Geçtiğimiz günlerde Hürriyet gazetesi köşe yazarı ve televizyon programcısı Ahmet Hakan’a evinin önünde bir saldırı düzenlendi.
Saldırı sonrası Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gibi uluslararası platformlar da dahil olmak üzere hemen hemen tüm siyasi oluşumlardan ve sivil toplum örgütlerinden kınama mesajları geldi.
Kınamayın!
İfade ve basın özgürlüğüne ilişkin yapılan uluslararası araştırmaların birçoğunda mahçup olan bir ülkenin yöneticileri, siyasileri, gazetelere ve hemen hemen tüm basın yayın organlarına hayasızca tehditler savuran milletvekilleri, o vekilleri parti kongresinde divan üyesi yapan siyasal partinin sözcüleri böyle bir saldırıyı kınayamazlar.
Manşetlerinde “dayak yiyen Ahmet Hakan” ve benzeri ifadelerle haberi yayınlamaktan utanç duymayan kararmış yandaş medya organları, nefret söylemlerini eleştirilere dahi değil bizatihi muhalif köşe yazarlarının mesleklerine ve yaşamlarına yönelten diğer köşe yazarları, tartışma programlarında muhalif söylemde bulunan kişileri hedef alıp onlara yönelik hakaretamiz nutuklarını hiçbir zaman esirgemeyen program yapımcıları, tartışma kültüründen bihaber olup ‘demokrasi’ kelimesini de bir küfür gibi ağzından düşürmeden muhaliflere karşı adeta bir linç kampanyası başlatan tartışmacılar bu saldırıyı kınayamazlar.
Farkında mısınız bilmiyorum ama gazeteler ve matbaalar basılmaya başladı bu ülkede. Kendilerine ‘halk’ diyen bir grup bir sayın milletvekili liderliğinde bir gazete binasının önüne gelerek cam çerçeve indirmeye çalıştı. Tam ve saf anlamıyla bir vandalizm örneği olan bu olay aynı zamanda bir parlamenter tarafından desteklendi. Yeterince ciddiyet kazandırabilmek için daha ne söylenmeli bilmiyorum ama işte o zaman da sadece ‘kınadığınız’ için oldu bu saldırı.
Kınamayın artık!
Ülkenin bazı basın yayın organlarının siyasi iktidarın faaliyetlerini eleştirmesi sonucu tabii ki siyasi iktidar sahipleri ve sözcüleri de karşı argümanlarını sonuna kadar savunacaktır. Ancak kongrelerde akreditasyon uygulamaları yapıp, meydanlarda bu basın yayın organlarının yöneticilerini, çalışanlarını, yazarlarını yuhalatmak, onlara nefret kusmak nasıl bir sorumsuzluktur? Farkında değil misiniz efendiler siz, size oy verenlerin, sizi destekleyenlerin sosyal yönlendiricilerisiniz aynı zamanda. Size güvenen insanlar sizin söylemlerinizi benimsiyor ve ona göre bir tutum belirliyorlar. Nefret ettirirseniz nefret ederler. Bu insanlar sizin söylemlerinizi, politikalarınızı benimsediği için sizlere oy veriyorlar. Bunu bile bile, bunu göre göre insanları tırpanlarsanız bundan kendine görev çıkaracak insanların eylemlerinden de sorumlu olursunuz. Kaldı ki bir de milletvekili dediğiniz kişi gruba liderlik yaparsa daha ne diyebilirsiniz? Doğru, kınarsınız (!)
O kadar kulak tırmalayıcı ki ‘kınıyoruz’ sözcüğü insanın çığlıklar atası geliyor. Süjeleri farklı olsa da öfkeden çılgına dönmüş bir halk yarattınız. Konuştuğu dile, giydiği kıyafete, yahu neredeyse ten rengine kadar birbirini yargılayan insanlar sokaklarda kol geziyor. Ölen bir çocuğun annesini yuhalattığınız gibi onu yuhalayan insan güruhlarının desteğiyle mi barış ve istikrar getireceksiniz? Bu mudur gerçekten planınız?
Kanun koyucu dediğimiz parlamentoda yıllardır kanun çıkarma tekeline sahip bir çoğunluğa sahip siyasal iktidar sahipleri çıkardıkları kanunlarla adaleti sağlamayacak mıdır? Bu kanunların uygulanmasını sağlayacak olan ve tesis ettiği güvenceleri kollayacak olan hükûmet değil midir? Bir hak ihlali varsa dahi ne zamandan beri ihkak-ı hak (kendiliğinden hak alma) meşru olmuştur?
İnsanlar sokaklara inip kendi inandıkları subjektif adaleti sağlamak uğruna eyleme geçiyorsa korkusuzca, devlet bir yönüyle ilga oluyor demektir. Fonksiyonları işlemez hale gelen devletin yürütme organı bu işi doğru düzgün yürütemediği için bile sorumludur. Ben mi sağlamalıyım kendi ifade özgürlüğümün güvenliğini, Ahmet Hakan mı sağlamalıydı vandallara karşı vücut bütünlüğünün güvenliğini? Sorunun siyasi yönü bir tarafa halkın ne hale geldiğinin, insanların vicdanının nasıl karardığının, mantık süreçlerinin ne kadar köreldiğinin, nefrete ne kadar bağlandığının farkında mısınız ey devlet büyükleri? Kınayın kınayın daha!
Şimdi çıkıp böyle üzgün bir surat ifadesi ve çatlak bir sesle – ki bazen ona da üşendiğiniz oluyor – kınıyorsunuz ya artık donup kalıyorum. Kınamayın daha fazla! Ya değiştirin bu düzeni, toparlayın çöplüğü ya da biraz utanın.
Kınamayın!