Geçtiğimiz salı günü (18.03.2015), partilerin haftalık grup toplantılarının sıkıcı, alaycı ve bazıları için de bir o kadar coşkun örnekleri sıralanmaya başlamıştı ki yine, bir değişiklik oldu. Tarihin belki de en kısa grup toplantılarından birini yaptı Halkların Demokratik Partisi (HDP). Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde oldukça başarılı bir görüntü veren eş genel başkan Selahattin Demirtaş kısa ama sert bir açıklamayla grup toplantısını noktaladı. Kobane eylemleri sırasındaki yatıştırıcı tavrı nedeniyle bir süre sahadan çekilmek zorunda kalan ve seçim öncesi karizmatik lider özellikleri nedeniyle tekrar öne çıkan Demirtaş, grup toplantısında şunları söyledi:
“Halklarımıza verdiğimiz demokrasi, barış ve özgürlük ilkelerinden asla vazgeçmeyeceğimiz sözümüzü burada hatırlatmak, tekrarlamak istiyorum. Biz bir pazarlık hareketi, pazarlık partisi değiliz. AKP ile aramızda kirli bir pazarlık olmadı, asla olmayacak. Kirli bir alışveriş, işbirliği asla olmadı, asla olmayacak. Bugün grup toplantımızda konular çok fazla. Konuşacağımız çok şey var. Ama tek bir cümle ile ben bütün Türkiye’ye bütün bu sorunların çözümünün anahtarını hatırlatmak ve bunun sözünü vermek istiyorum.
HDP var oldukça seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız”
Bakıldığında HDP’nin ilk günden beri tutturmak istediği siyasal çizgiye uyumlu bir açıklama olarak görülebilir bu. Ancak açıklamanın bazı sorulara gebe olduğunu da hatırlatmak gerekir.
İlk olarak bir pazarlık yapılmadığı kulağa hiçbir yönüyle mantıklı gelmemektedir. Bir çatışma durumu karşılıklı alınanlar ve verilenler üzerine son bulur; aksi takdirde çatışmanın tarihsel gelişimi bütünüyle anlamsız kalacaktır ki Kürt siyasal hareketini destekleyen hiçbir bireyin bu yönde bir sonucu kabulleneceğini düşünmüyorum. Öte yandan ancak tek taraflı bir kazanımın dikte ettirilebildiği bir güç eşitsizliğinde bu kabulün mümkün olabileceği düşünülebilir. Bu halde de yalnızca Cumhurbaşkanının siyasi kariyeri ve maalesef kariyerinin ötesine geçen kişilik özellikleri dikkate alındığında bu tek taraflı kazanımı kabul etmesinin mümkün olmadığı açıktır. Dolayısıyla bir pazarlık vardır ve bunun diplomatik dilde bal tatlı kullanımı müzakeredir. Bu bağlamda, HDP sadece bir pazarlık partisi olmasa da pazarlık yapan bir partidir ve bundan da asla çekinmemesi gerekir ki birincil siyasi amacına ulaşması için bu gereklidir.
Hemen bunun ardına şunu sormak gerekir: ‘kirli pazarlık’ nedir? Bir pazarlığın içine ne dahil olursa ‘kirli’ bir nitelik kazanır?
Burada kastedilen hükümet tarafının başkanlık sistemi için oy çokluğuna ulaşamaması varsayımında HDP’nin desteğini istemesiyse bunda kirli bir durum yoktur. Çünkü pazarlığın temeli bir menfaat dengesi kurma çabasına dayanır. Hükümet tarafının menfaatinin başkanlık sistemi olması ve masanın öte tarafına konması, başkanlık sisteminden başka bir rüya bile göremeyen bazı güç odağı kişiler için oldukça anlamlıdır. Bunun pazarlığı kirli hale getireceği düşüncesinde olunsaydı toplumu ayrıştırmayı ve kendisini destekleyen çoğunluğu diğer kesime karşı sıcak tutmayı düstur edinmiş bir partiyle masaya oturulmazdı. İktidar gücünün bu parti elinde olduğu ve başka bir çare olmadığı argümanını söylemeye gerek yok, çünkü o durumda da bu menfaat çanları çoktan duyulmuş olmaktadır.
Son ve en vurucu cümleye geldiğimizde işler artık gülünç bir hale gelmektedir. Ne olduğunu bilemediğimiz çözüm sürecinde defalarca hükümet tarafından kullanımı yerindeyse ‘kazık’ yiyen HDP’nin artık hükümete güvenmemesi çok olağandır. Bu bağlamda, başkanlık sistemine destek vermeyeceklerini açıklayarak hükümete gözdağı vermek doğal karşılanmalıdır. Ancak yine de temkinli yanaşmak gerektiği düşüncesindeyim. Her şeyden önce Kürt siyasi hareketinden ana motivasyonunu alan bir parti olarak HDP’nin tüm isteklerinin karşılığında başkanlık sistemini kesin bir tonla reddetmesi bugüne kadar sergilediği ‘mantıklı’ (!) tutumuyla çelişir. Öte yandan seçime parti olarak girilmesi AKP’yi başkanlık sistemi için gerekli çoğunluğa bir adım daha yaklaştırma ihtimalini saklı tutmaktadır. HDP’nin Meclis’e parti olarak girmesi ihtimalinde ise AKP’nin başkanlık sistemine ulaşmada ilk eline bakacağı parti konumuna sokacaktır HDP’yi. Bu durumda AKP ile ‘müzakere’ süreci yürüten bir partinin kapıları bugünden kapaması çözüm süreci denen merak kutusunu da tehlikeye atmaktadır ki bu hiç de inandırıcı değildir.
Çözüm süreci konusunda zekalarımızla alay edilmesini kaldıramayan bir üniversite öğrencisi olarak bu durumdan AKP’yi olduğu kadar HDP’yi de sorumlu tutmaktayım. Silahsızlanma – ki bu gülünç bir maddedir – dışında elle tutulur başka hiçbir durumun açıklanmadığı bir on maddeyi topluma bu kadar güzel sunmak iki partinin ortak marifetidir. AKP, süreci şeffaflaştırmayı aklının ucundan geçirmeye bile tenezzül etmeyen bir parti olarak bu konuda HDP’den daha tutarlı görünmektedir; zira HDP sürekli bir şeffaflık ihtiyacından söz ederken dar alanda kısa paslaşmalar şeklinde bir oyalama taktiğine eşlik etmektedir.
Tüm bunlar dikkate alındığında Selahattin Demirtaş bu çıkışı ile kulaklarımızın pasını bir beş dakika alsa da absürd bir fıkra tadından öteye gidememiştir.
Ne diyelim, siyaset işte…