Bitlis Şirvan maden kazası ve maden kazalarının devamlılığı… Yazıma bu cümlelerle başlamak çok zor. Henüz son yıllarda karşılaştığımız bu minvaldeki münferit maden kazalarının, ülkemiz maden sektörüne bir kara satır daha eklenmesi ile sonuçlanıyor. Ama, bu defterde daha çok satır varmış gibi hissediyorum. Keşke olmasa da biz de bu defteri dürsek diyebilmeyi çok istiyorum. Ama, fıtratında olan bu sektörün talihsizliği, neden hala devlet tarafından sürdürüldüğü sorusunu sorgulamamıza neden oluyor. Cevaba gelecek olursak, hala belirsiz, hala puslu. Soma maden kazalarının meydana gelmesinden sonra, 301 kişinin katledilmesiyle sonuçlanan maden kazasını araştıran ülkemiz neşriyatının vicdanlı yazarları, bu belirsizliği açıklığa kavuşturmak isteyenler, bizleri çok iyi aydınlatmışlardı. Bu aydınlanmanın, devletin ilgili kurumlarında baskı yaratması bekleniyordu ama, beklenen baskı da iyi bir sonuca ulaşmamızı artık sağlamıyor gibi. Sebebini bilmediğim, daha doğrusu bilemediğim toplum bilinçsizliği, bu ülkenin havasında veya suyunda olsa gerek. Bu açıklamayla yetinmek de, ülkemizin eğitim alanının şahsına münhasır özelliklerinden, hatta ve hatta, fıtratından kaynaklanıyor olsa gerek! Sonuçta, mufassal/irdeleyici, yaratıcı vb. eğitim modelinden daha çok ezberci ve direk sonuç odaklı bir eğitim modelini benimsemiş bulunmaktayız. Bu da ülkemizin ne denli geliştiğinin açık bir delili.
Maden kazalarının kurbanları, geride yardıma muhtaç birçok aile bırakıyor. Üç kuruşa muhtaç halde yaşayan bu aileler, çocuklarını okula gönderme mücadelesi veriyorlar. Verdikleri bu denli çetin ve bir o kadar maliyetli mücadelenin amacı, yaşadıkları hayatı o küçük yavrucaklara aksettirmemek ve onlara, yaşadıkları hayatı onlara da yaşatmamak, yani daha güzel bir gelecek sağlamak. Maalesef, bu mücadelede yalnızlar. Ne devlet yardım ediyor, ne de kazanın asli sorumluları olan maden yönetimi. Soma kazasına kadar, yardımın esamesi okunmazdı. Ancak, basının yardımıyla geride kalan aileler devletin elini omuzlarında hissetmeye başladılar. Gerçi, ailelerin alacağı yardım paralarının büyük bir meblası, halkın kendisinden toplanılmıştıya, neyse… Yazımı yazabilmek için çok fazla kaynak okumam gerekti. Karşılaştığım tablo hiçte iç açıcı değildi. Öyle ki, koskoca Türkiye Cumhuryeti’nde Bursa’da meydana gelen 2009 Mustafakemalpaşa maden kazasına kadar, maden denetleme idaresi bünyesinde çalışan saha denetleme mühendisleri sadece ve sadece 3 kişiden oluşuyordu. Bu 3 kişi de 10.000 madeni denetlemeye çalışıyorlardı.[1] İşte acı gerçek. Sizce, Mustafakemalpaşa maden ocağı nasıl ruhsatını yeniledi dersiniz? Tabii ki, maden ocağı yeniden üreti iznini ‘teknik denetim yapılmadan’ adlı. Öyle komik ve acınası bir durum ki, 3 kişilik mühendislerin binlerce madeni denetleyebilmesi, kulağa hiç olası gelmiyor. Gerçi, hükümetimiz bu minvaldeki kazaları engelleyebilmek adına şimdilerde para cezaları vermeyi uygun buluyor. Bu daha çok caydırıcı oluyormuş. Bilmiyorum, bu tür cezaların caydırıcılığı hususunda bilgi edinmek için, onların ağzından değil de, bizzat bu işin içinde olan ve bu işin sancılarını çeken ailelere sormak gerek. Acaba, bu kazalar onları eşsiz bırakmaktan alıkoyabiliyor mu(?), bu husus tartışmaya çok açık. Ama, en azından tartışmaya az da olsa açıklık getirebilmek adına, Şirvanlıları dinlemek ve onların yaşadıklarını öğrenmek gerek. Şirvanlılar’a göre, 1 yıl önce maden de çatlakların zuhur ettiği ve 3 ay önce de bir heyelan olduğunu ve bu heyelandan 3 yaralı çıktığını söylüyorlar.[2] O zaman, para ceza ile alınan önlemlerin, maden işletmecileri tarafından bir ehemmiyet taşımadığı izahtan varestedir. Bu çözümlerin sonuçsuz kalması bizleri şu fikirlere sevk ediyor: (1) ya riskli görülen madenler kapatılacak, (2)ya da madenler tam denetim altına alınacak. Gerçi bu tür önlemlerin uygulanılması, yaşanan kötü olayların sıcaklığını gün geçtikçe durulmasıyla, önemini yitiriyor ve ihmalle sonuçlanıyor. Eğer öyle olmamış olsaydı, bugüne kadar meydana gelen maden kazalarında 3000’i aşkın ölümle, 300.000’i aşkın yaralanma ve geride gözü yaşlı binlerce anne, baba, dul ve yetim mağdur olmazdı.[3]
Peki, Türkiye’nin bugün örnek alması gerektiği ülkeler yok mu? Tabii ki de, var! Bugün en iyi maden işletmeciği ve denetimi yapan ülkelerin başını Almanya gibi gelişmiş ülkeler çekiyor. Almanya’da denetim ve çalışma ruhsatı çok sık bir şekilde uygulanıyor. Gereken her türlü önlem alınıyor. Bu önlemler şöyle sıralanabilir: Maden içi hava sirkülasyonun kayıt edilmesi ve bununla ilişkili hava kompresör ve tankları, maske kullanımı, yaşam odaları vd… Bunlar öne çıkan maden önlemleri. Bu tür önlemler eksiksiz bir şekilde Almanya gibi ülkeler yerine getiriyor. Bu önlemlerin alındığına dair kanıtlar, bizzat Almanya’da çalışan Türk madenciler tarafından veriliyor. Türk madenciler, Alman maden şirketlerinin düzenli olarak tatbikat yaptıklarını, maske takımını takip ettiklerini, düzenli olarak eğitim verdiklerini ve daha birçokları…[4] Bu durumdan şöyle bir sonuç çıkarabiliz “Benim madencim, başka bir ülkede, buradaki varolan koşullardan daha iyi bir şekilde çalışabiliyor”. İşte, başlığım ‘Fıtrat’ın Hüviyeti Mahiyetinde Saklı’, kazaların ve böyle bir analojinin ironik boyutunu vurguluyor. Umarım (!) bizler, toplumumuz ve hükümetimiz bu vakitten sonra, artık bu minvaldeki menfur kazaların, fıtrattan çok önlemle ilgili olduğunu kavrayabilirler. Umarım (!), bu olaydan sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu kutsal vazifeyi yerine getiren madencilerimizin güvenliğini sağlarlar. Öbür türlü, kazaların önünü kesmek görünürde değil.
Kaynakça
[1] http://t24.com.tr/haber/10-bin-maden-ocaginin-denetimi-3-muhendise-emanet,64261
[2] http://www.milliyet.com.tr/sirvan-da-bakir-madeninde-gocuk–gundem-2346755/
[3] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/145908/Maden_ocaklarindaki_is_kazalari.html
[4] http://www.platinhaber.com/almanyada-calisan-turk-madenciler-anlatti-341599h.htm