Biz o zamanlara yetişemesek de televizyondan görüyor, radyodan duyuyor, gazeteden okuyorduk 80 ve 90’lardaki derbilerin nasıl olduğunu. İnönü Stadyumu’nda ya da Ali Sami’yende oynanırdı maçlar. Her ne kadar fikstür gereği ev sahibi olma kavramı olsa da, tribünlerde önceden belirlenmiş bir ayrıcalık olmuyordu. Tribünlerde paylaşım yarı yarıya olurdu. Her ne kadar her iki takımda eşit sayıda koltuğa sahip olsa da stadlarda bazı yerler vardır ki oralarda takıma desteğini daha iyi verebilirsin, rakip takımı daha iyi baskıya alabilirsin. O yüzden, Ali Sami Yen Kapalısı’nda, İnönü Kapalısı’nda can siperane bir yer kapma savaşı olurmuş eski derbilerde. İki takımın taraftarları bir gün hatta bazen iki gün önceden stad kapısında yatmaya, rakibinden kalabalık olarak orada bulunmaya çalışırlardı. Kapılar sabahın erken saatlerinde açıldığında ise hangi grup kalabalık olur ve üstün gelirse kapalı tribünü onlar kapardı. Daha sonra bir gün %5 kavramı futbola sokuldu. Deplasmana gelen rakip takıma stad kontenjanının %5’i kadar yer ayırılacaktı. Milyonlarca taraftarı olan kulüpleri düşündüğünde bu sayı elbette yeterli olmuyordu. Bu sefer geceden sabahlayıp bilet alabilme savaşları başladı. Takımını yalnız bırakmak istemeyen cefakar taraftarlar, geceden sıraya girdiler bilet kuyruklarında. Yüzlerce, binlerce insan bir kağıt parçası için onlarca saat sıra bekliyordu, kavga ediyordu. Karaborsacı kavramı da peydah oldu arada. Nasıl ki bilet miktarı az, talep ise fazlaysa; biletlerin değeri de o kadar artıyordu. Gişe görevlileriyle, yetkili organizasyonun çalışanlarıyla önceden anlaşan karaborsacılar, onlarca bileti normal fiyatından alıp, 2 misli 3 misli fiyata taraftara satmaya çalışıyorlardı. İşin bir diğer yüzü de kolluk kuvvetleriydi. Ülkede doğru düzgün işlemeyen bir çok organizasyon gibi onların da işleyişi bozuktu. Polisin halktan korkması gerekirken, halk polisten korkuyordu Türkiye’de. Deplasmana gitmek isteyen, bunun için bilet sırasında bekleyen taraftarlara pek de insancıl davrandıkları söylenemezdi. En ufak bir tartışmada sarılıyorlardı hemen biber gazlarına, joblarına. Tabi ki düzeni(!) sağlamaktı amaçları. Kimi zaman bilet kuyruğu düzensiz hale geldiğinde, insanları yeniden sıraya sokma görevi polise verilirdi. Onlar da tipini beğendiklerini, tanıdık olanları önden sıraya sokarlar; tipini, kılığını, kıfayetini uygun bulmadıklarını ise atarlardı sıradan.
Bugünün tarihi 26 Ekim 2011. 27 Ekim 2011 tarihinde Beşiktaş’la Fenerbahçe İnönü Stad’ında bir kez daha karşı karşıya gelecek. Beşiktaş taraftarları yine Abbasağa yokuşundan aşağı inip, Kazan’da biralarını içip hep beraber Dolmabahçe’ye yürüyecekler siyahla beyaz’ın büyüklüğünü haykırmaya. Fenerbahçe taraftarı ise bu sefer stad önünde bilet kuyruğuna girmedi. İnternetten satışa çıkacaktı biletler. Belki daha teknolojik, daha kullanışlı bir yol olsa da, bilet satış hakkını elinde bulunduran organizasyonun yetersiz websitesi sayesinde bir çok kişi mahrum kaldı biletten. Ancak yine de 1600 taraftarın elinde bileti, Mersin’den, Ankara’dan, Antalya’dan, Antep’ten, Samsun’dan, Erzurum’dan, İzmir’den Afyon’dan maça gitme planlarını yaptılar bile. Bir çoğu bu gece yola dahi çıkacaktı. Hep beraber stadın orda toplanıp, iskeleye yürüyeceklerdi marşlar eşliğinde. Şimdi vapur kalkacaktı Haydarpaşa’dan son durakta ineceklerdi Kabataş’tan. Ancak pek muhterem İl Güvenlik Kurulu, Türk Futbol Federasyonu ve 4 Büyük Kulübü’n yönetim kurulu üyeleri karar aldı. Artık kendi aralarındaki maçlara, rakip takım taraftarı alınmayacaktı. Sahi kim düşünüyordu taraftarı? Söz konusu yayıncı kuruluş olduğunda ekranlara çıkıp dekoder almamızı tavsiye edenler bu sefer “Yok hayır bu maçı izleyemezsiniz” diyorlardı. Söz konusu korsan ürün kullanımını azaltmak, taraftar kart aldırmak, orjinal forma aldırmak, takımın kredi kartını aldırmak olduğunda ekranlardan inmeyen takım yöneticileri, bu sefer de susuyorlar. Biri futbol mu dedi? O Türkiye’de bugün itibariyle öldü. Böyle buyurdu başımızda bulunanlar, nasıl ki artık Can’la Metin herhangi bir formayı daha yüksek bir meblağa giymeyi kabul ediyorsa, taraftarın da sıcacık evinde maç izlemek varken deplasmanda takımın peşinde olma zahmetine katlanmasına gerek yoktu.