ZARLARI HİLELİ DÜNYAYA TUTULAN BİR AYNA: “AZ”

Okuyucuyu etkileyen en önemli faktörlerden biridir belki de bir romanın ilk sayfaları. Günday’ın eserinde de bunu bariz bir biçimde görüyoruz. Zira yazar, kitabı elinden bırakmayı istemeyecek kadar merakta bırakıyor okuyucusunu. Yatılı bir okulun yatakhanesinde, tavandaki çatlağın yansımasını böcek sanarak kendini yataktan atan altı yaşındaki küçük bir kız çocuğunun ölümüyle başlıyor hikâye. Oldukça zeki bir kurguyla ele alınmış bu eser, aklınıza gelebilecek bütün kötülüklere ayna tutar nitelikte.

    Kitabın ilk bölümünde, annesi tarafından okuldan alınıp para karşılığında bir tarikat liderinin oğluyla evlendirilen Derdâ ile tanışıyoruz. Sayfaları çevirdikçe ardı arkası kesilmeyen bir nefret duygusuna kapılmamak elde değil. Yozlaşmış insanlar, din adı altında yapılan yobazlıklar ve daha nicesi bizleri bu duyguya iten sebepler arasında. Arkadaşlarıyla sokakları inleten kahkahalar atıp oyunlar oynaması gereken Derdâ, annesinin zoruyla evlendirildiği kişi tarafından defalarca tacize ve şiddete maruz kalıyor. “O gece Londra tarihin en uzun gecesi oldu, çünkü güneş bile doğmaya utandı.” (Günday 59) cümlesiyle anlatıyor Günday, Derdâ’nın tecavüze uğradığı mide bulandırıcı ve bitmek bilmeyen o ilk geceyi.

    Romanın ikinci bölümünde ise mezarlık çocuğu olan Derda ile tanıştırıyor yazar bizi. Günday’ın bu eserini okumadan önce, ölüme sevinen küçük çocuklar olabileceğini hiç düşünmezdim. Evet, yanlış okumadınız: Ölüme sevinen küçük çocuklar. Ölen yakınlarını mezarlığa ziyarete giden kişilerden, altında çürümüş bedenlerin olduğu toprağa bidonlarla su döktükten sonra karşılığında aldıkları üç beş kuruş parayla geçimini sağlayan küçük çocuklar onlar. On bir yaşında bir erkek çocuğu olan Derda da onlardan biri. Annesinin hazin ölümünün ardından babası da hapiste olduğu için kimsesiz kalma güdüsüyle akıl almaz eylemlerde bulunan bir çocuk. Çünkü arkadaşları ona kimsesizler yurduna giderse oradakiler tarafından tecavüze uğrayacağını söylüyorlar. Kitabın ilerleyen sayfalarında, okuma yazma bilmeyen Derda, korsan kitap basan bir yerde çalışırken Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını merak ederek okumayı öğreniyor. Yazmayı değil, çünkü Atay’ı anlamak için okumayı bilmek ona yetiyor.

   Birtakım tesadüfler sonucunda yolları kesişen bu iki ana kahramanımız bizlere, zarların hileli olduğu bu dünyada umut ışığı olabilecek bir son bırakıyorlar.  “Birlikte olabilmek için kırk yıl, birlikte ölebilmek için de bir kırk yıl daha yaşamışlardı” (Günday 355). Esere adını veren “AZ” kelimesinin harfleri a ve z aslında bu iki ana karakteri simgeliyor. Biri alfabenin ilk diğeri son harfi. Yan yana gelmesi imkânsız iki uçurum misali…      

Karanlık bir tarzı olan Hakan Günday bu özelliği nedeniyle pek çok kişi tarafından eleştiriliyor. Fakat sanıyorum ki bizleri asıl rahatsız eden, gerçeklerin bütün çıplaklığıyla tokat gibi yüzümüze çarpma düşüncesi. Zira, hepimiz o denli alışmışız ki yaşanılan kötülükler karşısında gözlerimizi ve kulaklarımızı kapatıp onlar yokmuşçasına yaşamaya.

Kaynakça:

Günday, Hakan. Az. Doğan Kitap, 2021. Baskı.

Leave a Reply