Eski Dışişleri Bakanımız ve TBBM Başkanımız Sayın Hikmet Çetin ile geçtiğimiz günlerde çok keyifli bir röportaj yaptık. Öncelikle kendisine teklifimizi kabul edip bizi kırmadığı için çok teşekkür ediyoruz.
Bu röportajdan dolayı çok heyecanlıydım. Ama aynı zamanda da biraz çekiniyordum. Çünkü böylesine bir bürokratla röportaj yapmak, sohbet etmek insanı korkutmuyor değil. Fakat şüphesiz ki sahip olduğum büyük bir şanstı…
Şimdi sizlere bizim sorularımızı ve kendi cümleleriyle Sayın Çetin’in cevaplarını aktaracağım.
GazeteBilkent: Geçmişte çok çeşitli mevkilerde bulunup çok önemli işlere imza attınız. Peki, siz kendi geçmişinize baktığınızda sizi en çok mutlu eden görev hangisiydi? Ve en çok zorlandığınız yıllarınız hangileriydi?
Geçmişte gerek kamuda gerek siyasette birçok görevlerde bulundum. Hepsini severek yaptım. Ancak Dışişleri Bakanlığı’nın görev yaptığım dönem nedeniyle özel bir konumu vardı. Çünkü doksanlı yılların başı dünyada önemli değişmelerin yaşandığı yıllardı. Sovyetler Birliği kansız bir şekilde dağılmış, Berlin duvarı yıkılmış, balkanlarda özellikle Yugoslavya’da önemli değişimlerin olduğu bir dönemdi. O dönemde Türkiye’nin dışişleri bakanı olarak görev yapmak çok özel ve önemliydi. Böylesine tarihi bir sürece tanıklık yapmak, içinde bulunmak çok önemliydi. Ve bundan da büyük mutluluk duydum.
Yaptığım görevler sırasında zorlandığım zorlanmaktan çok sıkıntı çektiğim yıllar 1978-1979 yıllarıydı. O dönemde başbakan yardımcısıydım. Bir yandan ekonomik sıkıntı, öte yandan anarşinin silahlı çatışmalara yol açtığı bir dönemdi.
Eski dışişleri bakanımızla sohbet edip Türkiye’nin dış politikası hakkında onun görüşlerini almamak olmazdı.
GazeteBilkent: Sizin Dışişleri Bakanlığı yaptığınız dönem ile bugün arasında çok fark var. Şahıslar, ülke stratejileri hatta ülke isimleri bile farklı. Ancak dönemimizdeki Türkiye dış politikası ile günümüz dış politikasını kıyaslarsanız, ne gibi bir eleştiri ya da övgü getirebilirsiniz? Özellikle ”sıfır sorun” ilkesinden ”değerli yalnızlık” ilkesine geçişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir ülkenin tarihi ve coğrafyası dış politikada önemli bir etkendir. Bu açıdan ülkemiz jeostratejik olarak önemli bir konuma sahiptir. Bu durumu ile Türkiye bir bölgesel güçtür. Ancak bu gücü ve olanağı sorumlu bir şekilde kullanmak gerekir. Mustafa Kemal Atatürk’ün yurtta barış dünyada barış ilkesi, genellikle Türk dış politikasında önemli bir ilke olarak benimsenmiştir. Bu pasif dış politika anlamına gelmez. Nitekim bu politikayla Hatay Türkiye topraklarına katılmıştır. Türkiye’nin çok önemli ve sorunlu komşuları vardır. Dış politikada komşularımızla iyi ilişkiler içerisinde olmak son derece önemlidir. Komşularımızın ve başka ülkelerin içişlerine karışmamak ve onlarında Türkiye’nin iç politikasına karışmalarına izin vermemek Türkiye’nin özenle izlediği bir politika olmuştur. Son yıllarda buna gerekli özenin gösterilmediğini düşünüyorum. Bunun sonucu olarak bugün hemen hemen tüm komşularımızla önemli sorunlarımız anlaşmazlıklarımız bulunmaktadır. Örneğin Mısır, Suriye, İsrail gibi ülkelerde büyük elçimiz bile bulunmamaktadır.
GazeteBilkent: Siz uluslararası kuruluşlarda ülkemizi başarı ile temsil etmiş, bu hükumetler üstü kuruluşlarda, milletler arası kuruluşlarda yer almanın avantajlarını her fırsatta dile getirmiş bir devlet adamısınız. Türkiye’nin bu kuruluşlardaki rolünü nasıl yorumluyorsunuz? Özellikle son yıllarda Türkiye’nin uluslararası alanda bir güç kaybettiğini düşünüyor musunuz?
Cumhuriyeti kuran kadrolar, başından beri batının değer yargılarını benimsemişlerdir. O değerlere ulaşmakla çağdaş bir toplum olabileceğimiz düşünülmüştür. Bu nedenle de Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren batı dünyasının kurumlarına Türkiye üye olmuştur. Bu kuruluşların en önemlilerinden biride NATO’dur. NATO, Türkiye’nin eşit koşullarla üye olduğu bir kurumdur. Türkiye’nin henüz üye olmadığı tek önemli Avrupa Kurumu Avrupa Birliğidir. Ben Avrupa Birliğinin demokrasi, insan hakları ve ekonomi alanındaki standartlarına ulaştığımız zaman tam üye olabileceğimize de inanıyorum.
GazateBilkent: Afganistan NATO Kıdemli Sivil Temsilcisi görevinde uzun yıllar çalıştınız. Bu dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Şüphesiz ki Afganistan da tam anlamıyla hiçliğin ortasındaydınız ve yoktan var etmeye çalıştınız. Halkın sizi çok sevdiğini de unutmamak lazım. Peki, bu görev sizin hayatınızın neresinde yer alıyor?
NATO’nun kıdemli sivil temsilcisi olarak Afganistan’da görev yapmak benim için son derece önemli bir deneyimdi. Ülke, olay, görev yani benim için her şey yeniydi, sorumluluk gerektiriyordu ve çok önemliydi. Afganistan 28 yıl süren bir savaş yaşamış, 1.5 milyon insan yaşamını yitirmiş, 6 milyon insan göçmen olarak ülkeyi terk etmiş ve her şeyin yakılıp yıkıldığı dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olmuştur. O ülkeye ve o ülkenin insanlarına yardımcı olmak benim için unutulmaz mutluluktu. Afganistan’ı ve o ülkenin güzel insanlarını hiç unutamam. Bana çok büyük yakınlık gösterdiler. Görevimin başarıyla yürütülmesi için yardımcı oldular. Afganistan çok önemli bir süreçten geçiyor. Yeni bir seçimle cumhurbaşkanlarını seçtiler. Bu yılın sonunda yabancı güçler yani NATO ve ABD, Afganistan’dan büyük ölçüde ayrılacaklardır. Afganistan bu yeni dönemde ayakları üzerinde durmaya çalışacaktır. Türkiye’nin ve dünyanın bu çabada Afganistan’a başta ekonomik olmak üzere her alanda destek olmaya devam etmelidirler.
GazeteBilkent: Siz aynı zamanda European Leadership Network’un yönetim kurulu üyesisiniz. Bu sebeple Rusya-Ukrayna krizi ile ilgili bir soru sormak istiyorum. Sizin Rusya’nın bu yayılmacı politikasına karşı önerileriniz neler olmuştu? Örneğin iki hafta önce ELN’DE YAYINLANAN MAKALEDE, Victor Mizin aradaki dengeyi koruyabilmek adına daha yapıcı bir ortamın gerekliliğini ve uzlaşmanın önemini vurguladı. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?
Son gelişmelere baktığımızda Kırım’da ve Ukrayna’da olanlar kabul edilemez. Bu sorunların diplomatik yollarla ve diyalogla çözülmesi gerekir. Şiddetle, savaşla kalıcı bir çözümün bulunabileceğini sanmıyorum. Aslında 1990 yıllarının başında 2 bloklu dünya sona erdiğinde, Varşova Paktı dağıldığında dünyada demokrasi barış ve işbirliği yönünde önemli bir beklenti vardı. Maalesef bugüne kadar bu beklentinin gerçekleştiği söylenemez. Bütün bu sorunların temelinde, ABD –NATO ve Rusya Federasyonu arasında var olan ve giderilemeyen güven bunalımı yatmaktadır. Bunun giderilmesini sadece Atlantik – Avrupa bölgesi için değil, tüm dünyanın barış ve istikrarı için önemli görmekteyim. Benim de üyesi olduğum ELN (Europen Leadership Network)’nin temel amaçlarından biri nükleer silahsız bir dünyadır.
Eee bu kadar dış politika konuştuktan sonra biraz da iç politikaya değinmeden geçemedik.
GazeteBilkent: Siz aynı zamanda Diyarbakır-Lice doğumlusunuz. O toprakların insanısınız. O bölgeyi, oradaki insanların sorunlarını anlamanız daha kolay olmuştur. Bu bağlamda AKP’nin açılım sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Barış süreci ilke olarak doğrudur. Terör sorununun silahla çözülemeyeceği görülmüştür. Bu sadece Türkiye için değil başka yerlerdeki bu tür terör hareketleri için de geçerlidir. Bu sorunun çözülmesi Türkiye’nin önünü açacaktır. Bu konu ulusal bir sorundur. Bir partinin değil olabildiğince tüm partilerin katılacağı bir sürece dönüştürülmesinde büyük yarar vardır ve sürecin neleri içerdiği açıkça ortaya konulmalıdır. Bu konuda eksiklik olduğuna inanıyorum. Bunun bir an önce giderilmesinde büyük yarar vardır. Sorunun ülkenin birliği ve bütünlüğü içerisinde çözülmesi son derece önemlidir.
GazeteBilkent: Geçtiğimiz yaz cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu ve sizin isminiz de adaylar arasında geçti. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun sizin adaylığınızı istemediği çok konuşuldu, yazıldı, çizildi. Size cumhurbaşkanlığı adaylığı için bir teklif gelseydi kabul eder miydiniz?
Benim böyle bir isteğim olmadı. Bana bu konuda bir teklif de gelmedi. Buna karşın medyada, toplumun çeşitli kesimlerinde benim ismim de gündeme geldi. Zaman zaman vatandaşlardan bana da öneriler, istekler geldi. Ben de bunlardan onur duydum. Böyle bir talep resmen gelmediği için varsayım üzerinden bir sonuca varmayı uygun bulmuyorum.
GazeteBilkent: Sosyal Demokrat bir tabandan geliyorsunuz. Ülkemizde sosyal demokrasi maalesef herhangi bir şekilde işlemiyor. Bu çok açık. Bir çok yerli ve yabancı akademisyen Türkiye’de sosyal demokrasiyi benimseyen bir partinin olmadığını savunuyor. Hatta CHP’nin böyle bir oluşumu engellediği düşüncesindeler. Türkiye’de sosyal demokrasinin gelişmemesinin sebeplerini ne olarak görüyorsunuz?
Türkiye zor bir süreçten geçiyor. Bu sürecin aşılmasında CHP’ye büyük görev düştüğüne inanıyorum. Önümüzdeki seçimi de bu açıdan önemli görüyorum. Türkiye’de, iktidar seçeneği sosyal demokrasi olmalıdır ve her alandaki değişimi temel ilke olarak almalıdır. Demokraside siyaset halkla vardır. Ve halk için yapılır. Bu nedenle halkın sorunlarına gerçekçi bir teşhis koymak ve bunlara gerçekçi bir çözüm önerileri geliştirmek, ortaya koymak gerekmektedir. Halk sorunlarının sosyal demokrat bir iktidarla çözülebileceğine inanmalıdır. Bunu halka anlatmak ve halkı inandırmak siyasi kadroların görevidir. Bir iktidar stratejisi belirlenerek halka gidilmesi halinde, bunun başarıyla biteceğine inananlardanım.
Bu kadar siyaset konuştuktan sonra spora değinmezsek olmazdı. Biz de Sayın Çetin’e Beşiktaş hakkında bir soru sorduk.
GazeteBilkent: Sizin Beşiktaşlı olduğunuzu ve spordan keyif aldığınızı biliyoruz. Peki, BJK başkanı olmak ister miydiniz? İsminiz de daha öncelerde çoğu kez başkanlık için anılmıştı.
Ben spordan, sporun her dalından keyif almaktayım. Sizin de belirttiğiniz gibi ben 40 yıla yakındır Beşiktaş’ın kongre üyesiyim. Evet rahmetli büyük ve unutulmaz Başkan Süleyman Seba’dan sonra Beşiktaş’a başkan olmam zaman zaman gündeme gelmiştir. Ancak Ankara’da bulunmam ve diğer koşullar nedeniyle aday olmayı uygun görmedim. Ancak Beşiktaş’a başkan olmanın olumlu onurlu bir görev olduğuna da inanıyorum.
Evet, yaptığımız röportajın sonuna geldik. Geçmişe ufak bir yolculuk yapıp bugünden ve gelecekten bahsettiğimiz bu röportajdan ben çok keyif aldım ve aynı zamanda çok bilgi dolu bir deneyim oldu benim için. Umarım sizler de okurken benimle aynı duyguları paylaşırsınız.
Ayrıca bana soruları hazırlarken ettiği yardımlardan dolayı ve güzel soruları için Erdem Girgin’e çok teşekkür ederim. İkimizin ortak emeğidir bu röportaj.