26 Aralık Perşembe günü sizlerin de katılımıyla gerçekleştirdiğimiz söyleşimizin ardından, Şehit Paşa Eşref Bitlis’in oğlu Tarık Bey ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızda bizlere katkıları ve vermiş olduğu samimi cevaplardan ötürü kendisine bir kez daha teşekkürü borç bilirim.
Enes Ayaşlı: Tarık Bey öncelikle bizlerin davetini kırmadığınız ve söyleşimize katıldığınız için bir kez daha teşekkür ediyorum.
Tarık Bitlis: Davetinizden ötürü asıl ben teşekkür ederim.
E. A. : 1993 yılı itibariyle Eşref Paşa’nın Genelkurmay Başkanı olacağı iddiaları kamuoyunda geniş bir yer bulmaktadır. Bunu kendisinin Genel Sekreteri olan Osman Özbek’in ağzından dahi duymaktayız. Ayrıca babanızdan önceki Jandarma Genel Komutanları’nı incelediğimizde de, babanıza oranla daha az görevde kaldıkları görülmektedir. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
T. B. : Baktığınızda Jandarma Genel Komutanı oluşu zaten bahsettiğiniz komutanlardan daha farklıdır. Eşref Bitlis terfi eder etmez Jandarma Genel Komutanı oldu. Herhangi bir ordu komutanlığı görevinde bulunmadı. Bunu yanı sıra bazı birliklerde çok kalması da bir etkendir. Örneğin; Bolu’da çoğu subay iki sene görev yaparken babam 4 sene kaldı. Kıbrıs’a 6 kez gitti. Yani söylemek istediğim aktif görevlerde uzun vadeli kaldı. Ayrıca Silahlı Kuvvetler’de dışarıdan müdahale olmazsa en kıdemli olan terfi eder. Ama sizin de belirttiğiniz gibi gerek basın, gerek etraftaki izlenimler Genelkurmay Başkanı olacağı yönünde izlenim verdi. Ben de kendine bir gün bu konuyu sordum. Bana cevabı aynen şu şekilde oldu: “Lüzumsuz şeylerle uğraşıyorsun. TSK, generalleri anlamında olarak dünyanın en yaşlı ordularından biridir. Bu bahsettiğin olasılıkların içindeki insanlardan biri ölürse tüm hesaplar baştan yapılır.”
E. A. : Bilindiği üzere olay yerinde ilk incelemeyi gerçekleştirenlerden biri Emekli Savcı Albay Hasan Tüysüzoğlu: “PKK’nın devamından nemalananlar Eşref Paşa’yı harcadılar” şeklinde de bir açıklama yaptı. Burayı biraz açmak istiyorum. Sizce kim bu ölümden nemalananlar? Bunu devlet içindeki bir yapılanmaya mı yoksa dış odaklı bir yapılanmaya mı bağlıyorsunuz?
T. B. : ‘Nemalanan’ demek doğru olmayabilir ancak olayları istediği şekilde götürmek isteyenler, o dönemde Ortadoğu politikasının sürecini destekleyen gruplardır. Bunun başında Amerika geliyor. Eşref Paşa’nın ölümünün üzerine bir ajan akışı oldu. 2500 tane ajan Türkiye üzerinden dünyanın başka bölgelerine geçtiler. Yine o dönemde komşu ülkelerle olan ilişkiler önemlidir. İran, Irak ve Suriye’nin durumunu iç politikaya değişmemek icap ediyordu. İyi ilişkiler güdülmeye çalışıyordu. Dış etkenler gereğinden fazlaydı. Ben bu nedenlerle ölümünü devlet içindeki bir yapıya bağlamıyorum.
E. A. : 24 Nisan 1993 tarihli KKK Kaza Kırım Ve Uçuş Raporu’nu zorla imzaladığı söylenen albayın, kendisiyle birlikte 3 kişinin daha olduğunu biliyoruz. Gazeteci Cüneyt Özdemir’in de yapmış olduğu detaylı araştırmaların ışığında bu isimlerin; Pilot Albay Erol Polat, Kara Pilot Albay İsmet ışık ve Pilot Albay Hilmi Emri olduğu iddia edildi. Siz bu isimlerle iletişime geçtiniz mi?
T. B. : İletişimim olmadı. Dediğiniz iddialardan haberdarım ancak bunun yanısıra “Eşref Paşa’yı MİT ve CIA öldürdü” diye beyanat veren bazı isimler geçtiğimiz yıllardaki davalarda ortaya çıktı. Bu iddiaların araştırılması şart.
E. A. : “Çözülme konusunda umudum yok” şeklinde bir açıklamanız oldu. Davayı Türk kamuoyunun takip edeceğini söylediniz. Peki neden AİHM’ye başvurmuyorsunuz? Örneğin Nusret Senem dava sürecinde Askeri Savcılık’tan dosyaları yabancı uçak firmasına açtığı dava sayesinde inceleme şansı buldu. Böylece bazı gerçekler daha ortaya çıkabilir.
T. B. : Dosya rahmetli kardeşi ile ilgilidir. Buradan kamuoyuna sürekli yansıtılması sonucu olay gündemde kalmıştır. Ama bunu insan hakları mahkemesine vermeniz için bir gerekçe olması lazım. Benim insan hakları ile ilgili yenilmiş bir hakkım yok. Devletin üst kademe yetkilisi şüpheli bir şekide öldü. Bunu devletin araştırması lazım. Gündemde bu şekilde (oğlunun dava açması) tutarsanız kamuoyu yanlış şekilde etkilenir. Bu ölümün nasıl olduğu, şekli ve biçimi Eşref Bitlis’in konumu gereği devlet tarafından araştırılması gerekiyor. Olayın bu yönü kamuoyunda olmalıdır. Artı, niçin araştırılmadığı da araştırılmalıdır. MİT, TSK görevini yapmamış. Devlet kendi güvenliğini sağlayamamış. Örneğin bakacaksınız o dönemde Sayın Kuloğlu ne demeç vermiş? Asıl yapılması gereken bunlardır.
E. A. : Babanızın ekibinde olduğu söylenen Bahtiyar Aydın ve Rıdvan Özen’in ölümleri hakkında neler düşünüyorsunuz? Bilindiği üzere Tuğgeneral Gürok tarafından yapılan açıklamada “Bölücü terör örgütü mensupları tarafından açılan ateş sonucu” öldüğü belirtildi ancak kamuoyu bundan pek tatmin olmamış gözüküyor ki iddialar halen gündemde.
T. B. : Genel anlamda bu yaklaşım yanlış. Eşref Paşa’nın ekibi diye bir ekip yok. Burası Somali ordusu değil. Burası Türk Silahlı Kuvvetleri. TSK içinde ekip mekip olmaz. Ama o dönemde bu tür şaibeli olayların tümünde özellikle bağımsız Türkiye konusunda tavır koyan subayların öldüğü bir gerçektir. Tek ortak yön bu çıkar. Hangi ekipten olursan ol Jandarma Genel Komutanı ile nasıl iletişime geçtiğin bellidir.Bu kurumu azıcık bilen birisi TSK’da bir orgeneralin bir binbaşıyla olan sevgi bağını göreve değişemeyeceğini bilir. Ama Jandarma Genel Komutanı’nın kendi altında çalışan personeli hakkında da bilgisi olabileceğini bilmek lazım.
E. A. : Peki, konuyu şimdi biraz da günümüze getirmek istiyorum. Biliyorum, televizyon programlarında sıkça konuştunuz bu konu hakkında. Hatta şu an babanızın Silivri’de olma ihtimalini bile konuştunuz. Ancak ben şunu sormak istiyorum “Eğer babanız yaşasaydı Genel Kurmay Başkanı olabilirdi” dediniz. Peki bu ihtimal gerçekleşse 28 şubat süreci nasıl olurdu? Babanızın bu süreçteki tutumu nasıl olabilirdi?
T. B. : Babam o devrede şu tabloyla yaşasaydı şu an kesin içerideydi. MGK’da Türkiyenin bağımsızlığı konusunda Amerika’nın yaptığı müdahalelere tepki gösterdiği kadar devletin diğer kurumları da gereken özeni gösterseydi tablo tabi ki bambaşka olurdu. Ancak 28 Şubat süreci hakkında yorum yapmak doğru olmaz.
E. A. : Kürt Sorunu’nu ilk kez gündeme getiren Merhum Cumhurbaşkanı Özal’dı. Bu sorunun çözümü için attığı adımlar Bitlis Paşa’yı bir nevi Özal’la aynı çizgiye koyuyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? “Neler oluyor?” adlı televizyon programında Osman Özbek’e yakın bir tutum izleyerek, çok paralel olduğunu düşünmediğinizi söylemiştiniz. Ancak Eşref Paşa’nın hazırladığı raporların Diyarbakır odaklı düzenlenen MGK’da acilen tartışmaya alınması onları aynı görüş çerçevesinde birleştirmiyor mu?
T. B. : Özal Cumhurbaşkanı, babam Jandarma Genel Komutanı’dır. İkisi arasındaki ilişki bellidir. Her şey normal statüsü içinde ilerliyor. İkincisi şu an bile jandarmanın konumu tartışılıyor. Bağlı olması gereken yerin neresi olduğu hala netlik kazanmadı. Yani devlet yapısının üstünde değil. Bunun yanısıra babam o zaman bile sivil elbisesiyle televizyona çıkıyor. Bazı tespitler de bulunuyor.Yapılan tespitler hala geçerli. Gündeme alınması çok doğal. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin politikasını Silahlı Kuvvetler saptamaz. Siyasi erk olayları değerlendirir ona göre politika saptanır. O günkü MGK’da ortaya konulan veriler resmî veriler. Ama siyasi erkin bunu ille de Jandarma Genel Komutanı’nın dediği gibi yapalım demesi doğru olmaz. Aradaki fark bu sebeple doğmuştur.
E. A. : Son olarak kamuoyuna GazeteBilkent aracılığıyla paylaşmak istedikleriniz nelerdir?
T. B. : Zaman çok enteresan bir kavram, bunun farkına pek varamıyoruz. Ayrıca Türk toplumu önüne konulan sorunlar ve çözümler konusunda büyük resmi göremiyor. Daha uyanık olmalıyız. Bugününü aydınlatamayan hiçbir toplum ne geleceğe doğru dürüst bakabilir ne de geçmişine. Bana bu fırsatı tanıyan başta GazeteBilkent ailesi, sonra da size teşekkürlerimi sunuyorum. Bu konuları kamuoyuna sunma konusundaki çabanızı takdir ediyor, başarılarınız devamını diliyorum.
E. A. : Teşekkürler Tarık Bey.
T. B. : Ben teşekkür ederim.
Buğrahan Tolga
Bu tür söyleşilerin bir öğrenci gazetesinde görmek güzel. Ellerinize sağlık.