7 Ocak 2015 tarihindeki Charlie Hebdo saldırısından sonra çok şey yazıldı, çizildi, tartışıldı; hatta dünya liderleri Paris’teki Cumhuriyet Yürüyüşü’ne katıldılar (yürüyormuş gibi yaptılar desek daha doğru olur). Olayı Fransa’nın 11 Eylül’ü olarak niteleyenler de oldu, dergiyi provakasyon yapmakla suçlayanlar da. Bu yazıda bu tartışmalara girmeyeceğiz, daha çok Fransa’da din-devlet ilişkilerinin yakın geçmişine göz atacağız ama dileyenler bu linkten Hilmi Yavuz‘un Charli Hebdo olayını “kutsallık” kavramı üzerinden yorumladığı şahane yazısına göz atabilirler.
[box_dark]Ali yazar, Veli bozar[/box_dark]
1789 Fransız İhtilâli ile 1905 Kilise-Devlet Ayrım Kanunu arasında kalan dönem, din-devlet ilişkileri açısından hayli karmaşık geçer. 1801 yılında Napoleon‘un imzaladığı Konkorda Anlaşması‘yla devlet papazların maaşlarını ödemeyi kabul eder. Papaz atamaları da devlet tarafından yapılacaktır fakat Papalık’ın da papazları görevden alma hakkı bulunacaktır. 1870 yılında Üçüncü Cumhuriyet‘in kurulmasıyla, bu kez de Jules Ferry önderliğinde eğitimde laikleşmeyi savunan yeni bir kampanya başlatılır: “bedava, laik, mecburi okul” Kampanya kısa sürede sonuç verir ve 1881’de eğitim parasız olur. Hemen ertesi yıl da eğitim laikleştirilir ve zorunlu hale getirilir. Bu gelişmelerin doğal bir sonucu olarak Fransa hükümeti 1905 yılında kilise ile devlet arasındaki tüm bağları koparan kanunu meclise sunar. Kanun, 233‘e karşı 341 oyla mecliste kabul edilir. Senato’da da durum değişmez: 102‘ye 181‘le kabul edilir. Rakamları aklınızda tutun, birazdan lazım olacaklar.
[box_dark]Özel okullar meselesi[/box_dark]
Tarihler 1984‘ü gösterdiğinde dönemin sosyalist hükumeti, büyük çoğunluğunu Katolik okullarının oluşturduğu özel okulları tasviye ederek daha laik bir eğitim sistemi kurmak için bir proje hazırlar. Ne var ki, proje halktan büyük tepki görür ve rafa kaldırılır. Aradan 10 yıl geçer, bu kez iktidardaki sağ hükumet, özel okullara yapılan devlet yardımını artırmak ister. Tarihin cilvesi, bu proje de halktan büyük tepki görür ve iptal edilir. Günümüzde bir orta yol bulunmuştur. Devletin belli orandaki kontrolünü kabul eden özel okullar devlet desteğine mazhar olmaktadırlar. Bu kontrolü kabul etmeyenler ise bu destekten mahrum kalmaktadırlar.
[box_dark]Türban mı? Zinhar yasaktır![/box_dark]
5 milyona yaklaşan Müslüman nüfusa sahip bir ülke için İslamiyet yeni bir kavram sayılmaz aslında. Ne var ki, güçlü bir Hıristiyanlık geleneğinden gelmesine rağmen, laikliğin en tavizsiz uygulamalarına ev sahipliği yapmış Fransa’nın İslamiyet ile olan ilişkisi cicim aylarını geride bıraktı. Cicim ayları diyorum çünkü I.Dünya Savaşı’nda ordudaki Müslümanların üstün hizmetleri karşılığında onlara bir jest olarak 1926‘da Fransa’nın ilk camisi inşa edilmiştir, hem de Paris’te. (http://www.mosqueedeparis.net/)
2003‘te Cumhurbaşkanı Jacques Chirac tarafından görevlendirilen akademisyen ve düşünürlerden oluşan Stasi komisyonu bir dizi maddeden oluşan yeni bir laiklik kanunu önerisinde bulunur. En dikkat çekici öneri ise, dini sembollerin yasaklanmasıdır. Öneriye göre, yalnızca Müslüman başörtüsü değil, Yahudi takkesi, Hristiyan haçı, Sih sarığı gibi tüm dini semboller devlet okullarında yasaklanmalıdır. Meclis, 36‘ya 494 oyla kanun teklifini kabul eder. Senato da 20‘ye karşı 276 oyla teklifi onaylar ve kanun yürülüğe girer. Kanunun yürürlüğe girdiği 2004-2005 Öğretim Yılı için disiplin kararıyla okuldan atılan başörtülü öğrenci sayısı 47‘dir.
Tarihsel sürece baktığımızda Fransa’nın laiklik konusundaki tavrı net, kendi yüzyıllara dayanan inancı için laiklik ilkesinden taviz vermeyen bir devletten Müslümanlar için taviz beklemek fazla iyimserlik olur. Fransa Müslümanları açısından bakarsak da kendilerini ifade edebilecekleri kapsamlı bir sivil toplum kuruluşuna sahip değiller. Dini temelden çok etnik temele dayanan dernek ve vakıfları var. Oliver Roy‘un da dediği gibi:
“Fransa’da Müslüman bir cemaat yok, Müslüman bir nüfus var.“
Tüm bunlar, Fransa – İslamiyet ilişkisi için pek de mutlu bir son vaadetmiyor.