Ortadoğu’da Ulus-Devletin Çöküşü Mü? Tom Barrack’ın ‘Meşruiyet’ Tezi

Meşruiyet kavramı, siyaset biliminin en temel taşlarından biridir ve bir iktidarın ya da düzenin yalnızca zor kullanarak değil, halkın rızası ve onayıyla ayakta kalmasını ifade eder. Max Weber’in klasik tipolojisinde belirttiği gibi meşruiyet; geleneksel, karizmatik ve hukuki-ussal olmak üzere üç kaynaktan beslenebilir. Bu çerçeve, modern devletlerin otoritesini sadece güç ilişkileriyle değil, toplumsal kabul süreçleriyle de anlamamızı sağlar. Dolayısıyla meşruiyet, bir devletin sürekliliğinin ve toplumsal barışın en önemli dayanağıdır. Seçimlerden gelen demokratik meşruiyet, yasaların sağladığı hukuki meşruiyet ya da gelenek ve inançların sunduğu sosyolojik meşruiyet… Hepsi iktidarın gücünü yalnızca “zorbalıktan” çıkarıp “meşru otoriteye” dönüştürür.

Türkiye açısından bu kavram tarihsel olarak ayrı bir önem taşır. Osmanlı’nın yıkılışıyla birlikte kurulan Cumhuriyet, ulus-devlet fikrini “meşru” kılmak için büyük bir toplumsal dönüşüm seferberliği başlatmıştır. Dil devriminden eğitim reformlarına, ulusal kimliğin inşasından merkezi devlet otoritesinin güçlendirilmesine kadar pek çok adım, ulus-devlet projesinin toplumsal onay bulmasını amaçlıyordu. Günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti, doğusundan batısına farklı kültürler barındırmasına rağmen bu ulus-devlet modelini korumaya devam etmektedir. Ancak uluslararası sistemdeki gelişmeler, bölgesel krizler ve dış aktörlerin söylemleri, bu modelin geleceğini yeniden tartışmaya açmaktadır.

Bu tartışmayı gündeme taşıyan son örneklerden biri, Donald Trump’ın ikinci başkanlık döneminde sık sık adı geçen ve hem ABD’nin Türkiye Büyükelçisi hem de Suriye Özel Temsilcisi olarak görev yapan Tom Barrack oldu. Barrack, New York’ta düzenlenen Concordia Zirvesindeki bir röportajında özellikle “meşruiyet” kavramına yaptığı vurgu ile dikkat çekti. Bu vurgu, Türkiye’de hem iktidar hem de muhalefet çevrelerinde farklı şekillerde yorumlandı. Bazıları bunu iç politikaya bir mesaj olarak okudu, bazıları ise bölgesel stratejilerin parçası olarak gördü. Ancak Barrack’ın yaklaşımını yalnızca iç politikaya yönelik bir “yeşil ışık” şeklinde değerlendirmek, fazlasıyla yüzeysel bir okuma olur.

Çünkü Tom Barrack, kökleri Lübnan’a dayanan bir Hristiyan aileden geliyor ve Ortadoğu toplumlarının yapısını çok iyi tanıyor. Onun perspektifinde Ortadoğu’nun temel belirleyicisi ne yüz yıl önceki Britanya ve Fransa gibi sömürgeci güçler ne de onların cetvelle çizdiği siyasi sınırlar. Barrack’a göre bu coğrafyada gerçek kimlik ve aidiyet, kabileler, aşiretler ve aile bağları üzerinden şekilleniyor.

Bu yaklaşım aslında yeni değil. Ortadoğu’da ulus-devlet fikrinin büyük ölçüde sömürgeci güçlerin müdahalesiyle inşa edildiği sıkça dile getirilmiştir. Irak, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan gibi ülkelerin sınırlarının, halkların tarihsel ve kültürel örgütlenmesinden ziyade masa başı kararlarla belirlendiği biliniyor. Bu nedenle Barrack’ın işaret ettiği “meşruiyet”, bu devlet sınırlarının ötesinde yerel liderlerin—şeyhlerin, emîrlerin, kralların, aşiret reislerinin—siyasi aktörler olarak tanınması anlamına geliyor.

Tom Barrack’ın Orta Doğu analizleri, özellikle “istikrarlı otoriterlik” ve “yatırım güvenliği” ekseninde şekillenen bir yaklaşımı yansıtır. Barrack, bölgedeki karmaşık toplumsal dinamiklerin ancak güçlü liderliklerle yönetilebileceğini, bunun da Batı’nın —özellikle ABD’nin— ekonomik ve stratejik çıkarlarıyla uyumlu olduğunu savunur.

Donald Trump döneminde şekillenen Ortadoğu doktrini de büyük ölçüde bu bakış açısına dayanıyordu. Strateji, uluslararası toplumun dayattığı sınırlar üzerinden değil, sahadaki gerçek güç odakları üzerinden kalıcı bir denge kurmayı hedefliyordu. Bu, bir anlamda “ulus-devletlerin ötesinde” bir siyaset anlayışını temsil ediyordu. Yani sınırları çizilmiş modern devletler yerine, yerel topluluklara ve onların liderlerine “meşruiyet” tanıyarak istikrar arayışı.

Türkiye İçin Fırsatlar ve Riskler

Barrack’ın temsil ettiği yaklaşım Türkiye açısından hem fırsatlar hem de riskler içeriyor. Fırsatlar arasında Türkiye’nin kurumsal kapasitesi, ekonomik çeşitliliği ve diplomatik manevra kabiliyeti sayesinde bölgede dengeleyici, arabulucu ve yatırım çekebilen bir aktör hâline gelebilme potansiyeli var. Değişen güç dengeleri, Ankara’ya esnek bir dış politika alanı da sağlıyor.

Riskler ise mevcut istikrar anlayışının kırılganlığında yatıyor. Otoriter eğilimlere dayanan bölgesel düzen, ani krizlere, toplumsal patlamalara ve güvenlik tehditlerinin çeşitlenmesine zemin hazırlayabilir. ABD’nin çıkarlarının dönemsel olarak güçlü liderlerle örtüşmesi de kalıcı bir politika anlamına gelmiyor; Washington’daki her yönelim değişikliği, bölgedeki tüm dengeleri yeniden şekillendirebilir. Bu durum Türkiye’nin hem güvenliğini hem dış politika esnekliğini hem de ekonomik planlamasını doğrudan etkileyebilir.

Türkiye açısından bu perspektifin önemi oldukça büyüktür. Zira ülkenin özellikle doğusunda aşiret hâlen toplumsal hayatın önemli bir parçasıdır. Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte ulus-devlet projesi bu yapıları çözmeyi hedeflese de, özellikle kırsal bölgelerde aşiret düzeni hâlen toplumsal ilişkilerde belirleyici olmayı sürdürmektedir. Bu durum, Türkiye’nin hem kendi iç siyaseti hem de bölge politikaları açısından kırılganlıklar yaratmaktadır.

Suriye iç savaşıyla birlikte bu kırılganlık daha görünür hale geldi. Sınırın ötesinde farklı aşiretlerin, etnik grupların ve mezhebi toplulukların yükselişi; Türkiye’nin ulus-devlet anlayışını ve sınır güvenliğini doğrudan etkileyen faktörler haline geldi. Eğer Ortadoğu’da ulus-devlet modeli yerine aşiret temelli bir “meşruiyet düzeni” öne çıkarılırsa, bu yaklaşımın Türkiye’ye nasıl yansıyacağı kritik bir soru olarak karşımızda duruyor

Sonuç olarak Türkiye’nin önündeki temel soru şudur: Değişen küresel ve bölgesel dinamikler karşısında ulus-devlet modelini nasıl daha kapsayıcı, daha esnek ve daha sürdürülebilir bir meşruiyet zeminiyle güçlendirebilir?

Bugünün Orta Doğu’su, statik değil; dalgalı ve kırılgan. Böyle bir coğrafyada kalıcı olan tek şey, değişimin kendisidir. Türkiye’nin başarısı da tam olarak bu değişimi doğru okuyup hem içte hem dışta sağlam bir meşruiyet zemini kurabilmesine bağlı olacaktır.

                                                                             ALİ EREN ERİKOĞLU


KAYNAKÇA:

Https://www.turkiyetoday.com/world/us-ambassador-says-trump-will-give-turkiye-legitimacy-it-seeks-3207531

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/emre-kongar/mesruiyet-uzerine-dusunceler-1-ana-kavramlar-2438819

https://daktilo1984.com/d84intelligence/thomas-barrack-mastermind-of-americas-great-game-in-the-middle-east/

https://www.thenationalnews.com/news/mena/2025/09/22/tom-barrack-middle-east-peace/



Leave a Reply