerine “hadi bunun belgeselini çekelim,” dedim. Yeterince kârlı olmadığı gerekçesiyle geri çevrildim.
Nihayet 1 Erkek 1 Kadın bitince, kendime birkaç ay ayırabileceğimi düşündüm ve bu birkaç ayı, “İstikbal Göklerdeydi” adını verdiğim projeye fon toplamak için bir teaser yapmaya adadım. 2 dakika 50 saniyelik bu animasyon filmi çiziminden müziğine tek başıma, evdeki bilgisayarımda yaptım. Sadece film iki aydan fazla sürdü, ek uğraşlarla toplam üç ayımı bu teaser’a harcadım. Mükemmel olmadı, bu şartlarda olamazdı da zaten. Ama birçok kişiyi bayağı heyecanlandırdı.
İlk amacım, animasyon/kompozit bir film için çok çok düşük bir bütçeyi kitlesel fonlama (crowd funding) yoluyla toplayıp işe aynen devam etmek, yeni oluşturacağım ekiple süreci hızlandırmaktı. Sponsorla uğraşmayı hiç istemiyordum.
İlk haftanın sonunda 465 Lira destek toplanınca, bu yöntemin işe yaramayacağına kesin olarak ikna oldum. Şimdi sponsor arıyorum gönülsüzce. Bu projenin dışında, bir yandan yeni başlayacak (kanala satılmış) birkaç iş üzerinde çalışıyorum, bir yandan – hiç ara vermediğim – çevirmenlik mesleğimi icra ediyorum. Öylece yaşayıp gidiyorum.
GazeteBilkent: Yaratıcı editörlük çok duyduğumuz bir kavram ama bir de siz anlatır mısınız, yaratıcı editörlük tam olarak nedir?
Yaratıcı (kreatif) editörlük bence saçmasapan bir unvan, ama resmi olarak birçok kez bu şekilde adlandırıldığım için anlatmaya çalışayım.
Yaratıcılıkla ilgili her şeyi yapması beklenen, onu aşan durumlarda fikrine başvurulan, yine de en yaygın işlevi yazarlık olan, sıfır bütçeyle harikalar yaratması istenen, sorumluluğu bol, yetkisi az; etiyle, sütüyle, balıyla, peteğiyle insanlığın hizmetindeki kişilere verilen isimlerden biridir kreatif editör.
GazeteBilkent: Lise zamanlarında profesyonel olarak çevirmenlik yapmaya başladınız, peki yazmak ne zaman başladı?
İlk profesyonel çevirimi, kitap değil, lisedeyken yapmış idim. Lise bitip üniversite başlamadan önce de ilk kitap çevirimi yaptım.
İlk ne zaman yazmaya başladığımı gerçekten hatırlamıyorum.
GazeteBilkent: Metin yazarlığı, senaryo, hikâye, şiir, blog, twitter, sözlük, dergi… Birçok yerde yazıyorsunuz. Roman yazmayı ya da başka türde bir kitap çıkartmayı planlıyor musunuz?
Çok istiyorum. Üç farklı roman için not tutuyorum yıllardır. Hatta bir tanesinin kısa kısa notları kırk sayfayı aşıyor.
Bir de, az önce bahsettiğim o “İstikbal Göklerdeydi” projesinin ansiklopedisini yapmak istiyorum ama belgesel kimsenin umrunda değil, ansiklopedisine kim sponsor olacak?
GazeteBilkent: Sosyal medya platformlarını da etkili bir şekilde kullanan biri olarak, size göre de gazetenin geleceği yok mu?
“Haberde denetlenebilirlik, doğrulanabilirlik önemli,” diyeceğim ama günümüzde sosyal medyada olduğundan bile daha fazla troll yazar içeren gazeteler var. Bu sefaletin geçici olduğunu varsayarsak, bilakis, gazete belki evrilecek, belki matbû olmayacak, hatta belki yazılı bile olmayacak, ama hep var olacak, televizyonun aksine.
GazeteBilkent: Çeviri oldukça zor bir iş, benim bu alanda özellikle merak ettiğim bir konu var. Sizce metaforlar layıkıyla çevrilebilir mi?
Bir bağlam dışında, tek başına ele alındığında, metaforların çevrilmesini, çeviri dünyasında biraz abartılmış bir sorun olarak görüyorum. Eğer çevirinin dili, asıl metnin dili kadar zenginse yapılan metafor üç aşağı beş yukarı da olsa mutlaka karşılığını bulacaktır.
Fakat metafor bir bağlam içerisinde kullanılıyorsa ve içerdiği nesne veya eylemler bağlamı oluşturan başka nesne veya eylemlere referans veriyorsa “çevirmenin işi şansa kalır” demeyeyim ama bayağı zorlaşır. Çevirmenin anlamı kurtarmakla yetinmekten başka çaresi kalmadıysa da, buna “layıkıyla yapılmış bir çeviri değildir,” demek haksızlık olur.
GazeteBilkent: Çevirdiğiniz bir kitap olan “Apokalips’in Atlıları” ile ilgili kısa bilgiler okudum, oldukça ilginç bir kitaba benziyor. O yıllarda size nasıl ulaşmıştı?
O zamanlar dış basından yapılması gereken çevirileri yaptığım gazeteci bir arkadaşım, beni o yayın evine tavsiye etmiş. Onun aracılığıyla oldu yani. Kitap ilginç, evet, inanarak okursanız paranoyak bir hayat sürdürmeniz olası. 17 yaşımdayken ben de “vay be” diye diye çevirmiştim, fakat şimdi bakınca, komplo dozu biraz abartılmış bir kitap bence.
GazeteBilkent: Skeçlerde siz de harika bir oyunculuk performansı gösteriyorsunuz. Hiç oyuncu olmayı düşündünüz mü?
O skeçlerde o karakteri seçmemin nedeni, içimde bir yerlerde o karakterin zaten var olmasıydı. Oyuncular der ya, “kendimi oynadım” diye. Ben de ikinci kendimi oynuyordum. O yüzden becerebildim, o yüzden güzel oldu. Onun dışında başka hiçbir karakteri canlandırabileceğimi sanmıyorum, çünkü oyunculuğa dair hiçbir yeteneğimin olduğuna inanmıyorum. İsteğim de yok zaten.
GazeteBilkent: Bu aralar senaryosunu en çok beğendiğiniz “ya keşke ben de ekibinde olsaydım” dediğiniz dizi (-ler) var mı?
Hiç televizyon izlemiyorum, o yüzden gerçekten bilmiyorum.
GazeteBilkent: Yönetmenliğe ilginiz var mı?
İstikbal Göklerdeydi’yi kimseye emanet edemem, onu ben yönetmek istiyorum. Onun dışında yönetmenliği belki bir gün kişisel ve deneysel bir projemde denerim. Gişe amaçlamayan bir kısa film, belki. Sonuçta ben yönetmen değilim.
GazeteBilkent: Belgesel ağırlıklı kanallarda da çalıştınız. Sizce Türkiye’de izlenmeye değer belgeseller çekiliyor mu?
Mehmet Ali Birand ve Can Dündar’ın Türkiye’nin yakın tarihini anlatan belgesellerini baştan sona ve kronolojik sırayla beş kez izledim. Daha da izleyeceğim.
GazeteBilkent: Televizyonculuğun çok yorucu ve baskı altında bir iş olduğu söylenir hep. Eğlenceli, zevkli taraflarını anlatır mısınız?
Canlı yayınlanan bir late-night show’da, yayın sürerken kuliste ekip arkadaşlarınla “senin adın x olsaymış olurmuş. Sende tam x tipi var,” muhabbeti yaparsın. İpe sapa gelmez fotoğraflar çekilirsin. “Şimdi stüdyoya çırılçıplak, takla atarak girsem n’olur acaba” sorusunun cevabını tartışırsın, gülersin.
Sadece yazarlık değil, bilfiil televizyonculuk yapıyorsan, olay canlı yayındır zaten. Sürekli bir adrenalin akışı vardır, eve gidip yatağa uzanana kadar yorgunluğunu hissetmezsin. Orkestranın tuşları hala kulaklarında çınlarken “ne uzun gündü be,” dersin kendi kendine. Gün doğmaya başlamıştır bile. Eğlence mi bu, bilmiyorum. Bungee jumping eğlenceli mi?
Yayın günleri dışında, beyin fırtınaları sürekli gülerek geçer. Bu eğlenceli, bundan eminim.
Nadiren de olsa çok saygı duyduğun insanlarla tanışırsın. Bazen hayal kırıklığına uğrarsın. Ama yine de iyidir.
GazeteBilkent: GazeteBilkent olarak bu güzel sohbet için çok teşekkür ederiz.