Bizde memleketten memnuniyetsizlik alışkanlıktır, hatta kişilik göstergesidir. Bunun birçok örneği ya da dışa vurumu mevcut.

Yaşadığın ülkeyi ya da toplumu bir başkası ile kıyas temelden yanlış ve sağlıksızdır ancak bunu ispat etme ya açıklama gayretinde değilim.

Yalnız son haftalarda sıkça denk geldiğimden midir bilmem bu husustaki temel yanılgılara birkaç laf etmek istedim.

Bu kıyaslama ve şikayet hallerinden biri Avrupa ya da Amerika ile seyahat ya da kısa süreli iş, eğitim vesilesi ile tanışanlarda gözlenir. Bu tipik, “adamlar yapmış” ya da “düzen var abi düzen” söylemini beraberinde getiren tavır alma halidir. Çok tehlikeli değildir bu hal, geçer. Türkiye ile kıyas ettiği ülke ya da ülkelerde biraz daha vakit geçirmesi yeterlidir.

Bir başkası ise oturduğumuz yerden söylenme halidir. Özgür, eşitlikçi, adil bir toplumda yaşamak istediğini dile getirme, Avrupa ya da Amerika gibi gelişmiş toplumları referans gösterme halidir. Bu da geçicidir. Sorun teşkil ettiğini düşündüğü hususlara ya da doğru olduğuna inandığı Avrupalı dinamiklere dair farkındalığını dahi mevcut tecrübe ve yaşam alışkanlıklarına borçlu olduğunu anlaması yeterli olacaktır.

En tehlikeli olanı ise, Türkiye’den ayrılıp başka bir ülkede hayatına devam eden üçüncü dünya eliti söylemidir. Bu grup içinde biriktirdiklerini “neden ülkem için mücadele etmedim de buralara geldim?” gibi yersiz, asalak başlıklar altında açıklama gayreti ile hemen kendini belli eder. Geçenlerde rastladığım bir yazıda bu konuya örnek teşkil edeceğine inandığım bazı satırbaşları aktarmak istiyorum. Belki zihnimiz biraz berraklaşır.

“Memleketi Avrupa-Asya diye ayırıp kendimizi sözüm ona Avrupalı aydın sayma alışkanlığımız vardır.”

“Göçebe bir toplumuz, sonra toplarız diye öylesine kurduğumuz çarpık düzenimiz var.”

“İslami bir toplumuz mesela, doğum hanemize hemen yazılır müslüman diye, tanrı değil allah deriz coğumuz, bir dine inanmasa bile tanrı kavramına inanmaya programlıdır beyinlerimiz.

“Nasyonalist bir toplumuz, türkü herkesten her şeyden üstün tutuyoruz. Diğerlerini tehdit olarak görüyoruz.”

“Militarist bir toplumuz, 20 yaşındaki gençleri bizler rahat uyuyalım diye uykusuz bırakıyor, ölünce ağlıyoruz.”

“Homofobik bir toplumuz.”

“Ask yaşamayı bilmiyoruz, sokaklarda öpüşemiyor fiziksel samimiyet gösterdiğimizde yargılanıyoruz.”

Bu öngörülerin tamamı ülkemizde gözlenebilir. Doğrudur. Ancak bunu toplumsal bir kimlik ya da genetik faktör gibi görmek, utanmadan deklare etmek ise samimi değildir.

Bu söylem sahibi ya da sahiplerinin hedef gösterdiği ‘Avrupalı aydınlarımızdan’ hiç ama hiç farkı yoktur. Bu tespitleri yapabilir olmak insanı bu lafları edecek kadar aydınlatmış sayılmaz.

Sıhhıye Köprüsü'nün eski bir fotoğrafı. Fazlasıyla romantik değil mi ?

Sıhhıye Köprüsü’nün eski bir fotoğrafı. Fazlasıyla romantik değil mi ?

Toplumun çoğunun ‘Tanrı’ yerine ‘Allah’ söylemini kullanmasından rahatsız ya da en azından bunun altında bir kasıt yattığını düşünecek kadar faşist olmak, doğum hanesine otomatik olarak yazılan ya da yazılabilecek tüm dinlerden, tüm dogmalardan daha tehlikelidir.

“Militaristiz kardeşim, 20 yaşında genci sebepsiz askerliğe tabii tutuyor, ölünce ağlıyoruz” söylemi mastürbasyona düşer, söyleyeyim. Vicdani-ret göndermesi yapmak yerine, uygulamak, gerekirse yargılanmak, romantizmi mahkemede yapmak daha bir samimidir. Bugünlerde evine baskın yiyen Fikri Ali Avrupalı mıdır?

Homofobi sorunu kıtasal ya da ulusal mıdır? Zihinsel bir bozukluğu birkaç saatlik uçak seyahati ile arkamızda bırakacağımızı düşünmek, farklı renklerden, farklı dillerden insanlarda olmayacağına inanmak faşizmin, geriliğin ağa, yanılgının babasıdır.

Aşk yaşamayı bilmediğimiz hususu var bir de. Bu ağır ve bir o kadar da komik geliyor. Ben aşkı Sıhhiye Köprüsü altında öpüşmeye, sevişmeye yetecek birçok insanla aynı şehirde yaşıyorum. Her köşeye Eyfel dikecek değiliz elbet.

Bu örnekler fazlasıyla mevcut. Mevcudiyeti de son derece normaldir. Kapalı alanda sigara içme yasağını getiren zihinle, kamusal alanda cinsel etkileşimi yasaklayan zihnin aynı derece hastalıklı ve bir o kadar insancıl olduğunu fark etmek uzak bir ihtimal. Bu farkındalığı yüklenmek ise bir hayli zor. Öyle ya, insan sağlığı gerekçe gösterip sigara yasağı getirebiliyor. Aynı şekilde çocukların ya da toplumun zihinsel sağlığı ya da ahlak dinamikleri gerekçe gösterilerek kamusal alanda cinsellik yasaklanıyor. Hatta devlet, sigara yasağını delmeye 77 lira, kamusal alanda cinsel ilişkiye birkaç ay hapis biçebiliyor. Ancak bizler ‘zehirleme’ eylemine ayrı kılıflar diken bu hastalığı, bu faşizm paradoksunu çözemediğimizden sigara yasağı ülkemizde yürürlüğe girdiğinde pek bir Avrupalı oluyor, yasak cinselliğe gelirse ‘aydınlanıp’ terki diyar ediyoruz.

Bir gün gitmeyi, başka bir yerde yaşamayı tercih etme noktasına gelirseniz, bu lafları etmeden kendimize birkaç soru yöneltmekte fayda var.

Varlığımda neyi ne kadar değiştirdim?

Yokluğumda neyi değiştireceğim?

Ya sev ya terk et gibi bir tutum takınmıyorum elbet. Şu sözünü ettiğim üçüncü dünya eliti konumuna düşmeyelim diye…

Leave a Reply