Tarihi Filistin toprakları tümüyle işgal altında olmasıyla yüzleşiyoruz. İşgalin çok boyutlu oluşu Filistin adına ele alınacak meseleleri, Gazze meselesi veya Aksa meselesine indirgemeyi zorlaştırmalı. 1967 sınırları içinde bir İsrail devletinin varlık meşruiyeti üzerindeki evrensel kanaat bizi de, Filistinlileri de ve İsraillileri de bağlar.
Her işgal edilmiş toprak sahipleri gibi Filistinlilerin de evrensel ve İslami savaş hukuku normları içinde silahlı mücadele hakkı vardır. Bu mücadele kalben de aklen de madden de desteklenebilir. Eğer İsrail ordusu üzerine saldırılacaksa dünyanın her yerinden Filistin’e malzeme gönderilemesini destekliyorum. Bu münasebetle Medeniyetler İttifakı Projesi’nin raporundaki: “Filistin sorunu çözülmediği müddetçe dünyanın hiçbir yerindeki terör ve şiddet sorununa kalıcı bir çözüm üretilemez” ifadesinin altına imzamı atarım.
Buna karşılık intihar saldırısı, sivil halka yönelik misilleme, özel hayata yönelik taciz evrensel ve İslami savaş hukuku normları içinde değildir. Terördür. Asr-ı saadetteki her savaş ve mücadele çiğnenen savaş kurallarına misliyle karşılık verilmediğini gözler önüne serer. Dolayısıyla terör, haklı bir davayı haksız yapar. Haklı Filistin davası haksız metotlarla kazanılamaz. 1967’den bu yana sahadaki durumun sürekli kötüleştiği gerçeği buna şahittir.
İşgal bir milleti yozlaştırır. Filistinlilerin yanlışlarının sorumluluğu büyük oranda onlara işgali dayatan İsrail Devleti’ne ve onun Maksimalist Siyonist liderlerine aittir. Siyonizm’i, minimalist yorumuyla, İsrail milliyetçiliği olarak benimseyenlere lafım yok. Lakin kendi güvenliğini çevre ülkelerin güvenlik eksikliklerinde arayan, gerekli gördüğünde devlet terörü boyutunda güç kullanımından çekinmeyen, etraftan sürekli düşmanlık sinyalleri duyma eğiliminde olan, en ufak eleştiriyi antisemitizm yaftasıyla meşruiyet dairesinin dışına sürükleyen paranoyak Siyonizm, aklı da, ifadeyi de esir alan bir algı işgalcisidir. Fikre işkence eder. Ona karşı fikri mücadele onurlu bir duruştur.
İki devlet de anormaldir. İsrail de sürekli bu korku paranoyasıyla yaşayamaz. Kendi egosu ve varoluşsal kaygılarıdan korunmaya ihtiyacı vardır. Filistin toprakları içe doğru, İsrail’inki ise dışa doğru delik deşiktir. Sınırların normalleşmesi zorunlu ve barış için önkoşuldur. Normalleşme iki tarafı de normalleştirir.
Hamas ve el-Fetih, Filistin işgalinin durdurulması için hala bir ümittir. Ama bu geçmişte terör yaptığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. İsrail devleti’ni bir Yahudi devlet olarak tanımak ona dayatılamaz. Ancak her komşu ülkenin birbiri için sağladığı güvenlik içinde varolma hakkını Mısır ve Ürdün için olduğu gibi İsrail için de sağlaması elzemdir.
Filistin’in dışından Filistin’e bakmak, işgali ve mezelleti yaşamadan gözlem yapmak bizlere susyamayı yada bağırmayı değil, aklı selimle konuşmayı dayatır. İsrail için yeterince düşman vardır ve bu sayının bir artması bir anlam ihtiva etmeyecektir. Türkiye’nin Filistin için yapabileceği en büyük katkı İsrail devletindeki her hükümetle konuşabilen bir Filistin dostu olma özelliğini korumaktır.
Filistin için yapılabilecekler Filistin’e odaklanarak gerçekleşememektedir. Düşmana karşı kullanılacak silahlar kendi nev’inden olmalıdır. Dolayısıyla İsrail’in gücünü Tel Aviv’deki orduda aramak yanılgıdır. Yüzlerce yıllık altyapı çalışmasıyla meydana inmiş İsrail’e karşı gündelik misillemeler sonuç getirmemektedir. Brooklyn’deki lobiler, Dow Jones’taki hisseler, senatörler, iş adamları, sivil toplum kuruluşları… Dünyanın en stratejik yerlerinde kendilerini gündemde tutmayı başaran İsrail’e karşı çözüm ilk olarak bu mevkilerde etkinliği artırmaktan geçecektir.
Filistin işgalinin Müslüman zihinleri işgali kabul edilemez. İslam, Filistin’I özgürlüğe kavuşturmak için indirilmiş bir din değildir. Müslüman, en iç daireden en dış daireye; nefisten gezegenlere iç içe dairelerde sorumluklara sahiptir. En özen göstermesi gereken daire ise en iç dairelerdir. Her şeyi bırakıp Filistin konuşalım, Filistin kan ağlarken başka hiçbir konu konuşmayalım mantığı müsrif bir mantıktır. Filistin davasına entelektüel ilginin hükmü velev farz dahi olsa kifayedir. Yeterli miktarda insan bu meseleye yoğunlaşsa yeter.
Bir vücudun âzâları gibi bir dinin mensupları olarak iş bölümümüz mevcut. İsrail’e kızıp bağırmak caizdir, ama her Müslümana hem de her zaman değildir. Sen bağırıyorsun, ben talebe yetiştiriyorum, bir diğeri dua ediyor, öbürü kitap yazıyor… Hepimizi bağırmaya davet, hem senin değerini düşürür, hem emeğimi sahipsiz bırakır.
http://palestinehouse.com/wp-content/uploads/2014/01/The-Palestine.jpg