1980 Sonrası Feminizm

Resim3Hepimizin bildiği üzere 1980 Darbesi sonrası Türkiye siyasi düşünce zenginliği açısından oldukça yoksun ve bastırılmış bir dönemden geçmiştir. Darbe sadece siyasal partilerin etki ve iş alanlarını kısıtlamakla kalmamış, bununla birlikte sosyal sendikaların, siyasal hareketlerin ve örgütlerin de önüne duvar örmüştür. Zaman artık yeni bir zamandır; ideolojilerin uygulamadaki başarısızlıkları –bana kalırsa ideolojiyi uygulayanların başarısızlıkları- da siyasi sahnede büyük değişiklikler yaratmıştır. Bu karmaşa içinde Türkiye’de kadın hareketleri kuvvetlenmiş ve öngörülemeyen bir ivme kazanmıştır. Yeni zamanın getirdiği hayat tarzında bu hareket, kimi kesimlerce “şımarık kadınların yakarışı” olarak algılansa da 1980 sonrasında kurulan en büyük siyasi ve muhalif hareketlerden biri olmuştur.

Tanzimat’tan bu yana bu topraklardaki tohumları atılan feminizm, 1980 öncesinde de Türkiye’de bir şekilde varlık gösteriyordu fakat bu varlık, bugünkü cehapenin kadın kolları mensubu sarışın teyzelerin feminizm algısının ötesine geçemiyordu. Fakat 80 sonrası feminizmi, geçmişinde sahip olduğu karmaşık ve birleşememiş düzeninden daha farklı bir yapılanmaya giderek, bu dönemde çok daha iyi bir örgütlenme modeline sahip oldu. Öncelikle küçük gruplar halinde, yapısal özelliklerini ve yol haritalarını belirlediler; küçük evlerde toplanıp sol örgütlenmelerini ve hiyerarşik yapılarını tartıştılar. Bundan böyle hiçbir hiyerarşik düzenin içinde yer almayacak, kendi içlerinden böyle bir sistem oluşturmayacak, sol örgütlenmelerin zaman zaman kazandığı merkeziyetçi yapıdan uzak duracaklardı ve bu yolla eşitlik ve özgürlük arayışlarını sürdüreceklerdi. Artık sol kanattaki “Devrim olunca her sorun gibi kadın sorunu da çözülür.” söylemi eskide kalmıştı. Sol kanat, kadınları sınıf savaşındansa kendi ezilmişliklerinin savaşını vermeye çağırmaya başlamıştı.  80 sonrasında birçok farklı eylem yöntemi denemiş, bunlardan bazıları çok ses getirmiş –mor iğne yöntemi- ve feminizmi Türk siyasi tarihinde en dikkat çekici eylemler yapan gruplardan biri haline getirmişti. Bunları yaparken, o güne kadar siyasi bir konu olarak ele alınmayan şiddet ve taciz gibi konuları da gündeme getirmişlerdir. Bu yükselmeden sonra insanların ve özellikle kadınların farkındalıkları artmış; bu da bu hareketi daha kurumsal bir yapıya dönüştürmüştür.

Kurumsallaştırmanın getirdiği büyümeyle artık kadın hareketinde çok seslilik öne çıkmış; bu da farklı örgütlenmeleri beraberinde getirmiştir. 90’lı yıllara gelindiğinde, Türkiye’deki kadın hareketi kurumsallaşmaya başlamış,  üniversitelerde kadın araştırmaları merkezleri açılmış, devlet bünyesinde Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ile Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı ve bir kadın sivil toplum kuruluşu olan Uçan Süpürge kurulmuştur. Kadın hareketi kent merkezli olmaktan çıkıp temelde toplumsal cinsiyeti sorgulayan, yerel kadın sorunlarını da gündeme getiren pek çok sivil toplum örgütleriyle ülke geneline yayılmıştır. Örgüt üyesi kadınlar küçük şehirlere, vilayetlere, köylere giderek bilinçlendirme çalışmaları başlatmışlardır. Kadınların kimliği, bedeni ve aile planlaması ise öncelikli konuları oluşturmuştur. 1990’ların en önemli iki aktörü olan Kürt hareketi ve İslami hareket de feminizm üzerinde rol oynamıştır. 80’lerde herhangi bir feminist örgüte katılmamış kadınlar, kendi ideolojileri doğrultusunda Kürt siyasi hareketi içindeki feminizm savunuculuğu yapmışlardır -burada Kürt kadınlarının rolü oldukça büyüktür-. Fakat bu, hassas –hastalıklı- zihniyetler tarafından feminizmin bölücülük olarak algılanmasına sebep olmuş ve bu zihniyetler feminizmin “etnik kökenini” sorgulamaya başlamışlardır.  Ayrıca İslami harekete mensup kadınlar da İslam ve feminizmin çatışmadığını kanıtlama savaşı içine girmişlerdir. Bunun somut örneği için ise üniversitelerde türban yasağına karşı yapılan protestolar verilebilir. Her iki durum da, trajikomik tartışmalara ve ne yazık ki kopmalara sebep olmuştur. Milenyum ise genel olarak, feminizmin gidişatına yeni bir yön vermemiş, 90’lardaki savaşı devam ettirmiştir. Bekaret kontrolü, tecavüz, kadın bedeninin metalaştırılması ve aile içi şiddet gibi konulara yönelen feminist hareket, bu dönemde “proje feminizmi” olarak adlandırılmış ve daha aktivist bir hareket haline dönüştüğü yönünde eleştiriler almıştır. Bu durum feminist hareketin önüne ket vurabilecek olsa bile, “öteki” kadınların eğitilmesi, bilinçlendirilmesi ve feminist hareketin yaygınlaştırılması konusunda oldukça faydalı olmuştur.

Feminizm Türkiye tarihinde sadece kadın hareketlerini güçlendirmekle kalmamış, o yıllarda gelişen sistemleri ve cesaretleriyle bugünkü LGBTQIA gibi genç hareketlerin de ilham kaynağı olmuştur. Her ne kadar hassas zihniyetler 80’den bu yana gelen feminizm konusunda bugün de “hassasiyetlerini” korusalar da ya da feminizm hala kimi kimselerce “şımarıklık” olarak görülse de temelinde yatan düşünce, eşitlik ve özgürlük arayışı, çoğu arayışın ve belki de buluşun temelini oluşturmuştur.

 

Leave a Reply

1 comment

  1. hanife ozkan

    1980 sonrasinin feminizm hareketlerini ele alan bu yazinin öncelikle anlatiminin ve yazmakla anlatilamayacak yakar bilgi birikimini bu kadar salt bi dille anlattigi icin kizimizi tebrik ediyorum .. ben kamu yonetimi siyaset bilmi anadali uzerine univeriteyi bitirmekle birlikle bu konu uzerine cok tez hazirlayan biri olaraktan benim icin bi kaynakca sekline donusturdugu bu yaziyi arsivime ekliyecegimide sena kizimiza sizim araciliginizla bildirmek ister sevgilerimi sunarim