Geçtiğimiz 14 Mayıs seçimleri Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerinden biri olarak görülüyordu. YSK’nın açıklamasına göre seçim 2. tura ertelendi. Bu yazıda, Türkiye, iktidara gelecek yönetimden neler bekliyor, bunu anlatacağım. Yazdıklarım herhangi bir politik görüşten bağımsız, çünkü gerçek anlamda Türkiye’nin milli çıkarlarını anlatmak siyaset üstü bir çaba gerektiriyor.
Tam bağımsızlık
Atatürk Nutuk’ta tam bağımsızlığı “siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzer her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik” olarak tanımlar. Atatürk’e göre bu alanlardan birinde bile bağımsızlıktan fire vermek, memleketin bütün bağımsızlığından mahrum kalması demektir. Ekonomik bağımsızlığı olmayan ülkeler aldıkları her siyasi kararda küresel aktörlerin bölgesel çıkarlarını gözetmek zorundadır.
1980’lerde başlayan küreselleşme ve ortaya çıkan yeni dünya düzeni Prof. Dr. Özer Ertuna’ya göre ülkeler arası ve ülke içi gelir adaletsizliğini arttırmış, az sayıda insan zenginleşirken çok büyük kitleler yoksullaşmıştır. İktisat Profesörü Dr. Efsender Korkmaz bu küreselleşmeyi imparatorluklar dönemine dayanan bir plan olarak değerlendiriyor. Korkmaz’a göre paraya sahip olan ülkeler medyayı ve diğer ülkelerin bağımsız politika izleme kabiliyetlerini kontrol etmeye başladı.
Korkmaz’ın ne anlattığını günümüz konjonktüründe Doğu’nun yükselen ekonomik gücünü de göz önünde bulundurarak şöyle özetleyeyim: Bugün Çin’in milli politika ve çıkarlarından taviz vermesi gerekmez, çünkü hiçbir aktör Çin ekonomisini ambargoyla, yaptırımla veya Çin Yuan’ı üzerinde baskı oluşturmakla tehdit edemez ve Çin’in ekonomisi tüm bu siyasi kararları finanse edecek güçtedir. Diğer taraftan cari açık veren ülkeler, milli sanayisi yabancı sermaye kontrolünde olan ülkeler, para sahiplerinin her alandaki diretmeleri ile karşı karşıyadır. Yine Korkmaz’a göre bu şekilde ülkeden dışarı yönlü büyük bir kâr transferi olur ve bu, sömürü düzeninin ta kendisidir. Peki Türkiye’de durum ne?
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Şubat’ta açıkladığı verilere göre şubat ayı cari açığı 8,78 milyar dolar olurken 12 aylık cari açık 55,4 milyar dolarla 2012’den yana en yüksek seviyeye ulaştı. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre ise Türkiye’nin net dış borç stoku 30 Haziran 2022 itibarıyla 232,5 milyar dolar seviyesinde. Yani milli gelirin yüzde 53,7’si. Bu rakamların azalması Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı için çok önemli.
Yani özetle tam bağımsızlığın sağlanması, ekonomik bağımsızlıktan geçiyor. Örneğin bugün Türkiye’nin savunma sanayisi alanında yaptığı yatırımlar ve sahadaki askeri başarısı gurur verici, ancak bu başarıların sürekli olabilmesi için güçlü bir ekonomi ile finanse edilmesi gerekiyor. Atatürk’ün de dediği gibi, “Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz ve sürekli olamaz.” Tabi ki bu sadece askeri değil eğitim, kültür, siyaset, adalet, teknoloji ve daha birçok alandaki gelişmeleri de alakadar ediyor.
Son bir anekdot daha anlatayım, Barış Pınarı Harekâtı ile Türk ordusu sınır güvenliğini sağlamak ve terör koridoru oluşmasını önlemek için YPG’ye karşı 2019’da operasyon başlatmıştı. Harekât sonrası Trump’a sorulan “Erdoğan’ın Kürtleri Kuzey Suriye’den çıkaracağına dair bir endişeniz var mı?” sorusuna yanıt şuydu: “Bu olursa onun ekonomisini mahvederim, bunu daha önce yaptım”. İşte tam da bu sebepten ötürü, kimse Türkiye’yi bu şekilde tehdit edemesin diye, ekonomik bağımsızlık çok önemli.
Ülkenin demografik yapısının korunması
Türkiye, oldukça istikrarsız ve birçok karışıklığın yaşandığı bir coğrafyada yer alıyor. Yine bu coğrafyada yer alan Libya, Irak, Ukrayna ve en son Sudan bölünmüş ya da iç savaşa sürükleniyor, Suriye’den bahsetmiyorum bile. Bu bölünmeler bölgeyi istikrarsızlaştırdığı gibi büyük bir ekonomik kayba da yol açıyor. Hakkı Özal Milliyet’te Türkiye hakkında şunları yazmış:
“İkiye bölünmüş Libya’da öyle bir tarafa öyle destek sağlıyor ki, ülkenin bölünme süreci -iki taraf birleşmese bile- ilerlemiyor. Irak’ın bölünmesine Türkiye engel oluyor; Suriye’nin toprak bütünlüğüne, ülkenin iki müttefiki Rusya ve İran’dan çok Türkiye sahip çıkıyor. Sudan’da isyancılar ile hükümet güçleri Türkiye’nin çağrısıyla ateşkese yanaşıyor.”
Türkiye bu karışıklıkların büyük mülteci akınlarına ve ekonomik kayıplara sebep olabileceğini biliyor ve bu pozisyonunun sebebi de bu. 2011’de patlak veren Suriye İç Savaşı’ndan beri ülkeye resmi rakamlara göre 3,6 milyon Suriyeli mülteci gelmiş ve hazineye büyük bir yük olmuştu. Bu sorunu başka bir yazıda daha detaylı olarak anlatacağım ama kısaca değinmek gerekirse resmi olmayan rakamlara göre ülkede 6 milyondan fazla mülteci var. İstatistiklere göre her Suriyeli kadın 5,3 bebek doğuruyor. Bu rakam Türklerde sadece 1,7. Tahmin ediliyor ki 20 sene içerisinde Suriyeli mülteci sayısı 20 milyonu bulacak. Bir de vatandaşlık meselesi var.
Türkiye’de doğmak vatandaşlık almak için yeterli değil ancak babası belli olmayan Suriyeli bebekler, ya da Türklerle akrabalık ilişkileri kanıtlanan mülteciler vatandaşlık alabiliyor. Şimdiden Türk vatandaşı mültecilerin sayısı Aralık 2022 itibarıyla 223 bin civarında. Geçici koruma statüsündeki mülteciler ise uluslararası hukuka göre Suriye’deki şartlar iyileşmeden ülkelerine gönderilemiyorlar. Sadece sayılara bakınca sorunun 20 sene içerisinde Türkiye’nin demografik yapısını ne denli tehdit ettiği gözüküyor.
Bu sorunun nasıl çözülebileceği kendi içerisinde çok kapsamlı ve ayrı bir yazının konusu, ancak Türkiye’nin diplomatik gücünü sonuna kadar kullanması, bölgenin istikrara kavuşması için verdiği askeri ve siyasi mücadeleden ödün vermemesi gerekiyor. Aksi halde 1923’te başlayan nüfus mübadelesinden sonra cumhuriyet tarihinin en büyük demografik değişimlerinden biri ile karşı karşıya kalacağız ve acilen önlem alınmazsa ülkenin bütünlüğü ve istikrarı büyük tehlikeye girecek. Bu politika ırkçılık değil, Türkiye’nin milli güvenliği için bir zaruriyet.
Eğitim sistemi
Biyolog Sinan Canan Türkiye’nin eğitim sistemi hakkında şöyle söylüyor: “Türkiye sadece ve sadece -şu andan itibaren- önce bütün işini gücünü bırakıp temel eğitimine sonra da temel bilimlere yatırım yapmalıdır”. Canan’a göre Türkiye’de temel bilimlere gereken önem verilmiyor ve temel bilimleri öğreten üniversiteler yok denecek kadar az. Şöyle bir örnek veriyor, Türkiye savunma sanayisi ve askeri alanda büyük başarılara imza atmış durumda, bunun bir sebebi de bu sektörlerin yeni olmaması ve yıllardan beri kümülatif bir bilgi birikimine sahip olunması. Ancak, tüm bu teknolojilerin arka planındaki temel bilimlere yatırım yapılmazsa bu başarıların hiçbirisi sürdürülebilir olamaz. Temel bilim olmadan nanoteknoloji olmaz, uzay teknolojisi olmaz.
Eğitim sisteminde üniversite sınavı gibi değerlendirme sınavları o kadar büyük öneme sahip oldu ki bir noktadan sonra tüm eğitim sistemi bu sınavlardaki başarıya hizmet eder oldu. Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu’na göre bu yüzden eğitimde verim azaldı, bu zihniyet sistemi esir aldı. Diğer bir mesele eğitimde fırsat eşitliğinin ve adaletin sağlanması. Anayasa, Türkiye’de yaşayan her çocuğun eşit eğitim hakkından yararlanmasını güvence altına alıyor, bunun uygulamada da kendine zemin bulabilmesi çok önemli. Bu sorunlar o kadar kritik ki birçok bilim insanı tarafından Türkiye’nin en büyük sorunu olarak görülüyor. Üstelik kısa veya orta vadeli politikalarla çözülebilecek bir sorun değil, o sebeple…
Türkiye’nin sürekli ve sürdürülebilir bir eğitim politikası olması gerekiyor. Sadece bugünün sorunlarını değil yarının sorunlarını da çözebilmeli, bir hükumet politikası değil bir devlet politikası olmalı. Öyle bir kararlılık gerektiriyor ki hükumet ya da bakanlar değiştiğinde bu politika aynı kalmalı.
Ülkenin bütünlüğü, Türk kavramı ve bağımsız medya
Anayasanın 3. Maddesi Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu güvence altına alır. Milletvekilleri ve cumhurbaşkanı göreve başlamadan önce devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın bölünmezliğini, milletin egemenliğini, hukukun üstünlüğünü koruyacaklarına; laik cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkılaplarıma bağlı kalacaklarına dair ant içerler. Anayasa Mahkemesi üyeleri ise Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına sadık kalacaklarına dair yemin ederler. Bu önemlidir çünkü yasama, yürütme ve yargı görevini ifa edenler; devletin istikrarı ve vatanın bölünmezliği gibi kutsal görevleri üstlenmişlerdir.
Bahsedilen bu bütünlük genel hatlarıyla şunları kapsar: Türkiye Cumhuriyeti Üniterdir, içerisinde federatif yapıları barındırmaz. Anayasal düzen, demokrasi, haklar ve özgürlükler herkes için geçerlidir. Misak-ı Milli sınırları ve mavi vatan bir bütündür, bütünlüğü tartışılamaz.
Birgün yazarı İbrahim Kaboğlu, bu bütünlüğü tehdit eden üç ayrı bölünme ekseninden bahsediyor: hukuksal, tarihsel ve siyasal bölünme. Hukuksal süreç herkes için aynı şekilde işlemelidir ve hukuk önünde herkes eşittir. Hukuk siyasete taraf olmaz. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde taraftır ve herhangi bir çifte standart sergilenmedikçe veya ülkenin bütünlüğü tehdit edilmedikçe oradan çıkacak kararlara uymalıdır. Bu çağın demokratik standartlarını yakalamak için gereklidir.
Tarihi ayrışmanın önüne geçmek için ise Cumhuriyet tarihine sahip çıkmak ve tarihsel süreçten ders alabilmek çok önemli. Ülkenin tarihsel süreçte verdiği milli egemenlik, bütünlük ve demokrasi mücadelesinin çok iyi anlaşılması gerekiyor. Son olarak siyasal ayrışmanın önüne geçebilmek için siyasilere büyük görev düşüyor. Kaboğlu’na göre siyasi dil ayrıştırıcı değil bütünleştirici olmalı. Hiçbir siyasi, karşıt görüşten olanlara karşı nefret söylemi kullanmamalı ve demokratik ilkelerden ödün vermemeli.
Bir diğer mesele, benim de çok kritik gördüğüm, “Türkiye-Türk” meselesi. Örnek vereyim. Yukarıda bahsettiğim, anayasa mahkemesi üyelerinin etmesi gereken yemin, 2011’de yasa önerisi ile değiştirilmek istendi. Önermeye göre “Türk milleti tarafından demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası” ifadesi kalkacak yerine sadece “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası” ifadesi getirilecekti. Gelen tepkiler üzerine geri adım atıldı ama…
Burada dikkat çekmek istediğim reddedilen bir yasa önerisi değil, bu zihniyeti normalleştirmememiz gerekiyor. Hazindir ki son yıllarda “Ne mutlu Türküm diyene” sözü ve “Türk” kavramı tartışmalı hale geldi. Atatürk Türk kavramını bir ırk olarak değil, sosyolojik bir gelişme olarak tanımlar. Benzer şekilde Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları kitabında milleti “Aynı millî kültüre mensup insanların meydana getirdiği sosyal topluluk, dil, kültür ve ülkü birliği ile bağlı olan insanların oluşturduğu sosyal varlık” olarak tanımlanmıştır. Bu ifade benzer şekilde anayasada da yer alır. Yani Türk kavramı bir kafatasçılığa değil, cumhuriyetin kuruluş felsefesine ve ilkelerine atıfta bulunur. Türk sözü insanları ayrıştırmaz, aksine yurttaşlık bilincini aşılar, devleti ortak, kaderi ortak herkesin bir üst çatısıdır.
Bunları anlatıyorum çünkü son zamanlarda bu kavramlar sistematik bir şekilde yanlış kullanılıyor. Saner Oktar Anayasa’dan Türklüğü çıkartacak mısınız sorusuna “Doğru” diye cevap veriyor. Sözde Ermeni soykırımını savunmak için eylemlere katılan Hilal Kaplan TRT Yönetim kuruluna getiriliyor, devlete seri katil diyen Canan Kaftancıoğlu il başkanlığı yapıyor. Ana siyasi taraflardan örnekler vermeye çalıştım ama emin olun bu neredeyse tüm siyasi partilerde varlık bulan bir zihniyet. Türkiye’nin bu çözüm süreci ve “Türkiyeli” zihniyetinden acilen kurtulması gerekiyor.
Şimdi bağımsız medyanın önemine gelelim. Türk kimliğinin bu şekilde değersizleştirilmesi, yavaş ama etkili bir mücadele ile sürdürülüyor. Bu öyle bir süreç ki “Türk kahvesi” yerine “Türkiye kahvesi” denildiğini bile gördüm. Önemsiz gözüküyor ama hiç değil. Bu gibi kavramlar gündelik hayat içerisinde normalleştirildikçe değersizleşiyor. Bu süreçte belki de en etkin rolü medya kanalları üstleniyor.
Bir ülkede medyanın bağımsız olması gerekiyor. Ne dönemin siyasal eğilimine yönelik haber yapmalı ne de muhalif olmak için batı tarafından fonlanmalı. Fonlanan medya ya milli değerleri değersizleştirerek milletin birliğine hasar veriyor, ya da belirli bir siyasi ideolojinin propaganda aracı haline geliyor. Az çok yukarıda anlattığım mevzu, yani paraya sahip olan medyayı da elinde bulunduruyor. Sonra “Türkiye kahvesi” gibi haberlerle karşı karşıya kalıp farkında olmadan bunları normalleştiriyoruz.
Konuyu fazla uzatmak istemiyorum, geçtiğimiz günlerde Yunan gazetesi SLpress’deki bir haberden bahsedeyim. Yunan analist diyor ki Yunanistan açıkça Batı’dır ve bu bağlamda tek yönlü politika izler ancak Türkiye bölgede çok yönlü politika izlediği ve bölgesel ittifaklar kurduğu için siyasi olarak avantajlı konumdadır. Benzer şekilde Yunanistan’ın Türk yayılmacılığına verebileceği askeri cevap orta ve uzun vadede çözüm sunmaz ve kısırdır. Buradan sonrasını olduğu gibi alıntılıyorum:
“Bunun için en uygun çözüm, başta Kürtler olmak üzere çeşitli etnik ve dini azınlıkların Türkiye içinde bölücü eğilimler geliştirmesidir. Yunan politikası, hayatta kalması Batı desteğine bağlı olacak bir tampon devlet oluşturmak için çeşitli Kürt gruplarının birleştirilmesini ve Kürt milliyetçiliğinin geliştirilmesini hedeflemelidir.”
Merak edenler twitter’dan devamını da okuyabilir. Yorumunu ise sizin takdirinize bırakıyorum. Özetle Türkiye’nin tam bağımsızlığı, ulusal bütünlüğü, milli egemenliği ve demografik yapısı her koşulda savunulmalı ve korunmalıdır. Bunlardan birisinin bile tavizi durumunda geri dönüş çok zor ya da imkânsız olacaktır.
Son olarak umuyorum ki seçimin 2. turu her seçmenin demokratik sorumluğunu yerine getirip oy kullandığı bir seçim olur. Unutmayalım ki demokrasi herkes için var, kimsenin kimseye demokratik hakkını kullanıp aday olduğu için hakaret etmeye hakkı yok. Benzer şekilde demokratik bir seçimde, insanlara tercihleri sebebiyle hakaret etmek de kabul edilemez. Sağduyulu insanlar kendi görüşlerinin en çok yankı bulduğu siyasi partiye oy verir, karşıt görüşlerin varlığı ise demokrasinin sağlıklı bir şekilde tecelli ettiğinin en tabii göstergesidir. Ve belki de en önemlisi, siyasi partiler bizim doğrularımızı ve ilkelerimizi temsil etmek için varlar, tam tersi asla değil.
Kaynakça
Afet İnan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 104
https://t24.com.tr/yazarlar/fikret-bila/tam-bagimsiz-turkiye,30936
https://twitter.com/hermes_z/status/1653667037057544196
https://www.acikbeyin.com/turkiyenin-en-cok-neye-ihtiyaci-var/
https://www.meb.gov.tr/istiklalmarsi/home/Bagimsizlik/AtaturkDiyorki
https://www.esfenderkorkmaz.com/tam-baimsizlik-nedr/
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/hakki-ocal/tam-bagimsiz-turkiyenin-yollari-6941481
https://www.bbc.com/turkce/articles/c10dlgyp2pmo
https://www.bilgiustam.com/turk-egitim-sistemi-ve-sorunlari
https://www.birgun.net/makale/milletin-bolunmez-butunlugu-328625
https://www.hukukihaber.net/yemin-degisikliginden-vazgeciliyor
http://ankaenstitusu.com/31818/
https://twitter.com/hermes_z/status/1653666273832624128
https://slpress.gr/ethnika/mporei-i-ellada-na-apotrepsei-tin-toyrkia-ta-spermata-tis-diaspasis/