Nevruz yaklaşıyor. Üniversitelerdeki Nevruz kutlamaları da yavaş yavaş başladı doğal olarak. Üniversitemizde yıllardır büyük bir şenlik şeklinde kutlanan Nevruz, bu sene de bir festival havası şeklinde ancak terör saldırılarından dolayı buruk ve bir haftalık bir erteleme ile 29 Mart tarihinde kutlanacak. Ne yazık ki Nevruz kutlamaları her üniversitede böyle geçmiyor. Birçok üniversitede terör örgütü propogandasına dönüşen bu bayram birçok kavgayı, şiddet eylemini de beraberinde getiriyor. Bu kavgaların bir çoğunluğu ise medya tarafından “karşıt görüşlü öğrencilerin ters bakmadan, omuz atmadan kaynaklanan kavgası” olarak nitelendiriliyor ve kamuoyu yanlış bilgilendiriliyor. Benim yazımda değinmek istediğim nokta da tam olarak bu; karşıt görüşlü olarak nitelendirilen gruplar.

Nevruz örneğinden başladığım yazıya Nevruz örnekleri üzerinden devam edeyim:

ODTÜ’deki Nevruz kutlamalarını ele alalım. Terör yandaşı pankartlar, sarı, kırmızı, yeşille süslenmiş bir alan ve halay çeken karşıt görüşlüler. Hacettepe’de de durum geçtiğimiz sene aynıydı; dev Apo posteri ve terör örgütü lehine sloganlar. Ankara Üniversitesi’nin bazı fakültelerinde de, Harran Üniversitesi’nde de, Akdeniz Üniversitesi’nde de benzer durumlar söz konusuydu. Birçok üniversitede nevruz kutlamaları afişlerine, brandalarına ank nevruzve kutlama alanlarında bulunan posterlere Mazlum Doğan’ın fotoğrafını eklemeyi de unutmamışlardı bu karşıt görüşlüler. PKK’nın kurucularından olan, cezaevinde 1982 Nevruz’unda intihar eden ve bölücüler tarafından “özgürlük ateşini tutuşturan isim” olarak nitelendirilen Mazlum Doğan’ın fotoğrafları üniversite yerleşkelerini süslemişti Nevruz bahanesiyle. İstanbul Üniversitesi’nde ise durum birazcık daha farklıydı. Rektörlük binasının arka bahçesinde, evet rektörün gözü önünde,

 

“Ellerinde Bixiler,   Düşüyor Skorskyler

Ellerinde Doçkalar  Düşüyor tüm Kobralar”
Partileri PeKeKe   Vuruyor APOcular
Orduları HPG     Vuruyor APOcular
Önderleri Öcalan    Geliyor APOcular
Vuruyor APOcular   Siz dağda biz şehirde
Vuruyor YPGH  Ellerinde fişekler
Düşüyor Ülkücüler   Ellerinde sopalar
Ağlıyor güvenlikler”

marşı eşliğinde halay çeken karşıt görüşlü öğrenciler mevcuttu Fatih Sultan Mehmet’in Türk milletine emaneti olan üniversitenin havuzlu bahçesinde.

Karşıt görüşlü demişken, medyanın yukarıda saydıklarımızın karşısına koyduğu öğrenciler ise Nevruz’u olması gerektiği gibi türküler söyleyerek, halaylar çekerek, horonlar vurarak kutlayan öğrencilerdi. Dertleri üniversiteleri ellerinde bixi olan partisi PKK olan öğrencilerin(!) insafına terk etmemek olan öğrenciler.  Devletin ve üniversite idarelerihacettepenin yapamadığını yapmaya çalışan yiğit insanlar. Çünkü onların insafına bırakılınca kimlik kontrolü yapmaya başlıyorlardı, güvenlikle, polisle çatışıp, okulu yakıp yıkıp öğrencilerin huzurunu kaçırıyorlardı ve barikatlar kurarak, duvarlara yazılar yazarak öğrencilerin imkanına sunulanları başka amaçlarla kullanıyorlardı. Sonuçta bu güruh dışarı çıktığı zaman terör örgütü yandaşı olarak adlandırılıyordu, kampüse girdiği zaman karşıt görüş olarak. Bu işte bir terslik vardı elbet.

Biliniyordu zaten terörün sadece dağda değil aynı zamanda kampüste de olduğu. Ankara Üniversitesi’ndeydi Hacettepe’deydi ODTÜ’deydi. Ankara’nın ve Türkiye’nin en iyi üniversiteleri terörün propoganda aracı, insan kaynağı ve meşruiyet aracı idi. Yıllardır böyle devam etmesine ve sık sık insanların uyarmasına rağmen karşıt görüşler (!) arasında çıkan kavgalar göz ardı edildi, önemsenmedi. Bu kavgalarda teröristler tarafından şehit edilen Fırat Çakıroğlu, Hasan Şimşek gibi isimlerin teröristlerle mücadele eden şehitler olduğu algılanmadı en başta.

“PKK’lılar dağa çöp atmıyor.” diye haber yaparak bir terör örgütünü çevrecilik konusunda okuyucularına örnek gösteren gazetelerin bile var ist nevruzolduğu medya yeri geldi PKK’lılar ile milli hasssasiyete sahip öğrenciler arasındaki kavgaları, “Ülkücüler ile doğudan gelen öğrenciler arasında çıkan kavga” olarak yansıttı karşıt görüşlüler yalanını daha da ileriye taşıyarak. Okuyan insanlar da gerçeğin bir adım bile yanına yaklaşamadan ülkücüleri ırkçılıkla itham etti ve sitem etti ülkücülerin bağlı oldukları davaya.

Teröristlerin kampüslerdeki emelleri de biliniyordu. Biliniyordu PKK dahil birçok terör örgütünün üniversitelerde kurulduğunu ve binlerce kişinin katili olan kurucularının örgütlenmeye başladığı anda üniversite öğrencisi olduğunu. Üniversiteye halis niyetlerle Anadolu’nun bağrından kopup gelen öğrencilerin çevre gibi, kadın hakları gibi, özgürlük gibi herkesin peşine düşeceği kelimelerle ağa düşürülüp soluğu dağlarda aldığı da yıllar önce fark edilmişti. Üniversitelerde terörle mücadele edenler yeri geliyor teröristin ailesini arıyorlardı, kızınız/oğlunuz yanlış yolda, onu uyarın demek için. Kendilerini dinlemediğini söyleyen anne-babanın üzüntüsünü paylaşıyorlardı. Örgüt evlerinde hem örgüt propogandasının yapıldığını hem de üniversite öğrencileri ile örgütün sorumluları arasında bağlantının kurulduğunu da biliyorlardı elbette, haykırıyorlardı da ama ciddiye almadı kamuoyu yıllar boyunca. Çünkü üniversiteli teröristlerin kendilerine verdiği isimler daha güzel daha süslüydü. Terör örgütü ve siyasi uzantıları kendisini barış ve özgürlük kelimeleri üzerinden pazarlarken takipçileri neden kullanmasınlardı ki bu taktiği ?

kim yapmış

Bir üniversite öğrencisinin eseri (Kaynak: meydannet.com)

Uyarılar bir tarihte ciddiye alınmaya başlandı sonunda. 13 Mart 2016 tarihinde Ankara’daki terör saldırısını gerçekleştiren Seher Çağla Demir’in bir üniversite öğrencisi olduğunun ortaya çıkması kamuoyunda infiale yol açtı. Sonuçta bu milletin liseleri bile bundan yaklaşık 100 yıl önce mezun veremez hale gelmişti. Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, İstiklal Harbi’nde çarpışan lise öğrencileriyle gurur duyan bir millet kendisine namluyu doğrultmuş üniversite öğrencileriyle sınanıyordu. Kolay değildi. Ancak bu ilk de değildi. “Parasız eğitim istiyoruz.” pankartı açanların polis minibüsü taradığı da görülmüştü, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’nde iktisat okuyan Pınar Biçer’in kandırılıp dağa çıkarıldığı da. İsmi Oğuz Kağan olan Hilal olan Asena olan öğrencilerin üniversitede bir anda kod ad almaya başladığı, yaz tatillerini dağlarda geçirdiği da gerçekti, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Ömer Altun’un Diyarbakır Bağlar’da polisle çatışma esnasında öldüğü de.  Fırat Çakıroğlu’nun katilinin şu an cezaevinde olmasa Sur’da ya da Yüksekova’da polisle çatışacağı da yüksek bir ihtimaldi hem de başbakanın selam yolladığı Kobani’de alacağı eğitimle.

Kısacası, bugün üniversite kampüsleri terör propogandasının rahatça yapılabildiği, örgütün dağ kadrosuna eleman kazandırabildiği terörist yuvaları haline gelmek üzere. Aynı sınıfta derse girdiğimiz, belki not paylaştığımız belki de yemekhanede yan yana yemek yediğimiz insanlar yarın bir gün canlı bomba olabilir, dağa çıkabilir ve her türlü terör eyleminde bulunabilir. Özellikle son bir haftadır “Tunalı’ya gitmeyin ihbar var, AVM’lerden uzak durun canlı bomba varmış.” ifadelerini sıkça gören ve paylaşan arkadaşlara daha vahim ve daha gerçek bir ifadede bulunmak istiyorum:

“Bugün sevdiklerinizi korumaya çalıştığınız canlı bombalarla aynı kampüste, aynı yurtta belki de aynı sıradasınız. Bilmenizi istedim.”

Bu kadar tespitin ardından ne yapılması gerektiğini de konuşmak gerekiyor. Çok kısa iki madde şeklinde yapılması gerekenler şunlar olabilir:

  • Devlet terörle mücadeleyi dağlardan ve Güneydoğu’daki ilçelerden değil, kampüslerden başlatmalıdır.
  • Vatadandaşlar ise terörle mücadele etme yöntemini “Teyzem söyledi ona da şu söylemiş bomba patlayacakmış.” mesajlarını yayarak telaşa ve kargaşaya yol açmada değil kararlı durmakla ve teröristi tanımakla başlamalıdır. Benim naçizane önerim ise teröristi dağda değil, canlı bombanın taziyesine temsilci yollayan partilerde ve onların üniversite uzantılarında aramalarıdır.

 

Leave a Reply