Kurtuluş Savaşı sonucunda askerler tarafından kurulan bir ülke olan Türkiye’nin siyaset sahnesinde neredeyse 20 yılda bir askeri bir müdahalenin görüldüğünü söylemek yanlış olmaz. Türkiye’nin günümüze kadar olan tarihi içerisinde askeri etkilerden hiçbir zaman arınamadığı açık ve net bir şekilde görünüyor. Peki, bu darbeler neden ve nasıl yaşandı?
1960 DARBESİ
Cumhuriyet Dönemi’nin ilk askeri müdahalesi olan 60 Darbesi’nin demokrasi anlayışına ilk “darbe” olduğunu söyleyebiliriz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 27 yıllık iktidarını kaybetmesiyle Demokrat Parti iktidara gelmiştir. Askeri destek arkasında olan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü, askerlerden darbe için yeşil ışık alsa da bunu desteklememiş ve demokrasiye sahip çıkmıştır. İnönü’nün bu tavrı darbeyi ertelemiş olsa da kaçınılmaz sona adım adım gidilmiştir. Seçim sonrasında yaşanan siyasi çekişmeler ve ekonomik sorunlar darbenin ayak sesleriydi. Muhalefetin sertleşmesi medyaya da yansıyordu. Bu da dönemin başbakanı Adnan Menderes ile medyanın arasının gerilmesiyle sonuçlandı. Artık Türk milletinin karşısında baskıcı bir hükümet vardı. İsmet İnönü olacakları öngörerek “Bu yolda devam ederseniz sizi ben bile kurtaramam.” dese de Demokrat Parti o yolda devam etmiş ve 27 Mayıs 1960’ta kaçınılmaz sonuna ulaşmıştı. 27 Mayıs sabahı Milli Birlik Komitesi üyesi Alparslan Türkeş tarafından Ankara Radyosu’nda bildiri okunarak darbe gerçekleştirilmiş oldu. Demokrat Parti kapatıldı ve tüm Demokrat Partililer tutuklandı. Yassıada Yargılamaları ile yargılanan Demokrat Partililerden Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Başbakan Adnan Menderes idam cezasına çarptırıldı. Demokrat Parti’nin kurulması her ne kadar Türkiye’yi demokrasi alanında ileri taşısa da darbe ve sonrası tekrar başladığı konuma getirmişti. 60 Darbesi vesilesiyle askeri darbe gelenekselleşmiş oldu ve Türk siyaseti askeri kişiliklerden arınamadı. Ayrıca gerçekleştirilen idamlar sonucunda halk gittikçe daha da kutuplaştı.
1971 MUHTIRASI
70’li yıllarda sosyalizm görüşü sokaklarda hakimdi. Sağ-sol çatışması sivriliyordu ve Süleyman Demirel hükümeti kontrolünü kaybediyordu. Askeri güçler, Süleyman Demirel’in işçilerin de ayaklandığı bu toplumsal düzen ile baş edemediğini düşünüyordu. Bu olayların yanı sıra genç toplulukların özellikle üniversite öğrencilerinin yarattığı olaylar da toplumsal sorunlar yaratıyordu. Gençler hükümetin politikalarına eleştiriler getiriyor ve ülkeyi Amerikan bağımlılığından kurtaracaklarını söylüyorlardı. Bu olaylar arasından öne çıkanlardan biri “Kanlı Pazar” olayıydı. 76 gençlik örgütü ABD’nin 6. filosunu protesto etmek amacıyla valilik izniyle gösteri yapmak istese de gösteri karşıt görüşlü grupların çatışmasıyla 2 gencin bıçaklanarak öldürülmesiyle sonuçlandı. Muhtıra öncesi en çok göze çarpan olay ise Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının dört Amerikan askerini kaçırmasıydı. Askerler sonra serbest bırakılsa da bu iç sorunlar dış sorunlara evriliyordu. Hükümet içindeki güç kaybı ve toplum içindeki kutuplaşmalar bizi 12 Mart gününe getirdi. Muhtıra, TRT Radyo’sundan yayınlanarak ilan edildi. Muhtıra sonrası parlemento feshedilmedi, partiler kapatılmadı, anayasa askıya alınmadı. Bu koşullar 12 Mart ile 27 Mayıs’ı birbirinden ayıran temel unsurlar olarak nitelendirilebilir.
1980 DARBESİ
80’lere geldiğimizde sağ-sol çatışması hâlâ ve daha sert bir şekilde Türkiye’nin gündemindeydi. İnsanlar sokaklarda okudukları gazetelere kadar yargılanıyor ve şiddet görüyorlardı. Halk birbirine kırdırılıyordu ve sorunla günden güne artıyordu. Siyasi ve toplumsal kargaşaların dışında ekonomik bir sorun da masadaydı. Tüm bu sorunların birleşmesiyle 12 Eylül 1980 günü Milli Güvenlik Konseyi yönetime el koydu. Kenan Evren, darbe sonrası yaptığı açıklamada “Yarının teminatı olan evlatlarımızın Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek sonunda birer anarşist olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır.” diyerek gelecek uygulamaların sinyalini vermiş oldu. Ayrıca “Milli birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz dönemlerde bile kutuplaşmalar ve bölünmeler adeta teşvik edilmiş; yangını beraberce söndürmek yerine, üzerine benzin dökülerek memleket bilerek veya siyasi çıkarlar uğruna, sırf iktidara gelebilmek pahasına bir yangın yerine çevrilmek istenmiştir.” diyerek siyasi figürlerin bu olaylar yaşanırken etkisiz eleman olduklarına dikkat çektiğini söyleyebiliriz. Darbe sonrası sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve sokakların asayişi askerler tarafından sağlanmaya başladı. Darbe öncesi anarşinin hakim olduğu sokaklarda artık asker hâkimiyeti vardı. Siyasi partiler kapatıldı. Darbe sonrasında resmi kayıtlara göre 650.000 kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi ve 517 kişiye idam cezası verildi. 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurt dışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi öldü. 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. Gazetecilerden toplam 12.848.000.000 lira tazminat istendi. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Resmi kayıtlardaki bu bilgilerden de yola çıkarak 80 Darbesi’nin diğerleriyle karşılaştırıldığında daha “sert” bir darbe olduğunu söylemek yanlış olmaz.
1997 ‘POSTMODERN’ DARBESİ
80 Darbesi sonrasında 1983 tarihinde genel seçimler yapıldı ve Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi birinci oldu. Özal, 1989 senesine gelindiğinde başbakanlığı bırakarak cumhurbaşkanlığı görevine geldi. 90’lı yıllarda Türkiye siyaseti darbeden arınmış olsa da terör dolu yıllara şahitlik edildi. Özellikle 1993 yılı ayrı bir olaylı geçmişti. Nisan ayında Cumhurbaşkanı Özal’ın ölümü ve temmuz ayında yaşanan Madımak Olayı 1993 yılını “unutulmaz” kılmıştı. Özal’ın ölümü üzerine Başbakan Süleyman Demirel, cumhurbaşkanı oldu. Tansu Çiller de Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek ülkenin ilk kadın başbakanı olmuştur. 1994 yılında ülke ekonomik bir kriz yaşıyordu ve Türk Lirası inanılmaz bir değer kaybı yaşadı. Bu ekonomik kriz muhalefet tarafındaki Refah Partisi’nin yükselişinin en büyük destekçisi oldu ve Necmettin Erbakan önderliğindeki Refah Partisi büyükşehirleri kazanmış oldu. 1995 yılında yapılan seçimlerde de Refah Partisi birinci çıkmıştı ancak hükümetin kurulması için koalisyon kurulması gerekiyordu. İslamcı söylemleri yüzünden kimse Refah Partisi ile koalisyon kurmak istemiyordu ancak bu durum Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi’nin koalisyonu ile sonuçlandı ve Erbakan başbakan oldu. Refah Partisi’nin içinde bulunduğu bir koalisyonun hükümete gelmesi de tabii ki askeri güçlerin pek hoşuna gitmemişti. Birbirini kovalayan laiklik karşıtı olaylar da askerlerin bu düşüncelerini beslemiş oldu. 28 Şubat günü yapılan Milli Güvenlik Toplantısı’nda bu konular sert bir şekilde eleştirildi ve bir istek listesi hazırlandı. Listenin temel amacı irticanın etkilerini yok etmekti. Bu sürecin sonunda Erbakan, 1997 yılının Haziran ayında istifa etti.
Kaynakça:
Türkiye’de Askeri Darbeler Karşısında Siyaset Kurumunun Tutumu, Osman Ağır, 2017.
TÜRKİYE’DE ASKERİ DARBELER VE NEDENLERİ ÜZERİNE BİR ANALİZ DENEMESİ, Hakkı Uyar, 2020.
Türkiye’nin Yakın Tarihi, İlber Ortaylı, 2010.
https://tr.wikipedia.org/wiki/12_Mart_Muht%C4%B1ras%C4%B1#