Türkiye’de ilk olarak 11 Mart’ta tespit edilen Covid-19 dolayısıyla pek çoğumuz evlere kapandık. Günlük rutinlerimizden, arkadaşlarımızdan ve sevdiklerimizden uzak kaldığımız bugünlerde farklı meşgalelerle günümüzü geçirmeye çalışıyoruz. Netflix’te yeni bir diziye başlamak, arkadaşlardan alınan kitap tavsiyeleri ya da kısıtlı imkânlarla edinilmeye çalışılan pek çok yeni hobi çoğu zaman yalnızlık ve terk edilmişlik hisleriyle yoğrulmuş belirsizliğin getirdiği melankoliyi uzaklaştırmaya yetmiyor.
Böyle bir dönemde hislerimizin evrenselliğini düşünmeden edemedim. Yalnızca dünyanın dört bir yanında bizlerle aynı ruh halinde olan kimseleri değil, tüm zamanlarda yalnız hissetmiş ve korkmuş kim varsa hepsi için düşündüm. Belirsizliği, yalnızlığı ve tüm bu bekleyişi nasıl ifade ettiklerini anlamak istedim ve Edward Hopper aklıma gelen ilk isim oldu.
Yirminci yüz yılın en önemli sanatçılarından biri olan Hopper, modern soğuk şehir yaşamının monotonluğunu tuvaline yansıtır. Detaylardan arındırılmış sahneleri canlı renklerle bezelidir. Yabancılaşmayı, gelecek kaygısını ve yalnızlığı bazen üzgün, düşünceli bakışlarla odasının penceresinden dışarıyı izleyen yatağındaki bir kadın, bazen apartman katlarına dalıp gitmiş, dairelerdeki ışıklardan yansıyan yüzleri takip eden bir çift göz anlatır. Şu an pek çoğumuz, benzer bakışlarla, benzer ışıklar altında ve odalarımızda bir başımıza, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış birer Edward Hopper tablosunu andırıyoruz.
Aklıma gelen bir diğer eser ise romantizm akımının önde gelen isimlerinden Francisco Goya’nın El Perro(Köpek) adlı tablosu oldu. Bir yokuşun arkasında kalan ve neye baktığı belli olmayan siyah köpek, ölümün kaçınılmaz olmasıyla ve panikle ilişkilendirilebilir. Savaşın ve vahşetin çarpıcı betimlemeleriyle bilinen Goya’nın bu sade ve süssüz eseri, her ne kadar köpek tercihi sembolik bir anlatımı işaret etse de, yalnızca insanlar için değil, diğer canlıların da savaşlardan ve büyük buhran dönemlerinden ne kadar etkilenebileceğinin somut bir gösterimi olarak anlaşılabilir. Özellikle de son günlerde yardıma muhtaç sokak hayvanlarının sayısındaki gözle görülür artış bu şekilde bir yorumu destekler nitelikte.
Ancak yalnızlık üzerine resmedilmiş her eser belirsizliği ve melankoliyi çağrıştırmıyor. Alman ressam Caspar David Friedrich’in meşhur tablosu Der Wanderer über dem Nebelmeer(Bulutların Üzerinde Yolculuk) tepede bir başına, yüzünü göremediğimiz için kişiliği bizden gizlenmiş bir adam sunuyor. On dokuzuncu yüzyıl Avrupa’sında tablolardaki kişilerin şapkaları ait oldukları sınıfı belirtirdi. Burada ise yalnız adamın, iyi giyimine rağmen şapkasını çıkarmış ve bütün sosyal sınıflardan arınmış, hayranlık uyandırıcı doğa karşısında içsel bir yolculuğa çıkmış olduğunu söylemek doğru bir çıkarım gibi görünüyor. Belki böyle zor zamanlarda bizlerin de yapabileceği en iyi şey, bu türden bir yolculuğa çıkmak, düşüncelerimiz, hislerimiz ve eylemlerimiz üzerine düşünmektir.
Kullanılan kaynaklar:
https://scroll.in/article/957387/the-art-of-solitude-edward-hoppers-empty-canvases-are-full-of-new-meaning
https://www.artsy.net/article/artsy-editorial-understanding-edward-hoppers-lonely-vision-america-nighthawks
https://www.franciscogoya.com/the-dog.jsp
https://www.theguardian.com/artanddesign/2020/mar/27/we-are-all-edward-hopper-paintings-now-artist-coronavirus-age
https://www.youtube.com/watch?v=WfLrjBhbvAk