Ali Ece: Her Dezavantajın Bir Avantajı Vardır…

haber-gzrmmyjqyhxx

Bu mesleğe başlamaya ne zaman karar verdiniz?

Karar vermeden başladım. 1994 Dünya Kupası sırasında aynı saatte başlayanlar dışında tüm maçların analizlerini yazdım. Tabii ki kendi kendime yazdım, okudum! 17 yaşındaydım. İşin aslı Euro 84’ten beri futbolcu resimlerinin olduğu çıkartma kitaplarına, gazetelerin verdiği ekleri defalarca okuyup onlara öykünerek defterler tutuyordum. Ancak o zamanlar daha çok gazetedeki maç kupürlerini kesip deftere yapıştırmak ve sayfada boş kalan yerlere küçük notlar yazmaktan ibaretti. Bir de gazetelerdeki gibi maçta oynayan oyunculara performanslarına göre yıldızlar verirdim. Bir dedem Tercüman diğeri Milliyet okurdu, benim çocukluğumda ikisinin de spor sayfaları çok etkileyiciydi. Özellikle İslam Çupi’nin yazılarını defalarca okurdum. Okula gitmeden sabah kahvaltıda okuduğum yazıyı bir de eve gelince okurdum. En sonunda da köşe yazısını kesip o bitmek bilmeyen defterlere yapıştırırdım.

Peki, televizyon ve radyoda program yapmak konusunda ilk ne zaman hayal kurdunuz?

Hiç hayal kurmadım çünkü 16 yaşıma kadar kekemeydim. Kekeme olduğum için daha çok yazarak kendimi ifade etmeye çalışırdım. Cruyff “Her dezavantajın bir avantajı vardır” der. Kekeme olma dezavantajım beni sürekli yazmaya itti. Açıkçası dedelerimden birisi hariç kimse kekemeyken benle maç konuşmaya pek istekli değildi. Bir diğer dezavantajı avantaja çevirmem de pek kimse beni dinlemediği için konuşmaya boşuna uğraşmak yerine müzik aletleri çalmayı öğrenmem oldu.

Bir de evde futbol sahası olarak gördüğüm açık yeşil renkte bir halı vardı. Onun üstünde oyuncak mekanik askerlere 11’e 11 maç yaptırırdım. Bir takımı 4-4-2 dizersem diğerini 4-3-3 ya da 3-5-2 dizerdim. Bir yandan dilim döndüğünce canlandırdığım maçı anlatır, bir yandan da teknik direktör gibi oyunculara görevler verirdim.

Peki, kekemeliğiniz geçince mi meslekte ilk adımlarınızı attınız?

Kekemeyken de geçince de gece uyumak için koyun saymazdım. Annem bir gece ben uyumayınca koyun say demişti. Sabaha kadar neredeyse 5000’e kadar saymıştım yine gözüme bir gram uyku girmemişti. Sonra takımları, ilk 11’leri saymaya başlarken uyuya kalmışım. Halen 39 yaşımda bile uyuma zorluğu çekince takımları sayarım. Okulda dersi dinlemek istemeyip devamsızlıktan kalmamak için dersten çıkamayınca da sıralara takımları yazardım, dizerdim. Bu bayağı sürdü, GSÜ’de Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans’ı yaparken bile bazen sıralara takımlar yazar, dizerdim. Tabii aralara mutlaka müzik gruplarını, elemanlarını, çaldıkları enstrümanları, albümlerin yıllarını falan da eklerdim.

TRT tek kanalken Tansu Polatkan ve o zamanlar saha içi muhabirliği yapan Levent Özçelik’i çok severdim. Daha sonra her ikisiyle de beraber program yapma mutluluğuna eriştim. Özel TV’ler ilk çıktığında ise Star’ın emekleme yıllarında Bülend Karpat’ı asla kaçırmazdım. Efsane gafları, doğallığı, hiç bitmeyen bir türlü geçmeyen canlı yayın heyecanı çok hoşuma giderdi. Okula gidince özellikle Bülend Karpat taklidi yapar, herkesi güldürürdüm. Bazen bir hocanın en ciddi sorusuna bile Bülend abi gibi konuşup cevap verirdim.

Ercan Taner genelde Avrupa kupalarındaki maçları sunardı, onun da anlatım heyecanı ile bilgileri harmanlaması hoşuma giderdi. Anlatırken bir an düşündüm de yıllarca Ercan Taner, Metin Tekin, Feyyaz Uçar gibi küçükken idol bellediğim kişilerle program yaptım. Halen çok garip geliyor!

Şimdilerde sizi idol belleyen, sizin gibi olmak isteyen birçok genç var. Onlara neler önerirsiniz?

Beni idol bellememelerini öneririm. Mümkünse kimseyi idol bellememelerini öneririm. Çok istiyorlarsa beğendikleri insanlardan en fazla ilham alsınlar ancak mutlaka kendileri olsunlar. Ha bir de bir yere gelmek için taviz vermemeye çalışsınlar. Erkin Koray’ın bir şarkı sözündeki gibi “Öyle olmazsa böyle olur, böyle olmazsa öyle olur”. Olacağı varsa olur yani.

Müzikten dem vurmuşken biraz da müzik konuşalım. TV programlarınızda sevdiğiniz futbol insanları kadar müzik insanlarının da tişörtlerini giyiyorsunuz…

Hayatın sıkıntılarını en azından bir nebze azaltan iki şey müzik ve futbol. Benim için böyle. Güzel bir müzik dinlerken güzel bir maç izlemek eşsiz. Babadan zengin olmayan yani benim gibi hatta hayata benden daha dezavantajlı başlayanları düşünün. Mesela İngiltere’de bir siyah: Kraliçe olması imkânsız, siyaset, ekonomi her yerde önü kapalı. Ancak aynı siyah, müzik yaparak ya da futbol oynayarak o kapalı yolu sonuna kadar açabiliyor, kapıları ardına dek açabiliyor. Burada kast ettiğim sadece para pul maddiyat değil. Fransa’daki Zidane’ı düşünün: Çocukken Marsilya pazarında çalışan babasının yanında ona yardım ediyor. Futbolcu olmasa % 99 şu anda o pazarda çalışmaya devam ediyordu. Bu soruya cevap verdiğim anda ise Zidane, Real Madrid teknik direktörü. İlla siyah olmaya da gerek yok. Bir keresinde Peter Crouch’a “Futbolcu olmasan ne olurdun?” diye sormuşlardı, Crouch “Hâlâ bakir olurdum!” demişti.

Birçok farklı müzikler dinliyor ve çalıyorsunuz, bize bir şeyler önerir misiniz?

Jimi Hendrix, Beatles, Metallica gibi çok bilinenlere ulaşabiliyorsunuz o yüzden ülkemizde daha az bilinenlerden bir şeyler önereyim. Stone Roses’ın ilk albümü kapağında limon olan. La Düsseldorf diye Alman bir grup var onun “Viva” isimli albümü. Almanya Milli Takımı’nın oynadığı futbol gibi. David Bowie’nin Berlin’deyken Brian Eno ile kaydettiği her şey, en çok da “Low”.

Caz çok sevmem ama Soft Machine grubunun Third yani 3. albümü çok değişik bir caz-rock sentezi, füzyonu. Sizin gibi yeni jenerasyonla belki de en büyük farkım ben halen albümleri dinliyorum siz mp3’ten Spotify’dan falan tek şarkıları tercih ediyorsunuz. Albümlere sabredin, onlara şans verin. Müzik albümleri de futbol takımları gibiler, tek bir oyuncu yetmediği gibi tek bir şarkı da yetmez aslında. Bu arada Türkçe de öneriyim: Barış Manço’nun sadece en ünlü şarkılarını değil mesela albüm olarak 2023 ve “Yeni Bir Gün”ü dinleyin. İspanya’da bile bu albümlerin yeni baskı plakları büyük ilgi görüyor. Aslında dünyanın her yerinden iyi futbolcu çıktığı gibi iyi müzik de çıkıyor. Kamerun’dan Manu Dibango var, “O Boso” albümü bir nevi Eto’o’nun müzik versiyonu. Mısırlı süper gitarcı Omar Khorshid, Hintli Ravi Shankhar, say say bitmez.

Son olarak sizden tüm zamanlarda en çok zevk aldığınız 5 maçı saymanızı istesek…

Sevdiğim, tuttuğum takımlar ve bizim ülke takımlarının Avrupa maçlarında stres olduğum için en zevk aldıklarım arasında yoklar baştan söyleyeyim. 1982 Dünya Kupası’ndaki İtalya – Brezilya maçı. 1986 Dünya Kupası finali Almanya – Arjantin. 1998 Dünya Kupası’ndaki Danimarka – Brezilya maçı. Owen’ın son golü attığı Manchester derbisi. Bielsa’nın ilk görev yaptığı sezon La Liga’da Bilbao’da oynanan Athletic – Barcelona maçı. 5 oldu aslında daha 50 tane sayarım da gazetenin yerini işgal etmeyelim.

 

 


Editör Notu:
Sarf ettiği emekten dolayı spor yazarımız Recep Yusuf Bekçi’ye teşekkürlerimle…

Leave a Reply