Bir Eşitsizlik Doktrini; Alışverişe Devam Politikası

 

kapitalismus

 

Mantığını eşitsizliğe kurban etme;

Bırak Mantığın işlesin ki

Gerçek gizlendiği yerden belirsin

Ve doğruymuş gibi görünen yanlış gizlensin

Shakespeare, Kısasa Kısas

Önümüze hazır sunulan bilgileri ezberlemek üzerine kurulmuş bir eğitim sisteminde “Gerçek nedir?” sorusuna cevap aramak ne kadar mantıklı açıkçası cevabını bana hazır sunulmuş bir yerlerde bulamadım. Gerçek bir yerlerde öylece duruyordu ve birileri elini taşın altına koyup onu bizim için yerinden mi oynattı ve biz onlara teşekkür mü ettik? Ya da gerçek var mıydı yoksa bir şeylere inanma içgüdümüz bizi birilerinin söylediklerini gerçek kabul etmeye mi itti? İngilizcede “fact” olarak adlandırılan gerçek, Latince facere kelimesinden türemiş olan ve hem gerçekleştirilen hem de üreten anlamına gelir. Yani Bertrand Russell’in dediği gibi “gerçekleştirilen” ve “üretilen” şeylerdir. Gerçek insan beyninden üreyen ve yani düşünen varlık olan biz insanların ürettikleridir.

Peki, eşitsizlik gerçek olmak zorunda mıdır yoksa bizim üretip inandığımız bir şey midir? Günümüz neo-liberal kapitalizminin yarattığı yani bizim yarattığımız birilerinin, ve bu genelde dünya nüfusunun çok küçük bir kısmına tekabül eder, daima birilerinden, yani dünya nüfusunun neredeyse %90’ına tekabül eder, zengin olması gerektiği böylece ekonominin istikrarla gelişeceğine olan büyük inanç gerçek midir? Ekonomik liberalizmin temellerini atan Adam Smith “ Büyük servet olan bir yerde büyük eşitsizlik vardır. Bir kişinin çok zengin olabilmesi için en az beşyüz fakir gerekir” demiştir. Üst tabakanın, yani sevgili ekonomimizi geliştiren ve muhtemelen Tanrı tarafından üstün kılınmış insanların yediklerinden ve yemeye tenezzül etmediklerinden arta kalanlara bile birçok insanı muhtaç bırakan bu anlayış gelişen ekonomide dünyanın %90’nına yaramıyor ve bizler bu eşitsizliğin doğanın gereği olduğuna kendimizi inandırıyoruz. Birilerinin daima bizlerden çok daha zengin olmasının o kadar da anormal olmadığını söyleyip duruyoruz. Buna karşı çıkmak için hiyerarşinin olmadığı, herkesin pastadan eşit pay aldığı ütopik bir dünyaya inanmak ne kadar yanlış ise git gide eşit ve daha eşit insanlar arasındaki farkın bu kadar derinleşmesinin normal ve doğal olduğuna inanmak da bir o kadar yanlıştır. İnsanları ekonomik ve daha önemlisi sosyal olarak polarize eden bu neo-liberal politikanın yerini alabilecek, bu uçurumu daraltabilecek başka bir politika izlemek imkansız mıdır? Yerine geçecek bir politika ya da önlemler bulabilecek yetkinliğe sahip olduğumuzun en güzel kanıtı yüzyıllardır üretilen farklı farklı teori ve politikalardır.  Üretken atalara sahip olan insanlık daha da üretmeye ve geliştirmeye açıktır ancak uygulama kısmında zorlanmamızın sebebi itaat edişimizdir. Belki de haklı olarak itaat etmemizin sebebi ise bu duruma çok uzun zamandır maruz kalıyor olmamızdır. Ancak ekonomik kaygılarla yanıp tutuşulan bir dünyada fakirliğin ve işsizliğin bu denli artıyor olması bizi sadece ekonomiyi geliştiren ve nispeten az sayıdaki insanın sürekli daha da zenginleşmesinden rahatsız hale getirmelidir.

Eğer bu süregelen durumun devam etmesine göz yummak istiyorsak bu eşitsizlik doktrininin getirdiği zorluklar karşısında isyan etmeye hakkımız kalmayacaktır. Yani, birileri pastadan sürekli daha fazla pay almaya devam etse de en azından biz de tadına bakabiliyoruz diyerek kendi ürünümüz olan bu sistemin kölesi haline geleceğiz, diğer bir değişle, Aristo’nun köleler için kullandığı “konuşan aletler” kavramını “konuşan modern aletler” olarak devam ettireceğiz. 11 Eylül olayının ardından George Bush’un insanları sakinleştirmek için kullandığı emri yerine getireceğiz “Alışverişe devam edin”. Eğer alışverişe devam edeceksek beynimizi bu gibi “doğal ve düzeltilemez” olgulara karşı bir ayakkabı kutusuna kaldırmalı ve onu bulunması zor bir yere gömmeliyiz.

Eğer hala bunun doğal ve değişemez bir şey olduğunu düşünüyorsanız hatırlatmak isterim; bundan çok değil 50 yıl önce siyahilere kölelikten kurtulacaklarını söyleseydik ya da yüzyıllar önce insanlara din adamlarına inanmayı bırakıp hayatı sorgulayacakları söylenseydik bize kahkahalarla cevap verirlerdi.

Hugo Chavez çok etkilendiğim bir konuşmasında şöyle söylüyor; “Yoksulluğun ilahi bir plan olduğu büyük bir yalandır. Tanrı açlık ve yoksulluk isteseydi denizde balık, ormanda meyveler vermezdi. Tanrı, insanların ulaşabileceği ve herkese yetecek zenginliği sunmuştur ama birileri bunların çoğunu almak için “Tanrı sizlere yoksulluk karşısında sonsuz ve mutlu bir hayat verecek demektedir”. Eğer Tanrıya inanıyor ve şükretmek istiyorsanız birilerinden arta kalan paya şükretmeyin rica ediyorum, size verilen beyne ve düşünüp sorgulama yetinize şükredin. Ancak kafanızı bunlara yormak istemiyorsanız sizlere bir öneri; ilk iş olarak kendinize bir ayakkabı satın almalısınız ve yukarıda söylediğim gibi beyninizi o kutuya koyup gömmelisiniz. İyi alışverişler dilerim…

Leave a Reply

1 comment

  1. Hamid Tatcı

    Ülkelerin serbest piyasaya tam itaatle tam gelişeceğine inanmak, en önemli ürünlerin en çok reklamının yapılması gerektiğini düşünmek gibidir. Ne yazık ki çoğumuz, orta üstü eğitimli insanların piyasada yeterince rasyonel olduğunu sanıyor, ancak bu büyük bir yanılgı. Yalnızca günümüze kadar tahammül edemeyeceğimiz bir iktisadi sarsıntı yaşamadık. İnsanımız bu çağda daha yeni yeni topraksızlaşıyor. Henüz dibi görmüyoruz. Hep bir şeyler bizi tipten kurtarıyor. Bu nedenledir ki hiç dorukları da göremedik. Dilerim ölmeden dorukları göreceğimiz günler gelir. Sana yazılarında ve iktisadi yaşamında başarılar olsun.