WTA Sezon Sonu Turnuvası’nın henüz tadı damağımızdayken Eurosport Türkiye’nin ‘Tenis uzmanı’ Emre Yazıcıol ile İstanbul’daki ofislerinde güzel bir söyleşi gerçekleştirerek Türk tenisini, WTA Turnuvası’nı ve dünya tenisini konuştuk.
Bir İstanbullu olarak bana her defasında ne kadar az gezdiğimi fark ettiren güzergahlardan olan Tünel-Taksim arasını hızlı adımlarla yürüyoruz. Gezi Parkı’nın da yanından geçerek Eurosport’un mütevazı İstanbul ofisine ulaşıyoruz. Duvardaki Justine Henin fotoğraflarını görünce Eurosport’un tenis gurusu Emre Yazıcıol’un blogunun adının neden one-handed backhand(tek el backhand) olduğunu daha iyi anlıyorum. Ben o muazzam tek-el backhand’e ve bu vuruşun geleceğiyle ilgili düşüncelere dalamadan Emre Yazıcıol büroya geliyor. Tanıdık bir sesle ilk defa karşılaştığınızda duyulan his, bana hep ilginç gelmiştir. Bendeki daha önce bir yerlerde karşılaştığımıza dair izlenim sohbetimiz boyunca sürüyor.
WTA’den yeterince istifade edebildik mi?
WTA Sezon Sonu Turnuvası’na ev sahipliği yapmış olmamız sohbetimizin ilk konusunu da belirlemiş oluyor. Bayanlar tenisinin en formda sekiz oyuncusunu, üç yıldır böylesine prestijli bir turnuvada misafir etmiş olmamızın, ülkemizde halen ‘gelişmekte olan’ sporlar arasında yer alan tenise neler katabileceğinden bahsediyoruz. WTA macerasının beklediğinden çok daha iyi geçtiği ilk kurduğu cümlelerden anlaşılan Eurosport spikerinin Türk tenisinin geleceğine ümitle bakması beni de sevindirdi.
[quote]Seyircinin iki yıldır gelen oyuncuları biraz kanıksaması ve Olimpiyatlar konusundaki hayal kırıklığının bütçeyi azaltması bu yılki turnuvanın özellikle geçen yıla nazaran daha sönük geçmesine neden oldu. Ancak bu üç yıllık serüvenin genel itibariyle gerçekten beklentilerin üstüne çıktığı aşikar. Öte yandan İstanbul Cup’ta yaşanan bilinçli tenis seyircisi sorununu da bu üç yılda çözmemiz gerçekten gelecek için umut verici bir gelişme.[/quote]
WTA’in İstanbul’da kendine iyi bir yuva bulduğunu söyleyen Yazıcıol, turnuvayı seyreden gençlerimizin 15-20 sene içerisinde grand-slam oynaması ihtimalinden bahsederek Türk tenis-severlerin ağzına bal çalmayı da ihmal etmiyor. Ancak bu turnuvadan Efes’in 96’daki Koraç galibiyetinin etkisini yaparak Anadolu’nun dört bir yanında tenis kortlarını yeşertmesini beklemenin de, henüz teniste kendi ilk 50 oyuncusunu çıkarmamış bir ülke için biraz hayalperestlik olacağı konusunda hemfikiriz. Ülkemiz spor medyasındaki futbol hakimiyetinin tenis lehine ne zaman kırılacağını sorduğumuzda ise, bu işlerin içindeki biri olarak Türkiye’nin üst düzey bir sporcu çıkarmasını beklememiz gerektiği cevabını alıyoruz.
2015’e kadar İstanbul’da ATP Turnuvası?
Sports TV’den Ulaş Çan’ın gündeme getirdiği 2015 yılına kadar İstanbul’da bir ATP turnuvası düzenlenmesi ihtimalini kendisine soruyoruz.
[quote]Ben de aynısını duydum. Bir ATP turnuvası düşünülüyor herhalde 250 puanlık. Bu tabii ki bir katkı olur ama bizim ülkemizdeki seyirci nazlı bir seyirci, 20 Yaş Altı Dünya Futbol Şampiyonası’nda da bunu gördük. En iyisini getirmediğiniz zaman ilgi göstermiyorlar. Mesela Dünya Kupası’nı buraya getirseler ben inanıyorum ki diğer bütün kupalardan fazla katılım olur ama bir tık altı bizi pek kesmiyor. O anlamda biraz ilginç bir ülkeyiz[/quote]
ATP, dünya tenisinin geleceği ve 2014 tahminleri
Türk tenisinden, belki de altın çağını yaşayan ve savunmayla birlikte fitness’ın en önemli iki faktör olarak ortaya çıktığı dünya tenisine geçiyoruz. Kortların yavaşlatılması ve raketler ile kordajların teknolojiyle birlikte inanılmaz hızlı bir şekilde gelişmesi, tenisin son 10-15 yılındaki muazzam değişiminin tetikleyicilerinden yalnızca birkaçı. Biraz daha açmak gerekirse, 10-15 sene öncesine kadar genellikle kısa puanların yaşandığı ve oyuncuların hızlıca fileye gelerek puanı bitirmeye çalıştığı bir tenis varken, bugün gelişen teknolojiler sayesinde tenisçilerin inanılmaz topları çıkarabildikleri ve iyi savunma yapmadan ciddi başarılar elde edilemeyen bir tenisle karşı karşıyayız. Servis volenin egemen olduğu Sampraslı 90’ların ardından bu saydığımız değişiklikler sayesinde Nadal’ın savunma ve fitness ağırlıklı tenisinin zirveyi ele geçirdiği zamanları yaşayan teniste bizleri ne gibi trendlerin beklediğini Emre Yazıcıol’a soruyoruz.
[quote]Teknolojinin bu denli gelişmesi oyuncuların topa eskisinden çok daha sert vurmasına imkan sağlıyor. Bu da organizatörlere kortların yavaşlatılmasından başka çare bırakmadı. Aksi takdirde bir-iki topluk sıkıcı bir tenis ortaya çıkardı ve bugün bu izleyici oranlarını hayal dahi edemezdik. Dünyada hakim olan beklenti, bilhassa erkekler tenisinde basketboldaki LeBron James ayarında 2 metrenin üzerinde ve inanılmaz atletik oyuncuların ortaya çıkıp ciddi başarılar kazanması. Henüz bu akımdan herhangi bir oyuncuyla karşılaşmadık ancak bu yönde ciddi bir beklenti olduğunu söylemek gerek.[/quote]
LeBron James tarzı kortta her istediğini yapabilen, iyi servis atan ve Nadal gibi her topa koşabilen oyuncuların çıkmasının beklendiğini öğreniyoruz. Bu durumun hayalinin dahi ne kadar çılgın olduğuyla ilgili düşüncelere dahi dalamadan zamanımızın azaldığının farkına vararak söyleşimize devam ediyoruz.
Federer bırakacak mı?
2013 yılına savunma tenisinin en önemli temsilcileri Novak Djokovic, Andy Murray ve Rafael Nadal damga vurdu. Çağ üstü bir oyun oynayan Roger Federer’in ise bu oyuncuların çıtayı inanılmaz seviyelere çekmesi üzerine ciddi bir varlık gösteremediğine ve belki de kariyerindeki en kötü sezonlardan birini yaşadığına şahit olduk. Nadal, Djokovic ve Murray üçlüsü arasında geçmesi beklenen 2014 sezonu öncesi Emre Yazıcıol’un tahminlerini öğrenmek istiyoruz.
[quote]Bana göre 2014’ün en çok merak edilen sorusu Roger Federer’in neler yapacağı olacak. İlk 4’teki yerini kaybeden tüm zamanların en kariyerli tenisçisinin, Lleyton Hewitt’liğe razı olarak ara sıra sesini duyurarak bir anlamda silinip gitmesi çok da mümkün gözükmüyor. Bu yüzden Federer’in Andy Roddick’in gittiği yolu takip ederek formunu tekrar ilk 3 seviyesine çekemeyeceğine kanaat getirerek aniden emekli olmasını beklemek çok da uzak bir ihtimal olmasa gerek. Öte yandan, geçtiğimiz sezon müthiş bir geri dönüşe imza atan Nadal, hala formunun zirvesinde olan Djokovic ve geçirdiği sakatlığın ardından yeni sezona kadar hazır olması beklenen Murray’nin oluşturduğu ilk 3 yavaşlayacağa benzemiyor.[/quote]
Klişe olacak ama sohbet koyulaştıkça insan saatin nasıl geçtiğinin farkına varamıyor. Bu duygular içerisinde yayına hazırlanması gereken Emre Yazıcıol’a teşekkür ederek Taksim’e doğru yola çıkıyoruz. Her şeyden önemlisi tenisin ölü sezonu olan aylarda yetecek kadar tenis muhabbetini depolamış bir biçimde Eurosport’tan ayrılıyorum…