Belki de yıllardır perde arkasında kalmış bir konuydu; Spor ve Siyaset. Siyasetin içinde midir spor? Sporun içinde midir siyaset?
Bu soru ancak Gezi Parkı olaylarından sonra yeni yeni ses bulabildi ülkemizde. Bunun nedeni şüphesiz Çarşı adlı bir taraftar grubunun protestolar sırasında oynadığı aktif roldü. Bunun arkasından halk yavaş yavaş içindeki gücü keşfetmeye başladı. Futbolun sadece bir oyun olmadığını kavradı kimisi. Bu uyanışa karşın diğer kanattan yasaklar ve cezalar birbiri ardına gelmeye başladı. Öncelikle sporu siyasetten ayrıştırmak için siyasi içerikli slogan ve pankartlar yasaklandı. Siyasilerin boyunlarına taktığı yerel takım atkılarını soracak olursanız. Onlar hala yerlerindeydiler. Fakat atlanılan bir şey vardı. SPOR HİÇBİR ZAMAN SADECE BİR OYUN OLMAMIŞTI. Tarihten günümüze dek siyasetin içinde bir yerlerde sakıydı. Acak ne zaman muhalif bir sese dönüşse, iktidar bu sesi kısmanın yollarını araştırırdı.
Fenerbahçe’ye “taraftarlarının neden olduğu çirkin ve kötü tezahüratlar (!) ” sonucunda gelen son cezanın ardından aklıma düştü bu yazı. Zamanlama her zamanki gibi manidardı.
“Sahi spor neydi?” dedim kendi kendime. Her ne ise siyasete alet edilmemesi gereken bir şeydi kimine göre. Kimine göre bu iki olguyu kesin hatlarla ayırmak gerekiyordu. Çünkü eğer ayrılmasa bir muhalif ses başka yürekleri de uyandırabilirdi.
Ancak bana soracak olursanız siyaset gibi hayatımızın tamamını etkisi altına alan bir olgunun içinde sporun yeri göz ardı edilemez. Siyaset insanlığın ilk yıllarından günümüze dek içselleşmiş, kişinin kendisi ile bütünleşmiş bir olgudur. Kişinin aidiyet duygusunu pekiştirir. Sosyalleşmesine ve istekleri doğrultusunda harekete geçmesine olanak sağlar. Kimi zaman bireyin giyimine kuşamına dahi yansır siyasi ideoloji. Yani özetle siyasi kimlik ile taraftarlık duygusunun bileşenleri aynıdır. Spor bölmemeli, aksine kucaklaştırmalıdır. İnsanları renklerinden dolayı kayırmaya çirkin adlar takarken sporda bunu gayet normal karşılamak bir nevi kişilik bölünmesinden başka nedir?
Oyuna geliyorsun sen sevgili taraftar, hem de çok pis bir oyuna getiriliyorsun. Ezeli rekabet, ebedi dost derler. Sakın ola bunu unutma! Bugün ona, yarın sana. Amaç; sesi biraz olsun kısabilmek. İstanbul United vardı hani. Bilmem hatırlar mısın? Yıllarca bu oluşumu engellemeye çalıştılar. Renklere ve saflara bölündük. Asıl amacımızı unutturmaya çalıştılar. Heyhat başarılı da oldular. Bu sayede davamızı unuttuk ve saldırışa geçtik. İki dağ birbirine küstü ve vadi arasına su doldu. Kayığını kapan geçti bu dereden. Oysa su nedir ki söz konusu iki koskoca dağsa…Şah iken piyon konumuna düşürüldüysen bu senin suçun sevgili taraftar kardeşim. Kusura bakma. Seni kardeşine düşman ettiler. Böylece hem sen davandan uzaklaştın hem de coşku ve sevginin yerini öfke ve nefret aldı. Spor, amacından şaştı.
Futbol, birleştirmeli ve kucaklaştırmalıydı.Fakat bir gün ne olduysa oldu ve bölmeye, ayrıştırmaya başladı. Taraftarı yalnız renkler yüzünden değil, düşünceler veya ideolojiler için rakip duruma düşürür oldu.
Sonra gün geldi, uyandın. Amacının ve yürümekte olduğun yolun farkına vardın. İşte o zaman sporu siyasetten ayırmak istediler. Yani tarih boyunca iç içe geçmiş bu iki olguyunun arasındaki bağı, taraftarı birbirinden nasıl kopardılarsa, koparmak istediler.
Oysa bu iki olgu birbirinden hiç ayrı kalmamıştı. Tarih sahnesinde oynanan her oyunda, her perdede sporla siyaset bir aradaydı. Ancak kimi zamanlar spor, siyaseti tedirgin ederdi. Ne zaman spordan muhalif bir ses yükselecek olsa, iktidar bu sesi bir nebze kısabilmek için türlü arayışlara girerdi. Hiçbir uğraşı sonuç vermezse çözüm; sporu, siyaset denen bu kirli oyundan tümden diskalifiye etmekti.
Tarihi boşverelim şimdi. Bir kez de dinleyelim; spor ile siyaset arasındaki köprüyü tümden yakıverelim bitsin. Yakıverelim elbet de sormazlar mı adama, o zaman ne işi var bu futbolcunun mecliste, ne işi var bu takımın şu hep bahsettiğin “ananas devletin” elinde… Peki ya o atkıya, isminle anılan stada ne demeli. Neyse.
Ha illa diyorsan ki tarihin seyrini bozalım, sporda siyaset olmasın, ayrıştıralım gitsin-pek muhalif, pek müstehcen…
Siyaset ile sporu ayrıştıracaksak “Yalnız YüzBin $” dan başlayalım işe. Siyasi içerikli(!) t-shirt giyen takıma verilen para cezalarından, sembollerden, atkılardan…Geçmişteki ve gelecekteki seyircisiz maç cezalarından başlayalım.
Kabul etmek isteyelim ya da istemeyelim ancak spor siyasetin içinde. Hep de öyleydi.
Şimdi beni dinle sen taraftar. Şu benliğin saydığın takımın kirlenmesini istemiyorsan, ona sahip çık.
Kavgayı unut, davayı hatırla.
“Futbol nedir?” sorusunu sordum tekrar kendime.Belki de en güzel cevap Türkiye Ziraat kupası reklamıdır, sözler nafile…
Tuncel Kurtiz’in eşsiz sesinden Ziraat Türkiye kupası reklam filmi için tıklayınız…
“Futbol makinesi…Bu makinenin yakıtı heyecandı, ruhumuzu ateşlerdi.Dinle arkadaş, bu makineye iyi bak. Çünkü bir parçasısın. Futbol; ne tuttuğun takım, ne kazandığın maç, ne şampiyonluk kupası.
ÇÜNKÜ FUTBOL, FUTBOLDAN ÇOK DAHA FAZLASI…”
Kaynakça:
Tarih boyunca bu iki olgunun her zaman birlikte anıldığını kanıtlayan fotoğraflar için:
http://www.bianet.org/bianet/spor/149275-fotograflarla-spor-ve-siyaset