Yüksek mühendis ve yazar N.Derya VAROL, yazmış olduğu “Türk Hazinesi” adlı eserini Ümran ŞATANA ile paylaştı. İçerik olarak iddialı ve çarpıcı olan kitaptan genel başlıklar halinde bilgiler ve kitabın basım aşamasına kadar geçen sıkıntıları içtenlikle dile getirdi.
ŞATANA: Kitabınızın basım aşaması çok sancılı geçmiş, bu kadar iddialı bir konuyla alakalı bir kitabı raflarda göremiyoruz. Bunun asıl sebebi nedir?
VAROL: Kısaca kitabı yayınevine verilecek hale getirdikten sonra karşılaştıklarımı özetlemeye çalışayım. Bu kısımda yayınevlerinin ve kişilerin adlarını vermeden geçeceğim. İlk Ankara’daki büyük bir yayınevi ile temas kurdum. Buyurun gelin görüşelim dendi. Ancak bazı nedenlerden dolayı o sıralar Ankara’ya gidemedim… Bir süre sonra hamle yapma isteği ile o yayınevinden randevu alıp uçağa atlayıp Ankara’ya gittim. Heyecan ile bulduklarımı anlattım. Yayınlardan sorumlu bayan çok etkilendiğini söyleyip yayın kurulundan geçirmek için 1 ay süre istedi. Bir ayın sonunda yayın kurulundan geçmişti ama yayınevi iç nedenlerinden dolayı yeni bir kitap yayınlamama kararı almıştı ve kitabım yayınlanmadı.
Bu hevesle bekleme her şeyin olumlu gitmesi ama ardından gelen olumsuz cevap bir süre kitapla ilgili hiçbir girişimde bulunmamama neden oldu. Sonra tanınmış yazarlarımızdan birine ulaştım. Atatürk’ün Türk Tarihi Tezi ile ilgili gözüküyor başka bir yayınevine gitmeden burayı tekrar deneyin dedi.
Aynı yayınevinde yine 1 aya yakın bekleme ve yine aynı nedenle olumsuz cevap aldım ama bu sefer kesin kararlıydım. Moral bozmayacak ve kitabımı yayınlatacaktım.
İstanbul’daki büyük bir yayınevini denemek geldi aklıma. Oradan da görüşme günü aldım. Yine yayınlardan sorumlu bir bayan “yarın bir tarih profesörü gelecek, bir tarih serisi hazırlıyoruz. O kitabınıza tamam derse hemen bekletmeden yayınlarım” deyince ertesi gün tekrar o yayınevinin yolunu tuttum. Görüşeceğim tarihçi benim de kitaplarından tanıdığım bir tarihçiydi. Görüşmeye çok rijit sorgular bir havada başlamaya çalıştı. Harflerin Türkçeden çıktığını anlatan bölümde “bu harfin anlamını ben buldum” deyince. “nerede yazıyor o anlam” diye sert bir tarzda itiraz etti.
1nci sağlam kaynağı gösterdim.
2nci sağlam kaynağı gösterdim.
3ncü kaynak Divan-u Lügatı Türk sayfa deyince
“Ben bu konuya bakamam…bir dilci baksın” deyip çekildi.
2 dakika önce sorgular havada sıkıştırmaya çalışan kaynakları görünce birden geri çekilmişti.
Aslında bu bakışı da çok eleştiremiyorum. .uç noktada iddialar, onaylaması halinde etrafından gelecek tepkilerden çekiniyor. Ama Atatürk zamanında bu konular yabancı bilim adamlarının da katıldığı bilimsel kongrelerle gündeme getirilip çekinilmedi ise şimdi çekinmek niye!
Sonuçta birkaç bilim dalında gerçekler araştırılmış ve bilimsel yöntemlerle ilerlenmiş.
Kitabımı yayınevinde bırakıp çıktım. Tam Cağaloğlu’ndan inerken de yolda vazgeçip yayınevine gidip kitabımı aldım, bırakmadım. O an “burada da bekletecekler ve basmayacaklar” deyip “daha fazla beklemeyip kitabımı ben yayınlayacağım” kararını vermiştim.
Ve bakanlığa başvurup Şahıs yayıncı olarak kitabımın ISBN ‘sini aldım.. Yalnız basılmadan önce bir iki küçük yayınevi görüşmesi de oldu.. oradaki olumsuz yaklaşımları geçiyorum.. Yalnız biri “bu konuda çok çalışan oldu hiç bu seviyeye gelen olmadı” demesine rağmen kabul edilemeyecek koşullar ileri sürdü.
Burada aslında Türkiye’deki “yazarlık, yayıncılık ve okuyucuya ulaşabilme” konusu önemli bir başlık.Yazar eğer meşhur değilse yayınevi telif hakkını çok düşük tutmaya çalışıyor veya dağıtımcı ya dağıtmıyor ya da sizin ayakta duramayacağınız kadar çok almaya çalışıyor..
Kitapların ilk baskısında kitabı kendim matbaaya uygun hale getirip.. kapak tasarımını da sade de olsa kendim yapıp düzgün bir matbaa bulup bastırdım..
Ama şimdi de dağıtımcı engeli var ne yazık ki.. Kitapları ilk görüştüğüm yayınevinin dağıtım kısmının dağıtması düşünülüyordu ama hala oradan bir cevap gelmedi. “dağıtmayacağım” cevabı da gelmedi. “Sizi arayacağım” dendiği halde toplantıdayımlarla oyalandı.
Bir başka dağıtımcı ise “ilk baskıyı dağıtırım ama ikincisinin yayın hakkını verirseniz” dedi. İşin maddi kısmından bahsetmek istemiyorum ama siz yazmışsınız. Bir de yayınlamışsınız.10 tl den satılacak kitabın 6 tl si dağıtımcıya verilir mi. Maliyet ve vergiyi düşünce çevirmek mümkün değil, kitabın kağıt kalitesini yüksek tuttum, yayın hakkını versem fiyatını arttıracak, kağıt kalitesini düşürecek.
Direkt üretime katılmayan aracılar hangi alanda olursa olsun bu kadar çok kazanmamalı.. Aracılardan çok üreten ve tabi ki tüketen de kazanmalı.. Bu kitapta bilgide olduğu kadar yediğimiz sebze meyvede veya diğer tüketim maddelerinde de geçerli.. insanlar aracılıkta değil üretim de çalışmalı.. Bu daha fazla üretmeye herkesin doymasına ve çok daha ucuza almamıza sebep olacaktır.
Kitabın durumuna dönersek şu an aracı engeli aşılmamış durumda.. Birkaç dağıtımcıya daha ulaştım ama yurtdışında Self-publishing denen ve satışları da epey yüksek olan Şahıs-yayıncılığa Türkiye’de alan tanımamaya çalışıyorlar, ama bu bir şekilde aşılacak. İnsanlar bu kadar kitaba ulaşmayı isterken bu bir şekilde çözülecektir.
Kısaca demiştim ama pek de kısa olmadı. Ama bunlar Türkiye’deki yayıncılık konusunun birer canlı örneği. Hepimiz kitabı seviyoruz ve niye cebimizden fazlası gidiyor veya niye daha kaliteli kitaplara ulaşamıyoruz…
ŞATANA: Sonuç olarak mühendissiniz ve Eski Türk Dili ile Eskiçağ Türk Tarihi ile ilgilenmeniz sadece bir hobiyle mi başladı yoksa altında başka sebepler var mıydı? Mühendislik alanında başarılı olmuş birinin mitoloji ve arkeoloji ile ne ilgisi olabilir sorusu insanın aklına geliyor.
VAROL: Öncelikle bu çalışmaya başlamamdaki asıl neden Eskişehir’den İstanbul’a geri geldiğim süreçte “Siz sonradan geldiniz sizden evvel Anadolu’da Yunan vardı” cümlelerinin beni incitmesi ve böyle bir çalışmaya başlamam için beni tetiklemesi olmuştur. Ama şunu da söylemeliyim araştırmam ve yazılarım sırasında hiçbir zaman gerçekleri zorlamaya çalışmamış, tamamen konulara bilimsel bir merak ve araştırma bakışı ile yaklaşmışımdır. Bu, başka milletlere düşmanlık duygusu ile değil sadece kendi milletini sevip, onun değerlerini hatta gerçekleri koruma duygusu ile yapılmıştır.
Bunların yanı sıra insanların hayatlarının akışı, hayatınız öyle akıyor ki kendinizi böyle bir araştırmanın içinde buluyorsunuz. Tek kişilik bir araştırma tabi, karda soğukta Beyazıt kütüphanesinden çektirilen fotokopiler, her bir seferde alınan onlarca kitap, internetten indirilen binlerce sayfa, bir alandaki veriyi başka bir alandaki verinin tamamlaması ve ardı ardına gelen keşifler.
Ben buldukça şaşırıyordum ama bir keşif başka bir keşfin anahtarı oluyordu..
Bir de eser bırakma isteği bu çok farklı bir mutluluk ve haz.. Kişilik yapısıyla da ilgili.
Koç da genel müdür olsanız burada aldığınız mutluluğu alamazsınız. Eskişehir’deki Kentsel Gelişim Projesindeki çalışmamı hariç tutuyorum. Orda da insanlar için bir şeyler yapmanın mutluluğu vardı.
ŞATANA: Bir başka dikkatimi çeken nokta ise niçin mühendislik alanıyla ilgili bir kitap değil?
VAROL: Ben İstanbul Teknik Üniversitesi mezunuyum. İTÜ’de yüksek lisansta çok ilgimi çeken bir konuda da çalışmalarım oldu, hatta bir kitap da düşündüm çünkü o konuda Türkçe kaynak yoktu hala da yok.(bir Azeri profesörün sadece bir alanı içeren kitabı hariç) ama o yaşlarda bunu bastırmak çok zordu.
Aslında nereye dokunsanız bir konu başlığı bu da üniversitelerimizin
ve üniversitelerin bilgi kitap üretmesi ve bunun halka ulaşması konusu.
Burada da ne yazık ki yapılması gereken çok şey var… Durum için “Ne yazık ki” diyorum ama bir şeyleri düzeltmek de o kadar keyifli.
Kısaca mühendislik de de bir iki basılmamış çalışmam var. Belki ilerde onları da bastırırım ama bu konu önceliğini hissettirdi. Bir boşluk vardı. Birçok uğraşan olmuştu ama net bir tez yabancı dil tarih profesörlerinin dahi itiraz edemeyeceği sağlam bilimsel bir çalışma birkaç alana birden bakarak yapılan bir çalışma yoktu. Bir de tarihte de bu yazıt çözümlemeleri ile matematikçiler de ilgilenmiş, bir yerde şifre çözme gibi…
ŞATANA: Bizlere kitabınızın içeriğinden bahseder misiniz?
VAROL: Eski abecelerde birbirine çok benzeyen 3 abece var; Eski Türk Abecesi, Older Futhark denilen İngilizce ile Almancanın ilk örneklerinin yazıldığı runik abece ve bugün kullandığımız Latin Abecesi’nin kökeni olan Etrüsk Abecesi.
Şimdi bu üç çok benzeyen abeceden biri kaynak. Kitabımda Eski Türk Abecesi’ndeki harflerin tamamen o zamanki günlük Türkçeden doğduğunu ispatlıyorum. Burada bazı harfler önceden de söylenmiştir ama bazıları ise tamamen benim bulduğum keşiflerdir. Yalnız Göktürk Abecesi’ne baktığınızda bu Türkçeden çıkışı tam göremiyorsunuz bunun 200-300 sene önceki hali daha kuzeyde imhadan kurtulmuş Yenisey Türk Yazıtlarına ve Abecesine bakmak lazım. Bu üç benzer abeceden Eski Türk Abecesi’nin Türkçeden çıktığını ispatlayarak diğer benzer iki abecenin de Eski Türk Abecesi’nden alındığını ispatlamış oluyoruz.
ŞATANA: Fikirleriniz çok uç noktada gibi duruyor,bunun için neler söylemek istersiniz?
VAROL: Dil ile ilgili kısmı yalnız bırakmamak için 2nci ciltte yazmayı düşündüğüm tarihsel keşifleri de destek olması için bu cilde ekledim. Kitabın tanıtımını ve arka kapağı okuduğunuzda çok iddialı, çok uç noktada görülüyor ama içindeki verilere ispatlara baktığınızda siz de şaşıracaksınız. Bir bulduğum bir sonraki çözümlemenin anahtarı oluyordu. Bu konularda Eski Türk Yazıtlarının çözümlemesi ile uğraşan iki yüksek mühendis daha var.
Benden yaşları daha ileri, kitapları da var, hatta birkaç kez televizyonlara da çıktılar ama ben okuduğumda isim vermeden geçeceğim birinin zorladığını gördüm…
Örneğin Göktürk Yazıtlarının yazıldığı tarih, orda adı geçen tarihi kişiler bellidir.
Bu yazıtların tarihlerini çok daha öncesinde olduğunu iddia edip başka tarzda okumaya çalışmak bana zorlama olarak gelmişti…
Eski Türk Abecesinin ortaya çıkış tarihi çok çok daha eskidir ama Göktürk Yazıtlarının tarihi oradaki adlar kişilikler bellidir. Bunları benden önce çıkmış olanı yererek puan kazanıyım diye değil, çalışmamdaki bakışımı,bilimsellikten uzaklaşmamaya özen gösterdiğimi belirtmek için yazıyorum… Bazı bulduklarımı ben doğruluk olasılığının çok yüksek olduğunu görsem de okuyanın bütüne bakışını bozmasın diye kitaba katmadım. Bazı bulguları da olasılığı 100 de 100 olmasa bile çok ilginç veriler oldukları için okuyucuya aktarmadan geçemedim.
Kitap Eski Türk Abecesi’ndeki harflerin Eski Türkçeden o zamanki insanların günlük kullandıkları, günlük konuşmalarındaki en gerekli olan kelimeleri şekille yazıya aktarma gereksinimlerinden çıktığını harfleri tek tek inceleyerek başlıyor. Hemen söyleyeyim tek harfin bile Türkçeden çıktığını gösterseniz o abecenin o dilden çıktığını ispatlar ama biz bu kitapta birçok harfin Türkçeden çıktığını gösteriyoruz. Kitapta aktardığım harflerin bazıları önceden de başka başka yerlerde çeşitli zamanlarda Türkçeden çıktığı söylenen harflerdir.
Ok ve ya(yay) harfi gibi.
Ama bazıları ise bu çalışma sırasında benim keşfettiğim harflerdir ve bu abece ile ilgilenirken Ares ‘in de Türkçeden çıktığının keşfi şekli İle kitapta belirtilmiştir. Dil, abece kökenli ispat da tek başına kalmasın diye ikinci ciltte yazmayı düşündüğüm Oğuz adının MÖ.1700’lerde Babil’e kadar uzandığının keşfi de bu kitaba eklenmiştir. Bu konular ilk bakışta inanılmaz gibi görülebilir.
Ancak Atatürk de Türk Tarih Tezini oluşturmak için çok çalışmış okumuş ve bu kitabın içindeki verilere paralel olan bulgularını kitap haline getirtmiş. Zamanında liselerde tarih kitabı olarak okutmuştur ama ne yazık ki Atatürk’den sonra bu kitaplar müfredattan kaldırılmıştır böyle bir çalışmanın olduğundan dahi haberi olmadan benim de içinde bulunduğum ve sonraki nesiller eğitim müfredatından geçmişlerdir. Ayrıca yine kitabın içinde olan ve ikinci ciltte çok daha net anlatılacak olan Etrüskler Hem Atatürk tarafından incelenmiş hem de Türkiye’nin ilk kadın diplomatı Roma ‘da görev almış Sayın Adile Ayda tarafından da incelenip- hatta Vatikan kütüphanesinden de faydalanılarak- kitap haline getirilmiştir. Yabancı kaynaklara Türk kaynaklarından daha değer verenlere de söyleyebileceğim; Etrüskler konusunda yabancıların da Etrüskleri Türklerle ilişkilendirdiği birçok kaynak mevcuttur. İkinci ciltte bunlar detayı ile verilecektir.
ARES’İN TÜRKÇE’DEN ÇIKTIĞININ KEŞFİ
Zeus’un Oğuz olduğu,ki bunu Halikarnas Balıkçısı da bulmuş..ve kitaplarında satır aralarına saklamıştır. Oğuz adının M.Ö. 1700’lerde Babil’e kadar ulaştığı hatta bu adın Etrüsk kökenli bir aileden gelen Sezar’a kadar ulaştığı kitaptaki ilginç keşiflerdendir. Evet çok uç noktada iddialar olarak görülüyor ama kitap okuyucuya ulaştığında okuyanlar ispatları görünce “gerçekten böyleymiş” diyeceklerdir.