Merhaba Demeden Girilmeyen, Memnun Kalmadan Çıkılmayan Dükkân: Kumbara Yaşam
Aşağı yukarı yirmi beş metrekare alana neler sığdırılabilir diye düşününce aklıma gelen ilk görüntü kendi odam oldu, ikincisi Kumbara Yaşam dükkânı… Bu yüzden olsa gerek, içeri girince kendimi alışveriş merkezlerindeki soğuk mağazalardan ya da sürekli girip çıktığım sıkıcı butiklerde olduğumdan farklı hissediyorum. Kendini tekrar eden, hepsi aynı model, üst üste dizilmiş giysiler, insanı yorgun gösteren spot ışıkları, rahatsız edici satış elemanları ve aklınıza gelebilecek tüm o bunaltıcı ıvır zıvır yerine; içinde sadece senin sağdan soldan seçip almış olabileceğin eşyalar – giysiler bulunan, sanki bir kenara oturup kitap falan okuyabileceğin bir oda gibi daha çok burası. Yabancılık çekmen mümkün değil; dükkâna “Merhaba” demeden girmek yasak bir kere. İlk kuralı bu gibi, kapısında yazıyor; ben şahidim! İçerde sana güler yüz, şeker, sakız falan sunuyorlar tatlıyla beslemek istercesine. Ayrıca içeri her girdiğinde dikkatin dükkânın dört bir köşesine dağılıyor, her şeyi aynı anda görmek istiyorsun. Her girişinde yeni şeyler keşfediyorsun, abartmıyorum. Abartıyor olsam Wonderland orası derdim, çünkü saatlerce vakit geçirebilecekmişsin gibi geliyor bu küçük, sevimli, rengârenk dükkâna sığdırılan onca şey karşısında. Sanki Ankara’daki gri ve tek düze her şeyden sonra, tavşan deliğinden başka bir dünyaya düşmüş gibi hissedebilirsin derdim, daha da ileri gidecek olsam mesela. Evet, abartmıyorum çünkü Kumbara’da bulunmuş herkesin aşağı yukarı benimle aynı fikirleri paylaştığını bizzat gözlemledim. Müşterileri dükkânın bir parçası haline geliyor böylece. Zaten işte tam olarak bu yüzden Kumbara özel bir dükkân. Yok, sadece bir dükkân değil, sahiplerinin söylediği gibi gerçekten de bir yaşam tarzını temsil ediyor. Dükkânın tabelasından raflarına kadar bu adamlar ve arkadaşları tarafından yapıldığını da kendi gözlerimle gördüm. Hatta sevgili okur, bu arkadaş çevresinden birilerini senin de tanıdığına -ya da en azından bir yerlerde görmüş olduğuna- garanti verebilirim, eğer Ankara’da yaşıyorsan bir süredir. İçimizden birileri çünkü bu insanlar, sahipleri Çağlar ve İlhan da dâhil. Düşünüyorum da; raf yapan mühendisler, kapı boyayan barmenler cirit atmaktaydı Büklüm Sokak’ta aylar önce. İlhan’ın kafasında yıllar önce oluşan bu fikir, 2012 sonbaharında eskiden bir tesisatçı dükkânı olan; şimdi çok sevimli bir dekorasyonla bambaşka bir yere dönüşmüş yerinde doğdu ve büyüdü bu insanların yetenekleri sayesinde. Kısa süre içinde de açıldı ve önünden geçen herkesin en azından kafasını çevirip birkaç saniye baktığı bir yer oldu. Dedim ya abartmıyorum, abartacak olsam…
Saydığım bunca şeyin üstüne ben de; Ankara’da yeni bir dükkân açılmış, gidip sahipleriyle röportaj yapayım da gazeteye yazı olsun mantığından ziyade, daha kurulmamışken hayalini inançlı ve hevesli cümlelerden dinlediğim, bitmiş halini gördüğümde emeği geçen herkes adına gurur duyduğum Kumbara’ya gidip arkadaşlarımla bu başarı üzerine sohbet etmek ve bu sohbeti samimi bir dille sizinle paylaşmak istedim, röportaj bahane.
Sizce başarının anlamı ne? Başarı hikâyenizi ve gelecek planlarınızdan bahseder misiniz?
İlhan: Açıkçası ben hiçbir zaman üniversite okuyup sonra o bitirdiğim bölümle ilgili bir işe girip çalışmak gibi bir hayal kurmadım. On beş yaşında da, On sekiz yaşında da hep bu işlerle uğraşma fikri vardı kafamda. Bunun için de bu tarz yerlerde çalışarak, bu hayalime zemin oluşturmaya çalıştım. Yani bir dükkânda çalışıyorum, paramı alıyorum, çıkıyorum mantığıyla hareket etmek yerine işin detaylarını öğrenmeye çalışmaktı yaptığım. Açıp fatura okurdum mesela. Dükkânın kirasını öğrenirdim, oranın muhasebecisiymişim gibi kafamda hesaplar yapardım. Çalıştığım her yerde böyleydi bu. Başarı… Burayı çok istedik ve oldu. Cevap Kumbara Yaşam aslında, çünkü insanların yaptığımız işi yapabilmesi için ekonomik düzeylerinin çok iyi olması gerekiyor. Mağazaya istediğin zaman istediğin ürünü sokabilmen için, özellikle bizim gibi farkındalık yaratacak bir iş yapıyorsan, farklı ürünü bulup getirmek istiyorsan her zaman cebinde paran olması gerekiyor. Mesela şimdi çıkıp yurtdışında birkaç ülke gezip hem araştırma yapıp, hem de gelirken buraya bir şeyler getirebilme ve insanlara farklı bir şeyler sunma özgürlüğü verebilir sana. Yani ufak da olsa bir ürünün dağıtımcılığını içine sindirerek alabilirsin bu şekilde. Bu işe maddi olarak bakarsak, bizim öncelikle yapmak istediğimiz şey hayatımızı yaşayabileceğimiz kadar kazanmak burada, daha fazlası değil. Sadece bir şeylere başlamak için bir basamak. Elimizdekileri doğru bir şekilde kullanıp, aynen Kumbara’nın kuruluşundaki gibi, daha farklı yerlere ulaşabileceğimizi düşünüyoruz.
Çağlar: Ortada burası yokken, yani sadece Kumbara hayali varken biz bunu gerçek yaptık. Şimdi ilerisi için başka hayaller kuruyoruz, başka şeyler düşünüyoruz. Zamanı gelince onlar da Kumbara gibi, gerçeğe dönüşecek. Buna inanıyoruz ve başarı burada başlıyor bence. Bu işle alakalı ya da alakasız istediklerimizi zaman içinde yapacağız. Bu düşünce genişleyecek ve bizi başka yerlere taşıyacak.
İlhan: Bizim müşterilerimiz de aslında bahsettiğimiz gibi insanlar. Avrupa insanı veya Dünya insanı diyebileceğimiz insanlar. Mesela buraya geliyorlar “Aaa İstanbul’daki mağazalara ne kadar benziyor” falan diyorlar. Aslında bizim istediğimiz bu da değil. Bu da çıkmalı aradan.
Çağlar: Yani İstanbul bize aracı gibi, biz belli bir süre sonra o aracıyı da aradan kaldırıp başka şeyler yapmak istiyoruz. İstanbul da öncelikle bizde görmeli bir şeyleri mesela. İstanbul’a da bir şey tanıtmayı hedefliyoruz, çünkü aslında buradaki birçok şey İstanbul’da oluşmuş ve Ankara’ya oradan yavaş yavaş tanıtılan şeyler. Lomografi buna güzel bir örnek. Ankara’da Lomografi yavaş yavaş gelişiyor.
O zaman biraz da sattığınız ürünlerden bahsedelim mi? Ben Ankara’da bu tarz ürünler pek görmedim.
İlhan: Evet. Ankara’da göremeyeceğiniz birçok ürün var, ama var diyebileceğimiz ürünler de var, yani benzerlerinin bulunması mümkün: özellikle hediyelik eşyaların. Aslında bizi farklı yapan şey, temamız. Biraz araştırma yapılırsa, Türkiye’nin hiçbir yerinde bu temaya sahip bir mağaza olmadığı görülür. Bunun altını çizerek, bildiğim için söylüyorum. Fakat içeri girip de Lomo’ları veya Ethnies ayakkabıları görünce, insanlar burayı İstanbul’daki birçok dükkâna benzetebiliyor, ama bunlar dışında farklı şeyler de var içerde. Liman Yapım Evi ürünleri var, hediyelik eşyalar var, duş başlığı var… Kıyafet seçimlerinde bile aslında birbirinden çok ayırt edilebilecek şeyler sunmuyoruz. Tüm ürünleri birbiriyle kombine gibi düşünebiliriz. Ya da şöyle düşün; buradan alışveriş etmiş bir kadın ve erkeği dışarıda yan yana gördüğün zaman kıyafetleri birbiriyle uyumlu ve burayı yansıtıyor olacaktır. Yani sadece kendi içlerindeki kombinelerde değil, bir arada da.
Çağlar: Sattığımız da bu aslında; işin “yaşam” kısmı. Bunun yanında, insanlar geliyor mesela tişörtleri görüyorlar ve biliyorlar ki İstanbul’da bu tişörtlerin satıldığı yerler var, sonra hediyelik eşyaları görüyorlar ve yine bir yerlerde görmüşler tanıyorlar. Liman Yapım Evi ürünlerini, Lomografi’yi falan görüyorlar ve diyorlar ki tamam hepsi var İstanbul’da. Fakat işte, hepsinin seçilip bir araya getirildiği bir yer yok. Yani burada Lomografi’nin her ürünü yok, sadece seçme ürünleri var. Sattığımız her şeyi İstanbul’daki belli mağazalardan seçerek, en iyilerini sunmayı hedefleyerek dükkâna getiriyoruz.
İlhan: Bu da cesaret isteyen bir şey aslında. Tekstil ve ayakkabıyı kombine edebilirsin, burada bir sıkıntı olmaz. Kaldı ki bu satan bir şeydir, birçok mağaza bunu yapıyor. Fakat burada başka bir şey var. Aslında bir oda burası. İçinde kıyafetlerin, hemen altında ayakkabıların, fotoğraf makinen, duvarda tabloların, şurada sevdiğin aksesuarların, burada ufak tefek eşyaların vs. Bunu zenginleştirerek devam ettirmeyi planlıyoruz.
Sohbetin bu noktasında içeri bir müşteri girdi ve “Neden adınız Kumbara?” diye sordu, ben de dayanamadım durdurduğum kayıt cihazını tekrar çalıştırdım:
Çağlar: Biriktirdik biriktirdik Kumbara’mızda, sonra da açıp burayı kurduk.
İlhan:
Eğer Kumbara’dan örneğin bir kazak alıyorsan, buradan çıktığın zaman bunu insanların üzerinde, sokakta beş kişide veya gittiğin bir mekânda herhangi bir insanın üstünde görme olasılığın yok. Bunlar çok zor, çok uzak ihtimaller. Zaten belli bir grubun içinde yapıyoruz bu işi. Bir bakıma müşterilerimizin yaşadıkları bir yer burası. Eğer bir şeyden beş tane getirip satıyor olsaydık, müşterilerimiz de tekdüze olacaktı. Bu yüzden devamlı az ve farklı şeyler getirmeye çalışıyoruz. Bu da yaptığımız işi zorlaştıran şey aslında.
Röportajın ikinci bölümü yarın…