Gazetemizin Politika Editörü Ümran Şatana’nın Bilkent Üniversitesi İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nin Sosyoloji ve Sosyal Psikoloji derslerini veren Sayın Hocası Dr. Nilgün Fehim Kennedy ile “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” konusu üzerine gerçekleştirdiği röportaj aşağıdadır.
Şatana: Sayın Kennedy, malum 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlanıyor, ne zaman başlamıştır ve o günün önemi nedir?
Kennedy: 8 Mart, 1857 tarihinde Amerika New York’ta greve giden dokuma işçilerinden bir grubun bir fabrikaya kilitlendiği ve çıkan yangında 129 kadının öldüğü gündür. Daha sonra 1910 yılında Clara Zetkin’in önerisi ile II. Sosyalist Enternasyonal’de 8 Mart tarihinin Dünya Emekçi Kadınlar Günü olmasına karar veriliyor. İşin aslı çok farklı, Dünya Emekçi Kadınlar günü ile Kadınlar Günü çok farklı. Bizde kavramların içinin boşaltılması var. 8 Mart’ı kadınlara hediye alınan, kapitalizmin tüketim toplumuna yönelik bir Kadınlar Gününe dönüştürdük. Hâlbuki bugünün kadın meseleleri üzerinde oturup düşünülmesi gereken, çözümler üreten bir gün olması lazım. Günümüzde kadınların sorunları kılık kıyafete indirgendi. Kadın iyice metalaştırıldı ve iyice ikinci sınıf hale getirildi. Türkiye’de her gün en az beş kadın öldürülüyor. Böyle bir günde Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun demek çok acı geliyor. Oturup düşünmek lazım, Dünya Kadınlar Günü, Sevgililer Günü gibi bir şey değil. Çok derin bir anlamla çıkmış ve anlama uygun yaşanması gereken bir gün ama dediğim gibi her şeyin içi boşaltılıyor.
Şatana: Günümüz Türkiye’sinde kadının toplumda ki yeri ve önemi için neler söylemek istersiniz?
Kennedy: Türkiye’de 1934’de kadınlara seçme seçilme hakkı veriliyor. Cumhuriyet öncesi dönemde Tanzimat’tan başlayarak kadınlar inanılmaz biçimde özgürlük, eşitlik talepleriyle geliyorlar. Örtünmek istemiyorlar, eşlerini kendileri seçmek, politikada söz sahibi olmak istiyorlar. Bu taleplerin üzerine oturmuş devrimlerin bugün geldiği noktaya bakın. Açıkçası durum çok iç karartıcı, moral bozucu bir halde. “Örtünmeyen kadın perdesiz eve benzer ya satılıktır ya da kiralıktır” bunu Facebook’ta okudum, günümüzde bunu duyuyor olmak çok acı bir şey. Kadını bir mal gibi görmenin çok güzel bir ifadesi (!) Çünkü kadını ötekileştirmenin, onu ezmenin ilk yolu onu bir şekilde hem mekânda soyutlama, hem bedende soyutlamaktır. Kültürde değişmesi gereken çok şeyler var ancak ne yazık ki eski kültürü arar duruma gelmeye başladık. İlişkiler son derece kötü hale geldi. İnsanların cinselliği bakışı çok sapkınlaştı, bütün küfürler kadın bedeninin aşağılanması üzerine kuruluyor. Bu kadar kötü bir şeyse niçin herkesin derdi o? Tecavüz doğrudan doğruya güçle alakalı bir şeydir, güç gösterisidir. Cinsellik değildir, ben istediğimi elde ederim çünkü karşımdaki zayıftır düşüncesi hâkimdir ve bu düşünceyi tek tek erkeklere veren de erkek egemen sistemdir. Ne yazık ki bugün durum budur.
Şatana: Peki Türkiye’de kadınların seslerinin duyulduğuna, kendilerini duyurmaya çalıştıklarına inanıyor musunuz?
Kennedy: Hayır, kadınların seslerinin duyurmalarına hiçbir şekilde izin verilmiyor. Mesela Hürriyet Gazetesi’nin en son yapmış olduğu reklama dikkat edersek, o reklamda erkek kullanılmamasına rağmen korkunç bir şekilde erkek egemen söylemi olan bir reklam. Erkek öyle yüce bir varlık ki kadını dövmez, dövenlerde erkek değildir mesajı verilmeye çalışılıyor. Peki, kim dövüyor kadınları? Gayler mi dövüyor? Kadınlar mı kadınları dövüyor? Erkekler dövüyor. Bu arada dikkat çekilmesi gereken nokta tek tek erkeklerin incelenmesi değil, erkek egemen sistem incelenmeli. Çünkü erkeklerin egemen olduğu bir sistemde yaşıyoruz. Bu yüzden kadına istedikleri gibi tecavüz edebiliyorlar, kadına şiddet uygulayabiliyorlar, kadınları eve kapatabiliyorlar her şeyde kadını suçlayabiliyorlar. O yüzden sistemi çok iyi tanımlamak gerekiyor.
Şatana: Bayanlara yönelik, tecavüz ve cinayetten bahsetmişken, Münevver Karabulut cinayetinden sonra kadınların öldürülmesinde gözle görülür bir şekilde hızlı bir artış yaşandı. Bu artışın altında yatan nedenler sizce nelerdir?
Kennedy: Öncelikle bir noktanın altını özellikle çizmek istiyorum “bayan” demeyeceksiniz. Erkek diyebiliyorsunuz ama kadın demek sanki ayıp bir söz olarak nitelendiriliyor. Kadınlara bayan demekle saygı göstermiş olmuyorsunuz, tam tersine kadınlığın aşağılayıcı bir şey olduğunu düşündüğümüz için kadın diye hitap etmiyoruz. Öncelikle dilde bir sürü yapılan hataların düzeltilmesi gerekiyor. Cinayetlerde ki artışın sebebi Orhan Çeker gibi kendisine profesör unvanı verilmiş insanların yaptığı açıklamalarda “kadın dekolte giyerse eğer, tecavüzü hak eder” diyebilmesidir. Kadının yeri evidir, işsizliğin sebebi kadın istihdamının artışındandır gibi söylemler ve politikalar cinayetlerin artışına sebep olmuştur. Kadının sürekli cinselliği ile tahrik edici görünüp, onun örtülüp kapatılması ve eve hapsedilmesi kadını değersizleştirmektedir. Dolayısıyla kadın bu kadar değersizleştirilince insanlar kadına yönelik her şeyi yapabileceğini düşünüyorlar, acı gerçektir ki bunlara kadının kendisi de dâhildir. Kadın kendisine yönelik şiddeti mazur görebiliyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, kadın eğer yemeğin altını yaktıysa, çocuklarına iyi bakmadıysa, kocasının isteklerini, genellikle cinsel isteklerini, yerine getirmediyse dövülebileceğine inanıyor. Kadın cinsel ilişki istemeyebilir, evlilik içi tecavüz denilen bir olay var ki bizim için kavranması çok zor çünkü biz dışarıdaki tecavüz davalarını kabul ettiremiyoruz. Bunların yanı sıra, tecavüz davalarının büyük çoğu kadınların tanıdığı erkekler tarafından gerçekleştiriliyor. Bunlara karşı konuşabilmek gerekiyor, kadın istihdamı inanılmaz seviyede düşük, kadın tarımda ücretsiz işçi, şehirde ev kadını olarak çalışıyor. Üniversite mezunu kadın oranı %5-%10’larda geziyor. Kadının okuma yazma oranı çok düşük. Okuma yazma oranı her sorunu çözüyor mu? Hayır çözmüyor. Eğitimli erkekte karısını dövüyor, eğitimli kadında dayağı kabul ediyor. Sistemin, mantalitenin değişmesi gerekiyor.
Şatana: Erkeğin baskın olduğu bir toplumda kadına yapılan eşitsizlikler dile getirildiğinde direkt feminist damgası vuruluyor. Sizin bu konuda ki fikirleriniz nelerdir?
Kennedy: Erkek egemen önyargılar kadınlardan da geliyor, Ergin Ardıç gibi adları yazar olan ve kendilerince feminist kadınlar, solcu kadınlar diye tanım yapanlar var. Feminist kadınlar evde kalmıştır, çirkindir diyenler var. Bu yüzden pek çok kadın, ben kadın erkek eşitliğine inanıyorum ama ben feminist değilim diyor. Feministlik, en genel tanımıyla “kadın erkek eşitliği için mücadele etmektir”. Kadınlar erkek ağzıyla konuşuyorlar, kadının kendi sesi yok.
Şatana: Kadının kendi sesi yok demişken 12 Haziran 2011 seçimlerinde kadın aday sayılarının artırılacağını ve meclise ki kadın oranını artırmak istendiği herkes tarafından biliniyor. Sizce bu vaatlerin ne kadarı gerçekleşir?
Kennedy: Gerçekleştiğini düşünelim, bu sembolik anlamda önemli bir gelişmedir. Yani kadının görünürlüğünü siyasette sağlamak önemli bir şeydir. Çevremizde ben parlamentoya gireceğim diyen kadın oranı çok düşük. Kadınlar teşvik edilmiyor. En azından küçük kız çocuklarına rol modeli olabilecek kadın milletvekiline ihtiyacımız var. Ayrıca bizim ülkemizde parlamenter olabilmek için uygulanan sistemler çok kötü, bunların değişmesi lazım. Ancak, eskiden beri savunduğum bir şey var meclise girecek olan kadının niteliği çok önemli. 275 tane sadece şekilsel bir değişim olacaksa bunun ne faydası olacak?. Kadın meselesini dile getirebilecek kadın milletvekillerine ihtiyacımız var. Kadınların sürekli susturulduğu ve üstelik kadınların fiziksel anlamda doğrandığı bir toplumda ama erkek ama kadın; kadın meselelerini konuşacak milletvekillerine ihtiyacımız var.
Şatana: Nilgün Hanım, konuyu toparlarken, Bilkent Üniversitesi’ne bu röportaj vesilesiyle nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Kennedy: “Merak edin!” ilgi duyun, niye böyle, niçin bunlar böyle oluyor diye sorgulayın. Bir birey olduğunuzu hatırlayın ve size ne denirse densin acaba niçin bana böyle dediler diye merak edin. Olduğu gibi her şeyi kabul etmeyin. Bir örnek vereyim, ODTÜ’de Kadın Çalışmaları programına ilk başladığım zaman, çok sevdiğim, tezimi birlikte yazdığım bir hocam bizi bir masa etrafında topladı; kendinizi üç kelime ile tanımlayın dedi, masadaki herkes öncelikle ya birinin kızıydı, ya birinin oğluydu ya birinin sevgilisiydi, hep ilişkileri ile tanımladılar kendilerini. Ben kadınım, anneyim, mimarım demişim mesela, benimkinde ben; benim. Kocamın karısıyım, çocuklarımın annesiyim diye tanımlamadım. Bu bilince gelebilmek çok önemlidir. Öncelikle ben kimim diye kendilerine sorsunlar. Ben ne istiyorum, hayattan beklentilerim ne, ne kadarına yapmama izin verilmez, o izin verilmez kısmını nasıl değiştirebilirim diye sorgulamak çok önemlidir. Hayatını istediğin gibi yaşamak istiyorsan, özgürlüğünü istiyorsan korkmayacaksın. Korkuların olduğu sürece özgür insan olamazsın. Bu kadın için de erkek için de geçerlidir.