Uluslararası Organizasyonlar gün geçtikçe önem kazanmakta, piyasaların küreselleşmesi, ortak güvenlik anlayışının pekişmesi, fikirlerin ve teknolojinin politik sınırları tanımaması bu organizasyonları daha da değerli hale getirdi. Çin bu önemin farkına 1971 yılında ABD ile ping-pong diplomasisi sayesinde varabildi. Önce büyük küresel örgütlerin yapısında yer aldı, daha sonra ise bölgesel güç olabilmeye en büyük katkıyı sağlayan bölgesel örgütlerin kurucusu ve lideri oldu. Bugün ise Güneydoğu Asya, Pasifik Okyanusu ve Hint Okyanusu ile ilgili çoğu ticari organizasyonda Çin başı çekiyor. Çin’in bugün Doğu Afrika ülkelerine yaptığı karşılıksız yardımlar ve onları bu organizasyonlara dahil etme çabası da Çin’in ticari olarak büyüme fikrinin bir parçası. Peki Türkiye nerede? Tarihte buna benzer hangi organizasyonları düzenlemiş ve hangi yollarla engellenmiş? İşte bu yazı Türkiye’nin başını çektiği büyük bir potansiyele sahip olabilecek D-8 projesini kapsamaktadır.
D-8, gelişmekte olan 8 ülkeyi kapsayan bir kuruluş. Türkiye, İran, Pakistan, Bangledeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya bu sekiz ülke içinde yer almaktadırlar. Fikrin babası dönemin Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dır. Bu sekiz ülke aynı zamanda Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelerdir. Bu ülkeler stratejik konumları, yeraltı kaynaklar, yüksek pazar potansiyelleri sayesinde kendi bölgelerinde büyük önem arz etmektedirler. Zirve 15 Haziran 1997 yılında sekiz ülkenin devlet başkanlarının katılımıyla İstanbul’da kurulmuştur.
D-8’in amacı yüksek ekonomik potansiyele sahip olan bu sekiz ülke arasında ticaret ilişkilerinde yeni fırsatlar yaratmak, pazarda çeşitliliği sağlamak üye ülkelerin vatandaşlarına iyi yaşama standartları sunmak, diğer gelişmekte olan ülkelerin Dünya üzerindeki konumlarını ekonomik açıdan güçlendirmektir. Zirve’nin bayrağı üzerinde yer alan 6 yıldız 6 büyük amacı sembolize eder:
1.Savaş değil, barış.
2.Çatışma değil, diyalog.
3.Çifte standart değil, adalet.
4.Üstünlük değil, eşitlik.
5.Sömürü değil, adil düzen.
6.Baskı ve tahakküm değil, insan hakları hürriyet ve demokrasi.
Bu noktada ekonomik işbirliğini amaçlayan bir sistemin böyle mesajlar vermesi, küresel ekonomiye yeni bir soluk getireceğinin göstergesiydi. Ancak bu durum her zaman olduğu gibi birilerinin kanına fena dokundu.
Şimdi gelelim, zirvenin işbirliği alanlarına. Zirve bir anlamda ülkeler arasında iş paylaşımını gerçekleştirmiş. Aynı yıllar önce Sovyet tehlikesinden korkan Türkiye’ye 1950lilerde ABD’nin tarım ülkesi olmayı dayattırdığı gibi. Daha doğrusu sanayiye uygun olan arazilerin tarıma, tarıma uygun olan arazilerinde yerleşim yerlerine açılması gibi. Türkiye uzun süre bu durumdan müzdarip oldu, yıllarca büyük sanayi hamlesini gerçekleştremedi. Aynı durum diğer 7 ülke için de geçerli. Ancak her ülke kaynaklarına uygun olan ve profesyonel olduğu sektörlere yöneldi:
Türkiye : Sanayi, sağlık ve çevre
Bangladeş : Kırsal kalkınma
Endonezya : Yoksullukla mücadele ve insan kaynakları
İran : Bilim ve teknoloji
Malezya : Finans, bankacılık ve özelleştirme
Mısır : Ticaret
Nijerya : Enerji
Pakistan : Tarım ve balıkçılık
Bu anlamda bu sekiz ülke kendilerinde olmayan kaynakları, hizmetleri, hammaddeleri ve yeraltı kaynaklarında birbirlerinde temin edeceklerdi. Bu ülkeler arasında sanayisi en gelişmiş olan Türkiye ekonomisiydi. Bugün tekstil alanında lider olduğu belirtilen Türkiye’nin otomotiv ve ağır sanayi ürünlerinin üretiminde başı çekmesi muhtemeldi. Bugün temiz enerji kullanımı açısından Türkiye önemli bir mesafe kat etti. Ancak rüzgâr enerjisine gerekli önem verilirken dalga enerjisi, güneş enerjisi gibi potansiyeller değerlendirilemedi. Bunun yanında orman varlıkları bir yandan korunmaya çalışılırken hem bilinçsizlik hem de orman alanlarının turizme açılmasıyla neredeyse bir çevre felaketi yaşanıyor. Belki bu birlikte Türkiye benimsediği çevreci rolüyle bazı şeyleri değiştirebilirdi. Ekonomik anlamda Türkiye’yi izleyen Endonezya’dır. Gelişmiş ve kalifiyeli elemanları sayesinde Endonezya zirvenin parlayan yıldızı halini alabilirdi. Endonezya’nın ardından İran geliyor. Bu zirveden sonra Batı’yla iyice bağlarını koparan İran, bilim ve teknolojiyi kullanmaya başladı. Ancak sadece kendi lehine, diğer zirve ülkelerinin lehine değil. Hatta zaman zaman bu teknolojisi sayesinde Türkiye’yi bile tehdit eder konuma geliyor. Daha da sayabilirim. Nijerya, bugün başta Fransız, İngiliz ve Amerikan petrol firmaları olmak üzere bütün Dünya’nın göz bebeği. Niye? Çünkü hem petrol hem yoğun bir nüfus var. Bu iki etken de ekonomik açıdan zirveyi uçuracak kapasitedeydi. Bu bağlamda sekiz Müslüman ülkenin kalkınması şüphe uyandırmayacak bir gerçekti.Ancak bugün Nijerya kendi yeraltı kaynaklarını değerlendiremediği gibi zirveye de yeterli önemi vermemekte.
Bunların yanında Türkiye’nin Batı ile bütünleşmiş görünümü, modern yapısı bu sekiz ülkeye örnek teşkil edebilecek nitelikteydi. Ne var ki 28 Şubat Darbesi geldi, yıktı geçti. Birileri yine istemedi. Büyük Türkiye hayalleri tekrardan suya düştü. O günden bugüne ülkeler arasında ticari hacim olarak patlama yaşandı ancak bu belirtilen amaçlara ulaşılamadı. Tabi bu başarısızlıkta diğer ülkelerin diktatörler tarafından yönetilmesinin ve mevcut siyasi konjonktürlerin payı da büyük. Ancak asıl başı çeken ülke Türkiye’ydi. 28 Şubat darbesiyle Refah-Yol hükümetinin devrilmesi hayalleri suya düşürdü.
Bugün zirve halen devam etmekte. 1 Ocak 2013 itibariyle İran’dan Seyed Ali Muhammed Genel Sekreter olarak seçildi. Ancak ne Türkiye tarafında ne de diğer 7 ülke tarafında 1997 yılındaki heyecan yok. Temennim, Türkiye’nin bir gün Çin gibi önce bölgesel organizasyonlara liderlik etmesi ve sonra bu küresel örgütün yapısının işleyişi hakkında belli reformlara girişerek ekonomik potansiyelimizi güç haline çevirmesidir.