KOLTUK VE AŞI KRİZİ: AB’NİN “GERÇEK” GÜNDEMİ II

Yazının birinci kısmında, Avrupa Birliği’nin aşılanma sürecinin yavaş gittiğine dair bilgiler vererek AB’deki bürokratik sistemin bu sürece etkilerinden bahsettim. Yazının bu kısmında ise sürecin bu şekilde gitmesine sebep olan diğer faktörleri, yani aşı üreten firmaların etkisini, Komisyon’un hatalarını ve Üye Devletler’in neler yapıp yapmadığını konuşacağım. Yazının ilerleyen kısımlarında ise AB’nin kendini nasıl savunduğunu, bu sürecin gelecekte nereye varacağını ve Türkiye gözünden neler yapabileceğimizden bahsetmek istiyorum.

Aşı Üretim Firmaları – AstraZeneca Krizi

Aşı üretim firmalarının AB’nin aşı sürecine büyük etkisi olduğu gerçek. Ancak bir firma var ki komisyonerler ve parlamenterlerin gözünde süreci en çok bloke eden etkiye sahip. AstraZeneca-Oxford krizi aslında iki olay üzerine kurulu. Birincisi, AstraZeneca, AB ile imzaladığı anlaşmalar sonucu vaat ettiği kadar aşıyı tedarik etmedi. Bu vaat edilen ve ulaşan arasındaki farkı şöyle anlatabilirim ki, 2021 yılının ilk çeyreğinde doksan milyon aşı dağıtmayı planlayan İngiliz-İsveç aşı firması, bu süreçte ancak otuz milyon aşı sağlattı. Daha da kötüsü, durum iyiye gidecek gibi durmuyor çünkü firma AB’ye 2021’in ikinci çeyreğinde yüz seksen milyon aşı sözü vermişken, geçtiğimiz günlerde ancak yetmiş milyon aşı verebileceklerini duyurdular. İkinci ve en kötü olay ise, AstraZeneca-Oxford aşısının kan pıhtılaşması yan etkisine sebep olduğu vakaların bildirilmesi oldu. Bu vakalar, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Danimarka ve Hollanda gibi birçok üye devletin, bu aşının vurulma sürecini geçici olarak durduğunu açıklamasına sebep oldu. Sadece bununla da kalınmadı, Avrupa İlaç Ajansı EMA, AstraZeneca aşısının yan etkilerini tekrardan gözden geçirmek için incelemeye aldığını duyurdu. Dolayısıyla, AB, bu vakaların görülmesiyle büyük bir aşı kaynağından mahrum kalmış oldu. AstraZeneca dışında da aslında birçok aşı firması dünya genelinde tedarik zinciri krizleriyle karşılaşıyor. Modena’nın IBM ile ‘supply chain’in düzenlenmesi konusunda anlaşması ve Pfizer’ın yine tedarik zinciri konusunda dışardan destek alması da bunun bir indikatörü.

default

Komisyon ve Üye Devletler

Aslında Avrupa Komisyonu’nun yürütmeden sorumlu olması sebebiyle süreçte genel olarak hatalı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bir husus var ki Komisyon doğrudan hatalı. Aşı üretim tesislerinin açılmasına, araştırma geliştirme çalışmalarına yeterince kaynak ayrılmadı. ABD’nin yaklaşık olarak 13 milyar dolar sermaye ayırdığı araştırma geliştirme ve dağıtım çalışmalarına, Avrupa Birliği sadece 1.7 milyar dolar araştırma geliştirmeye ve 3.4 milyar dolar dağıtıma para ayırdı. Hacim ve nüfus göz önünde bulundurulduğunda ABD’nin üzerinde seyretmesi gereken bu sayılar, 13 milyar doların çok çok aşağısında kalıyor. Burada belki de Birlik en büyük hatayı, kaynağın çoğunu Covid sonrası toparlanmaya ayırmasından kaynaklanıyor gibime geliyor. Üye Devletler açısından bakarsak aslında onların pek fazla yapabileceği bir şey yok. Çünkü aşı alımı konusunda AB’nin merkezi bir yetkisi var. Ancak, Üye Devletler isterlerse AB’nin anlaşma yapmadığı aşı şirketleriyle münferit bir şekilde anlaşmalar yapmakta özgürler. Bu kısımda da Macaristan ve Slovakya’nın, Rusya’dan Sputnik aşısı alması dışında bir hamle göremiyoruz. Buna ek olarak, AB üyesi devletler de yeterince üretime katkı sağladı desek yalan olur.

Von der Leyen'in ilk görevi, vatandaşın umursadığı konularda AB üyelerinin  işbirliği | Independent Türkçe

Avrupa Birliği’nin Savunması

Avrupa Birliği, aşılanma konusunda yeterli hızda olmadıklarını açıkça kabul ediyor ve öz eleştirisini fazlasıyla yapıyor. Ancak bunun yanında krizin sebeplendirmelerini de yapıyor. Yazının önceki kısımlarında bahsettiğim gibi, AstraZeneca mevzusunun aşıya etkisi AB’nin gözünde yavaşlığın bir numaralı etkisi diyebiliriz. Komisyon Başkanı Leyen, AstraZeneca’nın yeterince üretim yapmadığını ve yeterince dağıtım sağlamadığını söylemiş ve bunun aşılanma sürecinde büyük zarar yarattığını iddia etmişti. Başka bir savunma olarak, AB diğer ülkeler gibi, özellikle ABD ve İngiltere gibi aşı milliyetçiliği yapmadığını söylemekte. Konsey Başkanı Michel, İngiltere ve ABD’nin aksine, ihracatı yasaklamadıklarını ve diğer birçok ülkeye aşı dağıtmaya devam ettiklerini söylemişti. Bunun kısmen doğru olduğunu düşünüyorum, çünkü gelişmemiş ülkelere yardım eden bir AB gerçeği var iken diğer tarafta ihracatı yasaklayan bir ABD var. Dolayısıyla bu aşı milliyetçiliği nispeten haksız rekabete sebep oluyor. AB’nin son büyük savunması da işleri emin adımlarla halletmeye çalıştıklarını iddia etmekteler ve bunun sürece güvenilirlik, sürdürebilirlik kattığını iddia ediyorlar. AB’nin diğer tüm regülasyon süreçleri için bu durumu kabul edebilirim, ancak bu pandemi şartlarında her günün hatta her saatin çok önemli olduğunu hesaba katarsak emin adım politikasından biraz taviz vermek pek de fena olmaz gibi.

Durumun Geleceği ve Türkiye

Çin aşısı onaylandı: İlk aşıyı Sağlık Bakanı oldu | NTV

Yazının birinci bölümünde, bu durumu kriz olarak nitelendirmenin sonuç bazında pek de doğru olmadığını söylemiştim. Çünkü benim inancım şu ki, Avrupa Birliği er ya da geç aşılanmayı sonuçlandıracak. Çünkü her şeye rağmen Avrupa Birliği çok güçlü bir blok ve birçok aşı üretim merkezine ev sahipliği yapıyor. Buna ek olarak, tek dozda bağışıklık sağlayan Johnson&Johnson aşılarının da devreye girmesiyle, AB’de bu süreç nispeten de olsa hız kazanacaktır. Ayrıca Avrupa Birliği, ekonomik güç olarak belki de milyonlarca aşıyı bir günde alabilecek kapasiteye sahip. Peki bizim Türkiye olarak AB’den farklarımız ne? Birinci ve en büyük fark, bürokratik sistem. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin en çok savunulan tarafı, bürokraside hızlı ve gecikmeyen kararlar almayı sağlayacağı hususuydu. Nitekim görünen o ki bu sistemle çok çabuk genelgeler çıkabiliyor ve neredeyse kanun hükmünde kararlar bir günde alınabiliyor. İkinci farkımız ise, aşı çeşitliliği konusunda Türkiye AB’den daha esnek bir politika sergiliyor. Buna en büyük örnek olarak, çoğu ülkede henüz daha kabul edilmeyen Sinovac aşısı halihazırda Türkiye’de en yaygın kullanımda olan aşı. Sonuç olarak, AB’nin takıldığı iki büyük engele, özellikle bürokrasinin yavaş işlemesi engeline Türkiye’nin takılmadığını varsayabiliriz. O zaman, aşılanma sürecini ülke olarak en hızlı şekilde yürütemememiz için ve en yakın zamanda ülkenin birçok meslek grubunun aşılanmasını tamamlamamamız için pek de bir bahanemiz yok. Elimizden ne geliyorsa yapmalıyız.

Leave a Reply