Paulo Coelho’nun ‘Simyacı’ kitabını, neredeyse okumayan kalmamıştır. Bu ölümsüz kitabı, 25. yılı anısına, yeni bir bakış açısıyla değerlendirmek istedim. Endülüs’ten kalkıp mısır piramitlerini aramaya kalkan bir çobanın hikayesini anlatır, genel hatlarıyla. Neredeyse herkes, bu kitabı okurken kendisine pay çıkarır ve sorular sorar; yani Simyacı’yı kılavuz edinirler. Ben de bu büyüleyici atmosferiyle insanları kendisine hayran bırakan ‘Simyacı’yı okurken kendi kendime şu soruyu sordum: ‘Acaba modern ‘Simyacı’ nasıl olurdu?’
Öncelikli olarak, günümüze uyarlama işlemine anne ve babasından başlamamız lazım. Çünkü modern dünyada, anne babanın çocuk üzerindeki etkisi bilimsel açıdan kanıtlanmış durumda ve bir sürü popüler kitap var çocuk eğitimi üzerine. Buna rağmen, modern dünyanın modern çocukları hiç de anne babalarına benzemiyorlar. Babanın güç bela kazandıklarını uyuşturucuya yatıran çocuklara mı bakarsın, yoksa namuslu anne babaların hırsız evlatlarına mı?
Neyse; bu konumuz değil, çünkü modern dünyamız her zaman en ileri seviyede ve tarih her zaman bizleri ileriye götürüyor. Kitapta aile, çocuklarını rahip olması için papaz okuluna gönderiyor. Kahramanımız da boş vakitlerinde çobanlık yapıyor. 16 yaşına geldiği zaman; rahiplik yapmak istemediğini, gezgin olmak istediğini söylüyor. Bunun üzerine babası üç altın vererek şu sözü söylüyor: “Git, kendine bir sürü al ve en iyi şatonun, bizim şatomuz ve en güzel kadınların, bizim kadınlarımız olduğunu öğreninceye kadar dünyayı dolaş.”
Şimdi bu can alıcı noktadan sonra, uyarlamamıza başlayabiliriz. Öncelikli olarak, günümüz dünyasında anne babanın çocuğunu papaz okuluna göndermesi biraz zor olurdu. Onun yerine; kendisine yıllarca eziyet edeceği, eleme usulüyle ve rekabetin insanlık dışı olduğu bir sistemde bir sürü aşamadan geçerek okuması gerekecek. Tabii ki bu sistem de en iyisi, çünkü modern sistem en iyisidir. Öyle kolay bir şekilde; “Okulu bırakıyorum ben, seyyah olacağım.” da diyemeyecektir. Çünkü okumayan insanlara iş verilmez ve toplumsal baskıya maruz kalırlar. İş sahibi olmayan evlenemeyeceği gibi, parasız olan da hiçbir yeri gezemez. Bu yüzden mısır piramitlerini sadece akşam haberlerinde terör olaylarını izlerken görebilir. Bir diğer yandan da; babasının ona, 3 altını bırak; 1 türk lirası dahi vermeyeceği aşikardır. Çünkü, modern dünyanın anne babaları; çocuklarının hayallerinden daha iyi düşünebildiklerini bilirler. Babanın vereceği öğüt de; “Nereye gidiyorsun, kendine bir kitap daha al ve en iyi sistemin bu olduğunu öğrenene kadar ve en zengin olana kadar çalış.” olacaktır. Bütün bunlara rağmen, hikayemizin ilerlemesi açısından modern simyacımızın gezgin olabildiğini farzedelim.
Modern simyacımızın düşlediği yer mısır piramitleri olamaz; çünkü modern dünyada çok da önemli değiller. Onun yerine, kapitalist sistemin oluşturduğu zenginliklerin peşinden gitmek daha mantıklı olacaktır. Mesela Amerika’ya, çok zengin olmaya doğru yola çıktığını farz edelim. Simyacı Santiago’nun sırtında bir heybesi ve içinde de yatarken yastık olarak başının altına koyduğu bir kitabı ile yamçası vardı; fakat bizim modern simyacımızın gerçek manada gezebilmesi için, milyarlara ihtiyacı var ve bir de pasaporta. Çünkü modern dünyamızda; öyle her insan kafasına göre hakkı olan dünyayı gezemez, dünyanın ve insanlığın harikalarını gözlemleyemez. Ya paran olacak, ya da ayrıcalığın. Hikayeyi biraz daha ilerlettiğimizde, normalde karşımıza bir falcı kadın çıkması gerekirken; modern dünyada karşımıza ‘hayal avcıları’ ve ‘yapamazsın amcalar’ çıkar. Öncelikle hayal avcıları, sistemin kurbanları olan daha önceki modern simyacılardır. Bunlar da, sistemin dışına çıkmaya çalışmışlar ve başarısız olmuşlardır. Modern simyacımız, hayal avcılarıyla karşılaşır ve onlardan hayat tavsiyeleri alır. Eğitim sistemine devam edip, çok ve daha çok zengin olmaya çalışmayı tavsiye ederler. Daha sonra ‘yapamazsın amcalar’ çıkar. Bunlar da; sisteme razı olup, çok da yükselemeyen kesimdir. Sistemden başka çareleri olmadığını ve hiçbir zaman lordlar kamarasına giremeyeceğinizi söylerler. Modern simyacımız da bu öğütleri kulağına küpe yaparak yolculuğundan vazgeçip, evine ve okuluna döner.
Hikayeyi biraz daha ilerletelim. Modern simyacımız artık evine dönmüştür. Anne babası sevinçle onu karşılar ve “Bak işte, biz sana dememiş miydik?” derler. Daha sonra, okuluna geri dönen modern simyacımız; eğitim sistemine razı olarak ve hayal öğüten okullarda okuyarak sistemde bir yerlere gelir. Sonuç olarak, aslında aradığı hazinenin her zaman yanı başında olduğunu görür ve bir hayal avcısına dönüşür…
sorciere
Anlamadığım bir şey var simyacı aslında bir orta doğu öyküsü ve kişisel menkıbe ile ilgili hikayenin orijinali Bağdat’da geçiyor aslında her şeyin tek ve bir şey olduğundan bahsediyor falan filan… Simyacının asıl vermek istediği mesaj güzel şeyleri bulmak için çok da uzaklara gitmene gerek yok ama sen ille de isteyeceksin uzaklara gitmeyi. Esas olayda zaten yolun kendisi yolda bir sürü şey öğreneceksin ve bu öğrendiklerin sana kar olacak kazanım olacak…İşte burada da yine başlangıç sonun aynısı gibi gözükse de aradaki Billur satan dükkandan çölden öğütler alıyorsun yani aslında kurguladığınız sonucun olmaması gerekiyor simyacı eve döndüğünde sisteme karşı çıkmalı… Yanlış mıyım yoksa yazıyı anlamamış mıyım?