Tek eşliliğin, insanın evrimsel geçmişinde, bir uyumluluk mekanizması olarak ortaya çıktığını ileri sürüyor Sosyobiyologlar. Bu ortaya çıkış sürecindeki çevresel faktörlerin bir çoğunun değişmiş ya da değişmekte olması şu soruyu getiriyor akıllara; tek eşli aile sistemi çöküyor mu, eğer durum böyleyse, bu, “mükemmel-dengeli-muhafazakâr” toplum yapımızı nasıl etkileyecek?
Meseleyi doğru bir şekilde ifade edebilmek için öncelikle Sosyobiyoloji alanı hakkında mütevazı bir kaç söz söylemek isterim ki olayın arka planını kavramış olalım. Sosyal Bilimler ve Doğa Bilimlerinin sürekli bir etkileşim içerisinde olduklarını bu yüzden de birbinden bağımsız bir şekilde çalışılamayacaklarını öne süren kimi araştırmacılar bugünkü insan davranışının kökenlerine doğru iki farklı yoldan seyahate çıkıyor. Kimileri arkeoloji, genetik gibi bilim dallarının yardımıyla insan davranışının evrimsel geçmişimizdeki uzantılarını arıyor. Kimileri ise insanların en yakın akrabaları olan diğer primatların davranışları ile benzerlik-farklılık kavramları üzerinden çalışmalar yürütüyor.
Evrim çalışmalarının insana dair teşhis ettiği iki temel olgu var; hayatta kalmak ve üremek. Sosyobiyologlar da bu iki temel taşı baz alarak bizim bugünkü davranış kalıplarımızı, geliştirdiğimiz savunma mekanizmalarını ve oluşturduğumuz toplum yapısını açıklamaya çalışıyor. Bu yapıların, geçmişte, verili koşullar dâhilinde üremek ve hayatta kalmak konuları açısından nasıl avantaj yarattığını sorguluyor. Bu kimi davranış biçimlerini benimseyen kimseler doğal seçilim sürecinde avantajlı oldukları için hayatta kalıyor ve böylece onların benimsediği yapılar nesiller boyunca yayılmaya devam ediyor.
Tek eşlilik de bu mekanizmalardan biri. Tek eşliliğin karşısına bekarlığı ve çok eşliliği koyarsak, tek eşliliğin evrimsel geçmişimizde bizi nasıl daha avantajlı duruma getirdiğini açıklayabiliriz. Bekarlık meydana gelen çocukların genetik materyalinin çeşitliliğini arttırması açısından bir avantaj. Fakat aynı zamanda hayatta kalmanın anne ve babanın her ikisinin de kaynaklarının adanmasıyla mümkün olabileceği ortamlarda bekarlık çocuğun yaşamını tehlikeye atıyor. Çok eşliliği ele aldığımızda ise doğal seçilim açısından çok önemli bir yere sahip olan genetik çeşitliliğin azalması söz konusu. Bunlara ek olarak tek eşlilik kadının erkeğin kaynaklarını adadığı çocuğun kendi çocuğu olmasını ve erkeğin de kadının meydana getirdiği çocuğun kendi çocuğu olması durumlarını garantiye almanın tek yolu oluyor. Tüm bu durumlar göz önünde bulundurulduğunda hem genlerini diğer nesillere transfer edebilmenin tek yolu olan üreme ve hem de üreme sonucu genlerinin taşıyıcısı olan çocuklarının hayatta kalması güdüleri tek eşli partnerlik sistemini doğuruyor.
Bilimsel bir çok keşfin, feminizm akımının ve de oyunun kurallarının uygarlık süreci boyunca değişmiş olmasının tek eşlilik kavramı üzerinde kimi etkiler yarattığını görüyoruz. Doğum kontrolünün ortaya çıkmasıyla beraber kaynakları olmayan bireylerin çocuk edinme durumundan kaçındığını görüyoruz. Bu yüzden de çocuğun hayatta kalması için ebeveynlerin birlikte olması zorunluluğu durumu ortadan kalkıyor. Aynı zamanda kaynak sahibi olmak artık vahşi doğada olduğu gibi kas gücü gerektirmiyor, bu durum da kadınların geçmişte varolan dezavantajlı durumunu ortadan kaldırıyor ve bir erkeğin onlara kaynaklarını adaması kaygısı özellikle kadınların çalıştığı toplumsal kesimlerde büyük oranda ortadan kalkıyor.
Üreme ve hayatta kalma mekanizmalarından biri olarak benimsediğimiz tek eşliliğin rolü önemini yitiriyor. Bu sizce insanlığın geleceği için ne anlama geliyor? Ailenin toplumun temel taşı olduğunu öne süren kimileri bu durumun doğuracağı negatif sonuçlara değiniyor. Bense bir kadın ve bir erkeğin çocuğu olarak meydana gelen kişinin omuzlarından büyük bir yükü kaldıracağına inanıyorum. Bireylerin yetişkinliğe geçiş sürecinde eskisi kadar “aile” baskısı/ilgisi görmeyeceğinden kaynaklı sağlam bir olgunlaşma süreci geçireceklerine inanıyorum. Bunun dışında anne ve baba olan bireylerin çocukları meydana geldikten sonra kendi hayatlarından vazgeçmek yerine yaşamı dolu dolu geçirme istençlerinin artacağını düşünüyorum. Hatta belki de hiçbir zaman çocuk sahibi olmaya ihtiyaçları olmadıklarını kavrayacaklarını, evrimsel en temel iki güdümüzden birine, genlerimizi diğer nesillere aktarma düşüncesine isyan ederek hem de.
Et kemiği sarar,
ve bir de akıl koyarlar oraya,
bazen de bir ruh
…
Et kemiği sarar
ve et her zaman
yalnızca etten daha fazlasını arar.
…
Hiç mümkün değil ki,
tekil bir kaderin
ağına düşmüş olalım.
…
Hiç kimse hiçbir zaman “O kişi” yi bulamaz.
(Charles Bukowski)