Kutlu Doğum Haftası ve Müslümanlar

 

ilkmuslumanlar

Müslümanların peygamberlerine olan sevgi, hürmet ve bağlılıklarını ifade ettikleri “kutlu doğum haftası” içerisindeyiz.  Hz.Peygamber hakkında ben de haddim olmayarak birkaç satır karalama ihtiyacı hissettim. Bu önemli hafta da İslam peygamberine farklı bir açıdan bakabilme, onun öğretilerini ve başardıklarını geniş bir perspektiften ele alabilme amacı taşıyorum. Bu yazımı İslami bir hassasiyetten ziyade bir siyaset bilimcisi adayı ve naçizane bir siyaset yazarı şuuruyla kaleme aldığımın bilinmesini isterim.

Şüphesiz ki tüm dinlerin mensupları için o dinin peygamberi fevkalede özel ve muteberdir. Herkes inandığı dinin peygamberine karşı muazzam bir saygı ve sadakat duygularıyla doludur. Tüm dünyada bir milyarın üzerinde inananı olan İslam dininin peygamberi de bu dinin mensupları tarafından yoğun bir özlem ve sevgi ile yad ediliyor. Bizler içinde yaşadığımız Müslüman toplum ve Müslüman kimliğimizden ötürü peygamberimizi her daim kutsal değerler çerçevesinde irdeleyip değerlendiriyoruz. Oysa Hz. Muhammed’in yaşamı ve öğretilerini siyasi, sosyal ve mantık çerçevesinde irdelemekte son derece önemli.

Bugün ne yazık ki İslam coğrafyası ve Müslüman toplumlar dünyada geri kalmışlığın, cehaletin, zulmün, savaşın, esaretin, terörün kol gezdiği büyük acıların içerisinde yaşıyor. Sömürü ve istismarın pençesi altında ne dinin emrettikleri ne de peygamberin öğütlerinin bugünün İslam camiası nazarında pek karşılık bulabildiğini söylemek zor.

Doğrusu Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemde verdiği mücadelesi, başarı ve öğretilerine bizzat onun kendi ümmeti tarafından ne derece sahip çıkıldığı tartışmaya fazlasıyla açık bir konu. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü; cehaletin, kan davalarının, cinayetlerin hüküm sürdüğü topraklarda gerçek bir “devrim” yapmayı başararak barışı ve kardeşliği öğütleyen  bir reformist, bir toplum önderi olan İslam peygamberi için bugünkü tablo pek de iç açıcı olmasa gerek.

Barış, kardeşlik, huzur ve inanç temelleri üzerine şekillenen çok büyük bir dinin temsilcilerinin bugün bütün dünyada diktatörlerle, terörle, silahla, ölümle ve vahşetle birlikte anılmalarına herhalde en çok bu dinin peygamberi üzülürdü. Ancak onun aracısı olduğu dinin inananları olduğunu iddia edenler hırs ve ihtiras duygularıyla o bu dünyayı daha henüz terk etmişken onun torunlarını öldürdü. İkbal ve iktidar uğruna bütün siyasi emellerden uzak olması gereken dini hassasiyetler suistimal edildi. Bölünmeler, mezhepleşmeler, cinayet ve kıyımlar alıp başını gitti… Ne acıdır ki aradan geçen yüzlerce yıla rağmen, yaşanan onca büyük acıya ve ibretlik örneklere rağmen bugün hala dini değerleri kullanarak çıkar sağlamaya çalışan zihniyetlere taviz vermeyi sürdürüyoruz.

Tek bir kişiyi öldürmenin bütün insanlığı öldürmek anlamına geldiğini söyleyen bir dinin temsilcisi olduğunu iddia edenler toplu katliamlar yapmaktan çekinmedi. Birbirinizi sevmeden iman etmiş sayılmazsınız diyerek insanlara sevgiyi ve barışı öğütleyen bir dinin mensupları ne yazık ki nefret tohumlarını kendi kalplerinden hiç eksik etmedi. Bedir savaşında kendisine karşı savaşanlara bile şefkat ve merhamet duygularını esirgememiş bir liderin takipçileri ne yazık ki kendisi gibi olmayan, kendisi gibi yaşamayanlara karşı bu hassasiyetin çok küçük bir kısmını bile layık görmedi.

Cennet, barış ve kardeşlik duygularından arındığı zaman istismara ve sömürüye maruz kalan İslam dininin mensupları artık yalancıların ve zalimlerin oyuncağı olmaktan kurtulmak zorundadır. Zira İslam dini tekbir sesleri altında insanların diri diri ateşe verildiği bir din değildir.  Müslümanlar şiddeti, cehaleti, baskıyı, bağnazlığı alışkanlık haline getiren zihniyetleri tasviye etmekle yükümlüdür.  Bilmeliyiz ki dinin özünden ve emirlerinden saptırılması Müslümanlara sadece zarar vermekte ve korkunç bir imaj zedelenmesine sebep olmakta. Bu yüzdendir ki, Müslüman toplumlarda bile yeni nesiller bu imaj zedelenmesinden nasiplerini alıyor ve birçok kişi kendi atalarından miras aldıkları dinlerini terk etmek suretiyle deizm, ateizm gibi farklı düşünce ve inançlara kapılabiliyor.

Müslümanlar kendi öz eleştirilerini yapma erdemini göstermeli ve dini toplum bazında ait olduğu çıtaya yeniden yükseltmeyi görev edinmeliler. Diliyorum ki İslam aleminin bugünkü hali, yaşadığımız çağın acı bir gerçeği olmakla kalır ve Müslümanlar gelecekte inandıkları dine ve peygamberlerine yakışır biçimde tüm medeniyetlerin saygı ve hayranlığını kazanır. Müslüman toplumlar cehaletin, sömürünün, terörün ve acının değil; saygı, barış ve kardeşliğin timsali olur.

Bu düşünce ve duygularla tüm inananların Kutlu Doğum Haftasını tebrik ediyorum.

 

Leave a Reply